Ergenekon Davası

2007 yılında Trabzon İl Jandarma Komutanlığı’na yapılan bir ihbarın, önce İstanbul İl Jandarma Komutanlığı’na sonra da İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne intikal etmesi sonucu İstanbul/Ümraniye’de bir evde 27 adet yabancı menşeli el bombası ele geçirildi. Evde ikamet eden şahıs tarafından bu el bombalarının Emekli Astsubay Oktay Yıldırım’a ait olduğu ileri sürüldü ve Oktay Yıldırım’a ait bilgisayarda daha sonra Ergenekon Terör Örgütü olarak adlandırılan yapılanmaya ait olduğu ileri sürülen dokümanlar ele geçirildi. Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’in basına Oktay Yıldırımı savunan beyanlarda bulunması üzerine sorgulanması sonucu işyerinde yapılan aramalarda Oktay Yıldırım’dan elde edilen dokümanlardan bazılarının dijital kopyaları ile ‘Genelkurmay Başkanlığı bilgisayarlarında hazırlandığı anlaşılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı öncesi Kuvvet Komutanlarının kendi aralarında yapmış oldukları gizli toplantılara ait yazılar’  ele geçirildi. Daha sonra Ümraniye’de bulunan el bombalarının 2006 yılında Cumhuriyet Gazetesi’ne düzenlenen bombalı saldırılarda kullanılan el bombalarıyla aynı menşeli ve benzer seri numaralarına sahip oldukları ve Muzaffer Tekin’in Danıştay saldırısını düzenleyen Alparslan Arslan ile bağlantısı olduğu tespit edildi.

Genişletilen soruşturmadan elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde; ‘Ergenekon Silahlı Terör Örgütü yöneticisi veya üyesi olmak, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek, halkı Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyana tahrik etmek, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek, terör örgütüne ait silahları depolamak, genel güvenliği kasten tehlikeye sokacak şekilde patlayıcı madde kullanmak, nitelikli kasten öldürmeye azmettirmek, yasaklanan bilgileri temin etmek, kişisel verileri kaydetmek’ ve bunlara bağlı pek çok suçu işlemekten şüpheli 86 kişi hakkında 10.07.2008 tarih 2007/1536 sor-2008/968 esas ve 2008/623 sayılı iddianame düzenlendi. İddianamenin kabulü ile İstanbul 13.  Ağır Ceza Mahkemesinin (TCK’nın (mülga) 250. Maddesiyle Görevli ve Yetkili) 2008/209 esas numarasına kayıtlı kamu davası açıldı.

Kamuoyunda birinci Ergenekon Davası olarak anılan bu davada sanıklar arasında Emekli Tuğgeneral ve JİTEM adlı istihbarat ve infaz biriminin kurucusu olarak bilinen Veli Küçük, Emekli Yüzbaşılar Muzaffer Tekin, Gazi Güder, Mehmet Zekeriya Öztürk ve Rafet Aslan, Eskişehir’de annesine ait bir evde çok sayıda patlayıcı madde ve silah ele geçirilen Emekli Binbaşı Fikret Emek, Emekli Polis Aydın Yüksek, Ergenekon Terör Örgütünün yasal uzantısı olduğu ileri sürülen Kuvayi Milliye Derneği Genel Başkanı Bekir Öztürk, Susurluk Davası hükümlüsü Sami Hoştan, Organize suç örgütü lideri Sedat Peker, İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek, Avukat ve Büyük Hukukçular Birliği isimli Derneğin başkanı Kemal Kerinçsiz, Gazeteciler Güler Kömürcü ve Vedat Yenerer, Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferid İlsever, Türk Ortodoks Patrikhanesi sözcüsü Sevgi Erenol gibi isimler yer aldı. Ayrıca iddianamede yer alan şüphelilerden işadamı Kuddusi Okkır tutuklu olarak yargılaması devam ederken, Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi ve gazeteci yazar İlhan Selçuk da tutuksuz olarak yargılaması sürerken yaşamlarını yitirdiler.

Birinci Ergenekon davasının iddianamesinde telefon dinleme kayıtlarının ve gizli ve gizli olmayan tanık ifadelerinin yanı sıra şüphelilerden ele geçirilen dijital ve dijital olmayan belgeler de suçlamalar için önemli birer delil olarak yer aldı. Bu belgelere örnek olarak gösterilebilecek dijital dokümanlar aşağıdaki gibidir;

-Sanıklar Oktay Yıldırım, Mehmet Zekeriya Öztürk, Muzaffer Tekin, Sevgi Erenol ve Tuncay Güney’den elde edilen ve ‘…Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren Ergenekon’a bağlı sivil unsurların örgütlenmesi zorunluluğu’ olduğundan ve bunun yöntemlerinden bahseden 25 sayfalık LOBİ/Aralık 1999 İstanbul isimli doküman,

-Sanıklar (soruşturma sırasında yaşamını yitiren) Kuddusi Okkır, Muzaffer Tekin, Mehmet Zekeriya Öztürk’ten ele geçirilen ve Ergenekon Terör Örgütü için  “…Planlama ve Yürütme Kurulunu oluşturmak, başlangıç sermayesini oluşturmak, çalışma mekânları oluşturmak, uzman kadrolar oluşturmak, birimler arası sağlıklı iletişim sistemleri kurmak, gizlilik mekanizmasını tesis etmek, kontrol ve takip sistemlerini kurmak, örtülü ödenek sistemini kurmak…” şeklinde 15 maddenin sıralandığı, “Sızma ve denetim süreci” başlığı altında; “…Mevcut devlet işleyişinin analizini yapmak, Mevcut kadrolara alternatif adaylar belirlemek ve eğitmek, Sızma stratejileri geliştirmek (Yargı, Emniyet, Eğitim, Sağlık, İstihbarat, Ordu, Sivil yer altı örgütleri (mafya), sivil toplum örgütleri ve meslek odaları, kooperatifler ve birlikler, medya, camiler ve tarikatlar), Denetleme mekanizmaları oluşturmak…” tan bahsedilen Devletin Yeniden Yapılanması İçin Öneriler (Mastır plan ön çalışması)  isimli doküman,

-Sanıklar Veli Küçük, Doğu Perinçek ve Tuncay Güney’den ve ayrıca İşçi Partisi İstanbul İl Örgütü Binası’nda gerçekleştirilen aramadan elde edilen ve ‘1-Ergenekon Başkanlığı 2-İstihbarat Dairesi Komutanlığı 3-İstihbarat Analiz ve Değerlendirme Dairesi Komutanlığı 4-Operasyon Dairesi Komutanlığı 5-Finansman Daire Başkanlığı (Sivil) 6-Örgüt İçi Araştırma Dairesi Komutanlığı 7-Teori Tasarım ve Planlama Dairesi Başkanlığı (sivil) “Kontrol dairesi”’ başlıkları altında Ergenekon Terör Örgütü’nün yapılanmasına dair bir çerçevenin ‘Strateji Grubu’ imzasıyla bir üst makama gönderilmek üzere hazırlandığı  Ergenekon, Analiz Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi / İstanbul–29 Ekim 1999 isimli doküman,

-Sanıklar Veli Küçük, Ümit Oğuztan ve Mehmet Zekeriya Öztürk’ten ele geçirilen ve Ergenekon Terör Örgütü ile Pkk/Kongra-Gel Terör Örgütünün bağlantısının anlatıldığı Octobus (State Organized Crime) Mafia (La Cosa Nostra) / İstanbul, Eylül 2000 isimli doküman. Yine aynı bağlantıyı açığa çıkardığı ileri sürülen ve sanıklar Veli Küçük ve Ümit Oğuztan’dan elde edilen Panzehir, Etnik/Bölücü Operasyonların Tasfiyesi, Kürt Hareketi ve Türk-Kürt Kardeşliği / İstanbul 27 Mart 2000 isimli doküman.

Ayrıca dijital dokümanların yanı sıra gizli tanıklar Ahmet ve Dilovası’nın ifadelerinin de (inter alia) Ergenekon Terör Örgütü ile DHKP-C ve Hizbullah Terör Örgütlerinin bağlantıları konusunda delil teşkil ettiği de birinci Ergenekon iddianamesinde ayrıntılarıyla belirtilmiş, medyanın, devlet kurumlarının ve sivil toplumun ele geçirilmesi üzerine hazırlanan plan ve çalışmalara ait benzer dokümanlar ve pek çok gizli tanık ifadesi deliller arasında yer almıştır. Bunlara ek olarak suikast planlarına ilişkin krokiler (örneğin Yargıtay binasının şeması) de sanıklardan ele geçirilen deliller arasındadır.

 İkinci ve Üçüncü Ergenekon İddianameleri

Aynı soruşturmanın devamı niteliğinde olan diğer bir soruşturma sonucu 56 Şüpheli hakkında 08.03.2009 tarih ve 2009/51 sor- 2009/268 esas ve 2009/ 188 sayılı iddianame ile İstanbul 13.  Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/ 85 esas sayılı dosyasına kayıtlı 2. Ergenekon Davası olarak adlandırılan kamu davası 25 Mart 2009’da açıldı. Devamında 52 şüpheli hakkında 2009/1498 sor- 2009/751 esas ve 2009/565 sayılı iddianame ile yine İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/191 esas sayılı dosyası ile üçüncü bir kamu davası açıldı. İkinci ve üçüncü iddianamelerle açılan kamu davaları (2009/85 esas ve 2009/191 esas) 7 Ağustos 2009 tarihinde 2009/191 esas numaralı dosyada birleştirildi. 2008/209 esas sayılı ilk açılan davanın da 2009/191 esas numaralı dosyada birleştirilmesine 27 Nisan 2012 tarihinde karar verildi. Mahkeme, ‘iddianamelerinin birleştirme istemli olarak açılmış olması her iki dosyada ele geçtiği iddia olunan belgeler, telefon konuşma kayıtları ve sair belgeler ile bu dosya sanıklarına isnat edilen eylemler arasında paralellik ve bağlantı […] ve her iki dosyadaki eylemlerin iddia olunan Ergenekon Terör Örgütünün faaliyetleri kapsamında değerlendirildiği yönündeki iddiaların varlığı karşısında Yargıtay 9. Ceza Dairesinin, aynı örgütün kuruluşu ve terör örgütü olarak tespiti aşamasında görülmekte olan farklı dosyalar üzerinde yürütülen davaların bir arada yargılamaların yapılması gerektiği yönündeki yerleşik içtihatları da göz önünde bulundurularak’ birleştirme kararı verdiğini açıkladı.

2009/188 sayılı ikinci Ergenekon iddianamesinde, Emekli Orgeneral ve eski Jandarma Genel Komutanı Mehmet Şener Eruygur, Emekli Orgeneral ve eski 1. Ordu Komutanı Ahmet Hurşit Tolon, Emekli Tuğgeneral ve eski Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Levent Ersöz, Emekli Albay ve eski İstihbarat Jandarma Teknik İstihbarat Daire Başkanı Atilla Uğur, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi ve Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, Anakara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Yeni Parti Genel Başkanı, gazeteci ve televizyoncu Tuncay Özkan, gözaltında işkence yaptığı iddiasıyla meslekten ihraç edilen eski İstanbul Organize Suçlar Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan, JİTEM’in kurucularından emekli Albay Arif Doğan, eski Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz, Kadıköy Atatürkçü Düşünce Derneği eski başkanı Birol Başaran, Kuvayi Milliye Derneği yöneticisi İbrahim Özcan ve yazar Erol Mütercimler gibi isimler yer alıyor.

İkinci Ergenekon iddianamesinde, Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde ‘dönemin Jandarma Genel Komutanı Mehmet Şener Eruygur ve Levent Ersöz tarafından, görev yaptıkları birimde, devletin kendilerine tahsis ettiği imkânları ve yetkileri kullanarak tamamen Ergenekon terör örgütünün amaç ve hedefleri doğrultusunda’ Cumhuriyet Çalışma Grubu isimli yasadışı bir yapılanma oluşturulduğu belirtiliyor. Bu yasadışı grubun 2003-2004 yıllarında askeri darbeye zemin oluşturma çalışmaları yaptığı, bu çerçevede Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven isimli darbe planlarının hazırlandığı ileri sürülüyor. İddianamede, Cumhuriyet Çalışma Grubunun Mehmet Şener Eruygur’un Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde bulunduğu mevkiin imkânlarını kullanarak İstihbarat Yönetim Şube Müdürlüğü isimli birim vasıtasıyla 2003 yılında faaliyete geçirildiği ve Ergenekon terör örgütünün amaçlarına ulaşmak için kullanıldığı iddiasına, Mehmet Şener Eruygur’un emekli olduktan sonra başkanlığını yaptığı Atatürkçü Düşünce Derneği’ndeki odasından ve Hurşit Tolon’dan ele geçirilen CD’lerde yer alan sunumlar ve slâytlar delil olarak gösteriliyor. Bahsi geçen dört ayrı darbe planına ise dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait olduğu tespit edilen (2007 yılında Nokta dergisinde yayınlanan) günlüklerde ve Mustafa Balbay’a ait olduğu tespit edilen (ve Özden Örnek’e ait günlüklerdeki bilgileri doğrulayan) notlarda yer alan bilgiler delil olarak gösteriliyor.

Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına, Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın 5 Aralık 2009 tarihinde Ergenekon soruşturması kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadeleri alındı. Görev yaptıkları dönemde Ergenekon terör örgütü yöneticileri ile birlikte iştirak ettikleri eylemler ile ilgili evrak, Ergenekon terör örgütü ile irtibatları tespit edilemediğinden ayrıldı. Daha sonra 2010 yılında Taraf gazetesinde yayınlanan Balyoz Darbe Planı hakkında 2010/283 esas numarasıyla açılan davada, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi (TCK’nın (mülga) 250. Maddesiyle görevli ve yetkili) 2012/245 sayılı gerekçeli kararıyla, eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, eski Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına ve eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek hakkında, ‘Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini, cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek’ suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi ve cezalar eksik teşebbüs hükümlerine göre 20 yıla indirildi. Karar şu anda temyiz aşamasında ve savunmanın temel dayanağını darbe planına delil oluşturan dijital dokümanların sahteliği iddiası oluşturuyor. Bu iddialar hakkında Yargıtay tarafından yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz, aynı iddiaların ileri sürüldüğü Ergenekon Davası yargılaması için de emsal oluşturacak. Zira Balyoz davası sanıklarının AİHM’e yaptıkları başvurularda mahkemenin verdiği kararlar da bazı Ergenekon sanıklarının yaptıkları başvurular sonucunda AİHM’nin verdiği kararlarla paralellik gösteriyor.

İkinci Ergenekon iddianamesinde, Ergenekon terör örgütünün özellikle yönetici kadrolarının Türk Silahlı Kuvvetleri ve çeşitli devlet kurumlarında önemli mevkilerde görev alan kişilerden oluştuğu, emekliliklerine müteakip eylem ve faaliyetlerine devam ettikleri, amaçlarını gerçekleştirmek için devlet kurumlarında ve TSK’da gerekli desteğe ve bu sayede teşebbüs ettikleri faaliyetleri gerçekleştirecek silah ve mühimmata sahip oldukları belirtiliyor. Bu tespitler doğrultusunda şüphelilerin, silahlı örgüt kurmak ve yönetmek (TCK 314/1), cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs etmek (TCK 311/1), cebir ve şiddet kullanarak yürütme organını ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek (TCK 312/1), halkı Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı bir isyana tahrik etmek (TCK 313/1), kişilerin siyasi felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydetmek (TCK 135/2, 43, 137/1-a), devletin güvenliğine veya iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belge veya vesikaları, geçici de olsa, bunları tahsis olundukları yerden başka bir yerde kullanmak amacıyla hileyle almak (TCK 326/1, 327/1), adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (TCK 288) vb. suçlamalarla ayrı ayrı cezalandırılmaları talep ediliyor.

2009/565 sayılı üçüncü Ergenekon iddianamesinde, soruşturmanın gelinen aşamasında Ergenekon terör örgütünün darbe zemini oluşturmak amacıyla Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba atılması ve Danıştay saldırısı eylemlerini toplumda infial oluşturmak amacıyla gerçekleştirdiğinin sabit olduğu belirtiliyor. Ayrıca yine aynı amaç doğrultusunda örgütün planladığı tespit edilen eylemler, ele geçirilen deliller ışığında şu şekilde sıralanıyor:

-Yargıtay mensuplarına suikast hazırlığı (İşçi Partisi Ankara Genel Merkez binasında ele geçirilen CD içerisindeki ‘YARGITAY’ isimli PDF dosyasında yer alan krokiler delil olarak gösteriliyor),

-NATO tesislerine saldırı hazırlığı (İşçi Partisi Genel Merkezinden ele geçirilen birçok örgütsel içerikli dijital bulgunun yanı sıra, Genelkurmay Başkanlığı ve değişik askeri şahıslar ile MİT Müsteşarlığına ait çok sayıda gizlilik dereceli dokümanlar ve Ulusal Kanal Muhabiri şüpheli Hayati Özcan’ın ev ve işyerindeki aramalarda ele geçirilen ve NATO Karargâhına ait GİZLİ içerikli çok sayıda dijital doküman delil olarak gösteriliyor),

-2005 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’a yönelik suikast hazırlığı (İşçi Partisi genel merkezinden ele geçirilen ve Yaşar Büyükanıt’ın çeşitli ziyaretleri sırasında izlenecek koruma planlarının yer aldığı dijital dokümanlar delil olarak gösteriliyor),

-2007 yılı içerisinde gazeteci yazar Fehmi Koru ve yazar Orhan Pamuk’a yönelik silahlı saldırı hazırlığı (şüpheli Kuvayi Milliye Derneği Başkanı Mehmet Fikri Karadağ ve etrafındakiler hakkında soruşturma sırasında yapılan teknik takip çalışmaları sırasında bahsi geçen yazarlara silahlı saldırı hazırlığıyla ilgili şüphelinin diğer şüpheliler Veli Küçük ve Sevgi Erenol ile bu konuda toplantılara katıldığının tespit edildiği ileri sürülüyor ve bu teknik takip kayıtları delil olarak gösteriliyor),

– 2007 yılı içerisinde Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’e, DTP Milletvekilleri Sebahat Tuncel’e ve Ahmet Türk’e yönelik silahlı saldırı hazırlığı (yine Mehmet Fikri Karadağ’a soruşturma sırasında yapılan teknik takip sonucu şüphelinin diğer şüphelilerden Veli Küçük ile bu konuda görüştüğünün ve Selim Akkurt isimli tetikçi ile bu saldırıları gerçekleştirmesi için bağlantı kurduğunun tespit edildiği belirtiliyor ve bu kayıtlar delil olarak gösteriliyor),

-Kamuoyunda Susurluk Davası olarak bilinen dava ile ilgili olarak; Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 15.1.2002 gün ve 2001/16176 Esas -2002/125 sayılı kararıyla uygun bulunarak onaylanan İstanbul 6. DGM’nin 12.2.2001 gün ve 180 esas- 36 sayılı kararıyla, 765 sayılı TCK’nın 313. maddesi gereğince “Cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekkülün yöneticiliğini yapma” suçundan hapis cezasına mahkum edilen ve hayatının sonuna dek kamu hizmetlerinden yasaklanmasına hükmedilen, şüpheli eski Özel Harekat Dairesi başkanı İbrahim Şahin’in evinde yapılan aramalardan ve hakkındaki teknik takipten elde edilen çok sayıda eylem planı, kroki ve fotoğrafların delil olarak gösterildiği;

-Ermeni asıllı Minas Durmaz Güler’e yönelik suikast hazırlığı,

-Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan’a yönelik suikast hazırlığı,

-Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız’a yönelik suikast hazırlığı,

-Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri Kazım Genç’e yönelik suikast hazırlığı,

-Ankara’daki Optimum Alışveriş Merkezine yönelik bombalı saldırı planı

Şüpheli İbrahim Şahin’den ele geçirilen S-I isimli dokümanda pek çok suikast ve tedhiş planının yer aldığı, hâlihazırda pek çok Silahlı Kuvvetler mensubuyla ve Emniyet mensubuyla görüşme halinde olduğunun tespit edildiği belirtiliyor. Elde edilen belgelerde yer alan adreslerden Ankara Gölbaşında, aralarında uçaksavar mermisi ve gaz bombalarının da yer aldığı çok sayıda silah ve bombanın yer aldığı bir mühimmat deposu ortaya çıkarıldı. İbrahim Şahin savunmasında kendisinin yasal bir görevi icra ettiğini ve çok yakında devlet tarafından kurulacak olan Terörle Mücadele müsteşarlığının başına getirileceğini ileri sürdü.

-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik suikast planı (şüpheli Mustafa Dönmez’in evinde yapılan aramada ele geçirilen ve Başbakan’ın evinin bulunduğu sokağın krokilerinin ve uydu fotoğraflarının yer aldığı dokümanlar delil olarak gösterilmiştir).

Ayrıca şüpheli Mehmet Dönmez’in ikametinde aralarında uzun menzilli silahların da yer aldığı çok sayıda silah ve mühimmat ele geçirildi.

Üçüncü Ergenekon iddianamesinde, aralarında yazar Yalçın Küçük, Başkent Üniversitesi Rektörü, Doktor ve Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Mehmet Haberal, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Erol Manisa, İnönü Üniversitesi eski Rektörü Fatih Hilmioğlu, Ondokuzmayıs Üniversitesi eski rektörü Ferit Bernay, Uludağ Üniversitesi eski rektörü Mustafa Yurtkuran, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) eski Başkanı Kemal Gürüz, Milli Güvenlik Kurulu eski Genel Sekreteri emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, Türk Metal Sendikası eski Başkanı Mustafa Özbek, Özel Harekât Dairesi eski başkanı İbrahim Şahin’in ve çok sayıda polis memuru ve Jandarma astsubayın bulunduğu şüpheliler, silahlı terör örgütü kurmak, yönetmek, üyesi olmak vb. suçlamaların yanı sıra yine, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs etmekle suçlanıyor.

Soruşturma Kapsamındaki Diğer Davalar

Birleştirilen bu üç ana davayla daha önce birleştirilen diğer davalar da göz önünde bulundurulduğunda tek dosya üzerinden derdest durumda olan 2009/191 esas numaralı Ergenekon Terör Örgütü davasında 22 farklı iddianame ile suçlanan 66’sı tutuklu 278 sanık yargılanıyor. İlk iddianame ile birleştirilen davalar arasında Danıştay Saldırısı Davası (Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi 2009/5 esas), Cumhuriyet Gazetesine Saldırı Davası (İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi 2009/31 esas) ve Fener Rum Patriğine Suikast Girişimi Davası (İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi 2010/145 esas) bulunuyor. İkinci İddianamenin de birleştirildiği üçüncü iddianame sonucu açılan kamu davasıyla birleştirilen davalar arasındaysa; ‘İrtica ile Mücadele Eylem Planı’ adlı belgeye ilişkin dava (İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 2010/106 esas), Şile Kazıları Davası (İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi 2011/53 esas), İnternet Andıcı Davası (İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 2011/150 esas) ve İnternet Andıcı soruşturması kapsamında ek iddianame ile eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkında açılan dava (İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 2012/4 esas) bulunuyor.

Ayrıca Kafes Eylem Planı Davası (İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi 2010/146 esas) ile birleştirilen ve Poyrazköy Davası olarak anılan dava da Ergenekon soruşturması kapsamında düzenlenen iddianameler sonucu açıldı (İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi 2010/34 esas). Halen (2010/34 esas numarası ile) derdest durumda bulunan ve ilgili diğer davalarla da birleştirilen bu davada, Deniz Kuvvetleri içerisinde yasadışı darbe planları yapan bir grubun ve Ergenekon Terör Örgütünün amaçlarını gerçekleştirmek için faaliyet gösteren ve mühimmat depolayan hücre yapılanmalarının içerisinde yer aldığı iddia edilen 85 asker şahıs yargılanıyor. Bunun yanı sıra Zirve Yayınevi Davası (Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi 2007/125 esas) olarak bilinen ve Malatya’da bir yayınevinde çalışan üç Hıristiyan şahsın katledilmesiyle ilgili davanın da Ergenekon soruşturması kapsamına alındığı (08.06.1012 tarih 2007/383 sor- 1012/114 esas ve 2012/98 sayılı) bir ek iddianame düzenlendi. Bu iddianamede Zirve Yayınevi Cinayetinin, Ergenekon Terör Örgütü’nün Malatya’daki hücre yapılanmasının faaliyeti olduğu ileri sürülüyordu ve açılan dava (Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi 2012/157 esas) halen Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden (2007/125 esas) Zirve Yayınevi Davası ile birleştirildi. Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayetlerinin de Ergenekon Terör Örgütünün farklı hücre yapılanmalarının faaliyeti olduğu ve askeri darbeye zemin hazırlamak için gerçekleştirildiği ileri sürülen iddianame sonucu açılan davada dönemin Malatya İl Jandarma Alay Komutanı emekli Albay Mehmet Ülger ve emekli Orgeneral Hurşit Tolon sanıklar arasında yer alıyor.

Ergenekon Davasının Kovuşturma Aşaması

Ergenekon davası ilk duruşmasından itibaren, yapımı 2008 yılında tamamlanan Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü içerisinde yer alan duruşma salonlarında görülüyor. Yer itibariyle bu kurum şehir dışında bulunuyor ve kuruma girişte sıkı güvenlik tedbirleri uygulanıyor. 2013 yılı başında davaya bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin açıklamış olduğu istatistiklere göre; Haftanın 4 günü duruşma yapıldı. 57’si sanık ve müdafilerin talepleriyle olmak üzere 120 celse boyunca toplam 151 tanık dinlendi. Dinlenilmesini kendilerinin talep ettikleri tanıkların dinlenilmesi sırasında sanıklar yazılı ve sözlü sorularıyla, sanık müdafileri ise sesli ve görüntülü kayıt altına alınan şifahi sorularıyla huzurdaki tanıklara çok sayıda soru sordu. Duruşmaların başladığı 20 Ekim 2008 yılından beri birleşen dosyalar da dâhil olmak üzere toplam 576 duruşma gerçekleştirildi. Duruşma tutanaklarının sayfa sayısı 39 binden, dosyadaki delillerin yer aldığı klasör sayısı 2500’den, mahkemenin verdiği ara kararların sayfa sayısı ise 7 bin 100’den fazla. Sanıkların kullandıkları cep telefonlarının baz istasyonlarını gösteren HTS kayıtları, çeşitli konularda 100’den fazla naip hakimin inceleme raporu, sanıklardan elde edilen dijital delillerin tamamı dosyadaki bu klasörlerde yer alıyor. Davada ayrıca 30’un üzerinde gizli tanık yer alıyor.

Davanın görüldüğü duruşma salonuna cep telefonuyla girilmesi ve sesli ya da görüntülü kayıt alınması yasak. Duruşma salonunun pek çok yerinde tavandan sarkıtılan mikrofonlar yer alıyor. Sanık ve müdafilerine savunma için 15’er dakika süre veriliyor. Süre aşıldığı takdirde mikrofon kapatılıyor. Tutuklu sanıklar Silivri Ceza İnfaz Kurumunun yüksek güvenlikli bölümünde tutuluyor. Dava başladığından beri hastalanan ve hayatını kaybeden pek çok sanık bulunuyor. Davanın pek çok duruşmasında sanıklar ve/veya avukatları tarafından mahkemenin tarafsızlığı ve yargılamanın adilliği konusunda sert çıkışlar yapıldı ve mahkeme başkanı tarafından bazı sanık ve avukatlar mahkemeyi aşağılayan sözleri sebebiyle duruşmalardan men edildi. Aynı sebeple bazı avukatlar hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Sanıklar, haklarındaki suçlamaları bilmedikleri, delillerin sahte olduğu, gizli tanıkların ifadelerinin savcılık ve emniyet yetkilileri tarafından hazırlandığı, davada soruşturmayı yürüten savcıların, emniyet yetkililerinin ve mahkeme üyelerinin Fethullah Gülen’e ait cemaatin üyesi oldukları ve bu cemaatin çıkarları doğrultusunda davayı yürüttükleri gibi pek çok iddiada bulundular.

Hukukçular Derneği, Demokratik Toplum Partisi, İnsan Hakları Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği ve Diyarbakır Barosu gibi suçtan zarar gören sıfatıyla davaya müdahil olmak isteyen kurumların müdahillik talepleri mahkeme tarafından reddedildi. Bunun yanı sıra sanıklardan bazıları tarafından kişisel bilgileri ve telefon görüşmeleri kaydedilen adli tıp uzmanı ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın, Cumhuriyet Gazetesinin, Danıştay Başkanlığının müdahillik talepleri ise kabul edildi. Davanın 18 Mart 2013 tarihli duruşmasında savcılar esasa ilişkin 2271 sayfalık mütalaalarını açıkladılar. Sanıkların pek çoğu avukatları aracılığıyla yaptıkları açıklamalarda bu mütalaanın savcılara geri iade edilmesi gerektiği hukuksuz ve yok hükmünde olduğu iddiasında bulundular. Sanıklar hakkında ağır cezalar talep edilen mütalaanın açıklanmasının ardından davanın 8 Nisan 2013 tarihinde yapılacak olan duruşması, Cumhuriyet Halk Partisi, İşçi Partisi, Türkiye Gençlik Birliği, Atatürkçü Düşünce Derneği gibi siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının çağrısı ile otobüslerle pek çok farklı ilden gelen ve sanıkların serbest bırakılmasını talep eden binlerce kişinin Silivri Ceza İnfaz Kurumu önünde protesto amacıyla toplanması ve güvenlik güçlerinin kurmuş olduğu barikatların protestocularca aşılmak istenmesi sonucu çıkan olaylar nedeniyle 11 Nisan 2013’e ertelendi. Güvenlik güçleri protestocu gruba biber gazı ve tazyikli suyla sert bir şekilde müdahale etti ve daha sonra katılan kurumların yöneticileri ve CHP milletvekilleri hakkında soruşturma başlatıldı.

11 Nisan 2013 tarihinde davanın 284. duruşması gerçekleştirildi ve sanıkların usule ilişkin talepleri dinlendi. İddianamede yer almayan suçlamalar sebebiyle mütalaada cezalandırılmalarının istendiği, suç tarihi ve sevk maddesi gibi konularda çelişkiler bulunduğu, haklarında soruşturma kararı henüz alınmamışken telefon görüşmelerinin dinlendiği ve kayıt altına alındığı, talep ettikleri tanıkların dinlenmediği ve soruşturma için kendilerine ve avukatlarına yeterli süre verilmediği gibi iddialar sanıkların iddiaları arasında yer alıyor. Ayrıca duruşma salonu içerisinde bariyerlerin ve tavandan sarkıtılan mikrofonların bulunması sebebiyle sanıkların avukatları ve dinleyicilerle hiçbir temas kuramadıkları ve basına rahat çalışması için ortam sağlanmadığından aleniyet ilkesinin ihlal edildiği de sanık avukatları tarafından ileri sürülen iddialardan bazıları.

15 Nisan 2013’te yapılan bir sonraki duruşmada sanıkların esas hakkındaki mütalaaya ilişkin savunmalarının alınmasına başlandı. Mahkeme savunma için örgüt yöneticiliği ile suçlanan sanıklara ve avukatlarına 2 saat, örgüt üyeliği ile suçlanan sanık ve avukatlarına ise 1 saat süre verildiğini açıkladı. Açıklanan süreler sanıklar ve avukatlarınca yetersiz bulundu ve tepkiyle karşılandı. Bunun üzerine mahkeme başkanı; tanınan sürelere uyulduğu takdirde bile savunmaların alınmasının 80 duruşma yani 5 aylık bir süre gerektireceğini, sanıkların savunmalarını yazılı olarak da sunabileceklerini, 278 kişinin yargılandığı davada 4 yılı aşkın bir süredir davanın kesintisiz bir biçimde devam ettiğini, bu süre zarfında 177 celse boyunca sanıkların ve avukatlarının bazen 1 veya 2 gün savunma yaptıklarını hatta bazen savunmalarıyla ilgili olmayan konularda konuştuklarını, bu konuları defalarca gündeme getirdiklerini, savunma amacının dışına çıktıkları halde yüzyüze yargılama ilkesinden beklenen maslahatın mahkemece fazlasıyla gerçekleştirildiğini, yargılamanın makul sürede bitirilmesinin kendileri için bir görev sanıklar içinse bir hak olduğunu belirterek bu sürelerin yeterli olduğunu bildirdi. Duruşmada hazır bulunan pek çok sanık savunmalarının hazır olmadığını belirtti. Mahkeme sanıkların bir dahaki celsede de savunma yapmamaları halinde susma haklarını kullandıklarının kabul edileceğini sanıklara bildirdi. Dava 22 Nisan 2013’e ertelendi.

Savcılığın Esasa Dair Mütalaası

Savcılar Mehmet Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın ve Murat Dalkuş’un hazırladıkları esasa ilişkin mütalaada 64 sanık için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor, 67 tutuklu sanığın 6’sı için tahliye talep edilirken, tutuksuz sanıklardan 20’si içinse yakalama kararı çıkarılması talep ediliyor. Mahkeme ara kararında tahliye ve yakalama taleplerini reddetti, tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verdi. Mütalaanın ilk bölümünde Soruşturma Safhası başlığı altında soruşturmaya esas teşkil eden olaylar özetleniyor ve dava sanıklarının soruşturmaya dahil edilme sebepleri ve sanıklar arasındaki bağlantılar telefon dinleme kayıtlarına ve elde edilen delillere de atıf yapılarak belirtiliyor. İkinci bölümdeyse iddianameler ve birleştirilen davalar sıralanıyor. Mütalaanın üçüncü bölümünde Ergenekon Terör Örgütü hakkında daha önce sonuçlanan bir yargılama bulunmadığından, sanıkların kendilerine yüklenen suçlar karşısında hukuki durumlarının tayin edilebilmesi için öncelikle Ergenekon Terör Örgütünün varlığının ya da yokluğunun, var kabul edildiği takdirde niteliğinin açıklığa kavuşturulması gerektiği belirtiliyor. Ergenekon Terör Örgütünün Varlığı Tartışması başlığı altında 425 sayfalık bir bölümde örgütün varlığını kanıtlayan deliller açıklanarak sıralanıyor ve ele geçirilen örgüte ait belgeler ayrıntılı olarak ele alınıyor. Bu deliller sıralanırken 2001 yılında başka bir suçtan tutuklandığı sırada İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nde sorgulanan Tuncay Güney’in beyanları ile başlatılan örgüt hakkındaki proje çalışmasının yine örgüt tarafından engellendiğinin tespit edildiği belirtiliyor. Kendisine işkence yapıldığının gönderilen mülakat kaydından anlaşıldığı beyanlarının tek başına delil teşkil etmediği ancak ‘suç ihbarı’ sayıldığı belirtiliyor. Örgütün varlığını kanıtlayan delillerin ve örgüte ait belgelerin sanıkların savunmaları da dikkate alınarak tek tek tartışılmasının ardından, farklı zaman ve yerlerden ele geçirilen ve birbirlerini büyük oranda teyit eden kanuni delillere göre “Ergenekon isimli bir terör örgütünün sabit olduğu’ nun mütalaa edildiği belirtiliyor.

Örgütün niteliği konusundaysa ilk Ergenekon iddianamesinden bu yana savcılığın tespitlerinin netleştiğini ve ‘değiştiğini’ görüyoruz. Zira ilk iddianamenin Ergenekon Terör Örgütü başlıklı II. Bölümünün, Devlet içinde Ergenekon türü bir yapılanma olabilir mi? sorusuna cevap aranan 2. kısmının Devletin Resmi Kurumlarından Alınan Cevaplara Göre Değerlendirme başlıklı D bendinde özetle; “Ergenekon isimli oluşumun Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hiçbir kurumuyla alakasının olmadığı, devlet içinde resmen böyle bir yapının bulunmadığı […] örgütün devlet içinde yapılanmaya çalışan illegal bir örgüt olduğu sonucuna ulaşılmıştır” deniyor ve akabinde; “Derin devlet tanımının aksine olarak ERGENEKON terör örgütünün soruşturma kapsamında elde edilen deliller ve belgelerinden devletin çıkar ve menfaatlerinden çok kendi ideolojik görüşlerinin hakim olması ve devleti demokratik olmayan yollardan baskı, sindirme, terör yöntemleri kullanarak yönetmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca örgüt bu yoldan etkin olabilmek ve gizli hakim güç konumunu sürdürebilmek için Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk Milletinin gözbebeği olan Türk Silahlı Kuvvetleri, MİT, Yargı, İstihbarat Birimleri, Emniyet Teşkilatından başka siyasi partilere kadar sızmayı amaç edindikleri görülmektedir (vurgu sonradan eklenmiştir)” deniyor. Alıntılanan bu paragraflardan ilk iddianamede savcılar tarafından Ergenekon terör örgütünün derin devlet (state behinde) olarak tabir edilen türde bir yapılanma olmadığı, hatta derin devlet tanımında devletin çıkar ve menfaatlerinin hakim olduğunun düşünüldüğü sonucu çıkıyor. İlk iddianamedeki bu isabetsiz tespit neredeyse 5 yılı bulan yargılama süreci boyunca yaşanan tartışmalar ve yeni bulgular sonucu, esasa ilişkin savcılık mütalaasında değiştiriliyor.  Zira mütalaanın üçüncü bölümünün sonunda Ergenekon yapılanması daha isabetli bir tespitle:  “[…] NATO’ya bağlı Avrupa Devletlerinde Kontgerilla denilen gizli örgütlenmelerin varlığı, bu gizli örgütlenmelere her Devletin tarih ve kültürüne göre değişik adlar verildiği, bunlardan en çok bilinenlerinin İtalya”daki ”Gladio” Fransa’daki ”Rüzgârgülü”, Yunanistan’daki ”Koyun Postu” ve Belçika’daki ”Kılıç” isimli örgütler olduğu,  Avrupa Devletlerinin on yıllar öncesinde hukuk dışı bu gizli örgütleri ortaya çıkartıp tasfiye ettiği, sorumlularını yargıladığı bugün için genel geçer, aynı zamanda doğru olan bir bilgidir. Ülkemizde adına ”Derin devlet” de denilen Kontrgerilla örgütünün varlığı Başbakan Bülent Ecevit dâhil birçok kişi tarafından kamuoyuna duyurulmuştur. Bu konuda sayısız yayın yapılmıştır. Bunun dışında, Derin devlet, Gladyo veya Kontrgerilla şeklinde adlandırılan kanun dışı yapılanmanın varlığı ve Terör Örgütü niteliğinde olduğu, kamuoyunda belli ve açık bir husus olarak görülmüş, özellikle bu yapılanmanın varlığı konusundaki tespite nerede ise kimse tarafından itiraz edilmemiştir.

Her yönden stratejik bir konumu olan Türkiye 1952”den itibaren NATO üyesidir. Tasfiye edilene kadar Avrupa devletlerinde var olan Kontrgerilla örgütü konusunda ülkemizde bugüne kadar bir yargılama olmamıştır. Avrupa’nın birçok devletinde, bir tesadüf sonucu Kontgerilla ”nın izine rastlanılmış ve bu fırsatlar değerlendirilmiştir. Türkiye’de Kontgerilla’yı tasfiye şansı 1996’da Susurluk’taki trafik kazası ile yakalanmıştır. Kırmızı bültenle aranan cinayet suçlusu Abdullah Çatlı, Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ ve Milletvekili Sedat Bucak aynı araçta iken kaza geçirmişlerdir. Bu olaya dair soruşturma ve dava, o dönemde oluşan toplum desteğine karşılık 14 kişi ile sınırlı kalmıştır. Davayı gören İstanbul ö.DGMnin kararında ”Susurluk civarında meydana gelen kazada silahlı teşekkülün bir bölümü su yüzüne çıkmıştır” denilmiştir. Soruşturmalarda ele geçen ve Ergenekon Terör Örgütüne ait olduğu konusunda kuşku bulunmayan örgüt belgeleri başta olmak üzere dosya kapsamındaki diğer delillere göre, Ergenekon un Avrupa’da adına Kontgerilla denilen gizli örgütün Türkiye’deki adı ve Ergenekon soruşturmasından 11 yıl önceki Susurluk kazası sonrasında ortaya çıkan yapının da aslında Ergenekon Örgütü’nün küçük bir hücresi olduğu, bu örgütlü yapıya ülkemizde, Avrupa’daki örneklerine uygun şekilde Türk kültürüne ait bir terim olan ”Ergenekon” ismi verildiği anlaşılmaktadır” şeklinde tanımlanıyor ve Ergenekon terör örgütünün NATO’ya bağlı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde yapılandırılan derin devletin adı olduğu kabul edilmiş oluyor.

Dördüncü bölümde Ergenekon Terör Örgütüne isnat edilen eylemler ve eylem planları ayrıntılı bir biçimde ele alınıyor. Örgüte isnat edilen eylemler 7 başlık altında inceleniyor. İlk başlıkta silahlanma, silah sağlama, silah bulundurma eylemleri yer alıyor. Bu eylemler şöyle sıralanıyor: 1)İstanbul Ümraniye Çakmak Mahallesindeki gecekonduda ele geçen el bombaları 2)Bursa Osmangazi ilçesinde Muzaffer Şenocak’ın arkadaşının evinde ele geçirilen bomba yapım malzemeleri 3)Eskişehir Hayriye Mahallesinde Fikret Emek’in annesinin evinde ele geçen el bombası ve diğer patlayıcılar 4)Sivas Gökçebostan Mahallesindeki Erdem Yolalan’ın evindeki aramada ele geçen el bombaları 5)Ankara Gölbaşında açık arazide yapılan aramada bulunan el bombaları ve diğer patlayıcılar 6)Sakarya Sapanca İlçesi Göldibi Mahallesindeki Fatma Dönmez’e ait evde ve Ankara Zir Vadisinde yapılan aramalar sonucu ele geçirilen el bombaları ve patlayıcılar 7)İstanbul Başakşehir İlçesi Şahintepe Mahellesi Muratdere Caddesi Lalezar Sokak No:37 sayılı adresteki Ulaş Özel’in üvey babası Mustafa Nemli’nin ikametinde ve yine aynı semt ve mahalledeki Ali Ekber Sokak No:6 sayılı binanın 3 ve 4 nolu dairelerinde yapılan aramalarda bulunan el bombaları ve patlayıcılar. Bu eylemler hakkında başlatılan soruşturmalar ve açılan davalar da anlatılarak sıralanıyor. Bu davalarda iddianamelerdeki anlatım, yüklenen suç ve uygulanması talep edilen kanun maddeleri, savunmalar ve netice belirtiliyor. Söz konusu silah ve mühimmatın Türk Silahlı kuvvetleri ve Ergenekon terör örgütü ile bağlantıları delilleriyle anlatılıyor. Diğer silahlanma eylemleri başlığı altındaysa aralarında Ahmet Tuncay Özkan ve Arif Doğan’ın da yer aldığı 52 sanığın usulüne uygun aramalarda elde edilen yasadışı silah ve mühimmat bulundurduklarının tespit edildiği belirtiliyor ve ayrıntılar anlatılıyor. Devlet sırlarına karşı eylemler başlığı altında aralarında Ahmet Hurşit Tolon, Mehmet Şener Eruygur, Mustafa Ali Balbay, Ahmet Tuncay Özkan ve Kemal Kerinçsiz’in de bulunduğu 44 sanığın gizli veya çok gizli ibareli resmi dokümanları ele geçirerek kullandıkları belirtiliyor ve bu suçların ayrıntılarına yer veriliyor. Özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı eylemler başlığı altında aralarında Ahmet Hurşit Tolon, Ahmet Tuncay Özkan, Ayşe Asuman Özdemir, Doğu Perinçek, Ergun Poyraz, Erol Manisa, Fikret Emek, Halil Kemal Gürüz, Hikmet Çiçek, İbrahim Şahin, Kemal Kerinçsiz, Levent Ersöz, Mehmet Şener Eruygur, Mustafa Ali Balbay, Levent Göktaş, Sevgi Erenol, Sinan Aydın Aygün ve Veli Küçük’ün de bulunduğu 62 sanığın örgüt faaliyeti çerçevesinde birden fazla kişinin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri birden fazla kez kişisel veri olarak kaydetmek ve ele geçirmek suçlarından ayrı ayrı cezalandırılması gerektiği mütalaa ediliyor.

Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar

Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı eylemler başlığı altında önce darbeye teşebbüs suçu tanımlanıyor, ardından Ergenekon Terör Örgütünün bu tanıma uyan eylemleri kronolojik sırayla anlatılıyor. Örgütün bu tanıma uyan ilk eylemi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesinden önce Başbakan Bülent Ecevit döneminde merhum Başbakana ve partisine karşı gerçekleştirdiği belirtiliyor. İstanbul (CMK 250. Maddesi ile Yetkili) Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 17.07.2009 tarih, 2009/1498 Soruşturma, 2009/751 esas ve 2009/565 sayılı iddianamesinde sanık Mehmet Haberal ile ilgili bölümde özetle; 2002 yılında Bülent Ecevit’in bazı çevrelerce görevinden uzaklaştırılmak istendiği ve sanık Mehmet Haberal’ın rektörü olduğu Başkent Hastanesi’nde Bülent Ecevit’e iş göremezlik raporu verilecek derecede kötüleşmesini sağlayacak yanlış bir tedavinin uygulandığı, ancak başbakanın son kontrole gitmeyip konutunda gizlice başka bir doktora muayene olması sonucu iş göremez raporu verilmesini engellediği ve iyileştiği iddialarının yer aldığı belirtiliyor. Bülent Ecevit’in koruma amirliğini yapan Recai Birgün’ün ve Başkent Hastanesinde tedaviyi bırakmasının ardından kendisini evinde muayene eden Doktor Mücahit Pehlivan’ın bu iddiaları doğrular nitelikteki beyanları ve tanıklıkları anlatılıyor. İstanbul Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan 19.01.2011 tarih ve 198 karar numaralı raporda da Bülent Ecevit’e Başkent Hastanesi’nde uygulanan tedavinin yetersiz olduğu sonucuna varıldığı belirtiliyor. Ayrıca aynı dönemde aynı planın parçası olarak sanıklardan Sinan Aygün’ün Bülent Ecevit’e vasi tayin edilmesi için mahkemeye başvuruda bulunduğu ancak Ankara 16. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin böyle bir kararı ancak parlamentonun verebileceğine ve Sinan Aygün’ün yaptığı başvurunun hakkın kötüye kullanımı olduğuna dair karar verdiği belirtiliyor. Medyanın belli bir kesiminin de sürekli Başbakan’ın vazifesini yerine getiremediğine dair küçük düşürücü yayınlar yaptıkları ifade ediliyor. Sonuç olarak sanıklar Mehmet Haberal ve Sinan Aygün’ün Başbakanın dolayısıyla hükümetin görevini yapmasını kısmen veya tamamen engel olmak eylemlerini gerçekleştirdiğine, sanık Tuncer Kılınç’ın Ergenekon Terör Örgütünün siyaset ve siyasetçilere yön verilmesi ve yönlendirilmesi faaliyetleri kapsamında Demokratik Sol Partiyi şekillendirme faaliyetlerini yürüttüğü sonucuna varılıyor.

Örgütün anayasal düzene ve işleyişine karşı suçları kapsamında 2003-2004 yıllarında ve sonrasında gerçekleştirdiği eylemler başlığı altında: Ergenekon terör örgütüne yönelik yapılan soruşturma aşamasında sanıklar Mehmet Şener Eruygur, Hasan Atilla Uğur, Mustafa Hüseyin Buzoğlu (Eldiven darbe planı) ve Mustafa Ali Balbay’dan ele geçirilen dijital verilerde 2003-2004 yıllarında gerçekleştirilmesi planlanan darbe planları, darbe planları çerçevesinde yapılan çalışmalar, (sanık Ahmet Hurşit Tolon’da Cumhuriyet Çalışma Grubu sunumları), yine sanıklarda dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek tarafından tutulduğu tespit edilen günlükler ve sanık Mustafa Ali Balbay’ın günlüklerinin ele geçirildiği belirtiliyor. Ele geçirilen deliller değerlendirildiğinde 2003-2004 yıllarında ve sonrasında gerçekleştirilen darbe suçları üç bölümde inceleniyor. Askeri müdahaleye zemin oluşturma çalışmaları adı altında, Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde illegal olarak oluşturulan ve yine illegal olarak söz konusu kurumun yetki ve bütçesini kullanan, sivil unsurların da dahil olduğu Cumhuriyet Çalışma Grubunun eylemleri açıklanıyor. Darbe planları adı altında Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven darbe planlarına ve uygulamalarına dair delil ve bulgular değerlendiriliyor. Son olarak askeri müdahaleye zemin hazırlanması planlarının uygulamaya geçirilmesine dair diğer deliller sıralanıyor. Bu deliller arasında demokrat generallerin yazdığı mektup, darbe planı ile ilgili yazılan mektuplar, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e yazılan bilgi notları, şüpheli Özden Örnek ve sanık Mustafa Ali Balbay’ın günlüklerinden darbe planlarına ve uygulamalarına ilişkin notlar, sanık Mustafa Ali Balbay’ın bilgisayarından çıkan darbe çalışmalarına ilişkin notlar, dönemin Genelkurmay başkanı tanık Hilmi Özkök’ün savcılık ve duruşma ifadeleri ve Gölcük Donanma Komutanlığından ele geçirilen belgeler sayılıyor.

Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı eylemler başlığa altında sayılan eylemlerin diğerleri: Cumhuriyet gazetesine 3 kez bomba atılması, Danıştay saldırısı, İrticayla mücadele eylem planı, internet siteleri ve internet andıcı, Hakan Saraylıoğlu’nun öldürülmesi, İşçi Partisi genel merkezinde bazı partililerin ruhsatsız silah bulundurduğu iddiası, cumhuriyet savcısı Zekeriya Öz’ün tehdit edilmesi eylemleri yer alıyor ve bütün bu eylemler hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmalar ile alınan neticeler sanıkların savunmalarına da yer verilerek açıklanıyor. Burada en dikkat çekici belgelerden biri, adı önce Psikolojik Daire Başkanlığı olan daha sonra Bilgi Destek Daire Başkanlığı olarak değiştirilen Genelkurmay Başkanlığı biriminde görevli Albay Dursun Çiçek imzalı İrticayla Mücadele Eylem Planı isimli belge. Bu belge Savcılığa bir ihbar mektubunun ekinde gönderilmişti. Üzerinde yer alan imza sanık Dursun Çiçek tarafından reddedilmiş, dönemin Genelkurmay başkanı ve Ergenekon davası sanığı emekli Orgeneral İlker Başbuğ bu belgenin sadece bir kağıt parçası olduğunu ileri sürmüştü. Ancak mütalaada belgenin üzerindeki imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğunun ve ilgili Genelkurmay Başkanlığı birimi için hazırlandığının 4 ayrı resmi raporla kanıtlandığı belirtiliyor.   İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesinin  2009 ve 2010 tarihli iki ayrı inceleme raporu, Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı Dairesi Başkanlığınca 2009’da hazırlanan rapor ve Genelkurmay Askeri Savcılığınca ”İrticayla Mücadele Eylem Planı” başlıklı belgede yer alan imza ile ilgili olarak Jandarma Kriminal Laboratuvarı ‘na yaptırılan inceleme sonucunda düzenlenen 16.03.2010 tarih ve 2010/145 sayılı rapor ile belgede yer alan imzanın sanık Dursun Çiçek’in eli mahsulü olduğu ve onun tarafından düzenlendiğinin şüpheye yer vermeyecek şekilde anlaşıldığı belirtiliyor.

Bir diğer önemli belge de yine bir ihbar mektubunun eki olarak gönderilen internet andıcı belgesi. İhbar mektubunda, andıca uygun olarak kamuoyunu yönlendirmek maksadıyla Genelkurmay tarafından işletildiği belirtilen 42 internet sitesi ile ilgili IP adresi incelemesi sonucu ilgili kurumdan sitelerin tamamına yakınının IP bloklarının Milli Savunma Bakanlığına yönlendirildiği cevabı alındığı belirtiliyor. Bu durum hakkında bilgi istenen Milli Savunma Bakanlığından alınan yazıda ise söz konusu internet sitelerine ait IP Bloklarının Genel Kurmay Başkanlığının ihtiyacı için Milli Savunma Bakanlığınca yönlendirildiğinin belirtildiği ifade ediliyor. Ayrıca ihbar mektubunda söz konusu internet sitelerinin alan adlarının Genelkurmayın ilgili birimindeki şube müdürlerinin o dönemde yeni aldıkları kredi kartları ile alındığının iddia edilmesi üzerine BDDK yetkililerince inceleme yapıldığı belirtiliyor. Yapılan incelemede, ihbarda ismi verilen İlker Ziya Göktaş adına 2009 yılında Ziraat Bankasından 061 no ile biten bir kredi kartı alındığı, söz konusu karttan; 22.04.2009 tarihinde name.com 8.99 USD, 23.04.2009 tarihinde namecheap.com 9.69 USD, 24.04.2009 tarihinde 2co.com*hosting 10.00 USD, 24.04.2009 tarihinde 2co.com*hosting 41.92 USD harcamalarının yapıldığı tespit ediliyor. Söz konusu harcamalar internet sitesi alan adı satın alınması ve hosting hizmeti sağlanmasına ilişkin olup, ihbarda örnek olarak verilen bilginin doğru olduğunun anlaşıldığı belirtiliyor. Benzer şekilde aynı birimde görevli Sedat Sözüer’in 2009, Dursun Çiçek’inse 2008 tarihlerinde aldıkları kredi kartları ile domain/hosting services harcamaları yaptıklarının tespit edildiği de ayrıca belirtiliyor. Böylece söz konusu internet sitelerinin Genelkurmay tarafından kurulduğu ve işletildiği kesinleşmiş oluyor. Bu internet sitelerinde Genelkurmay tarafından işletildiğine dair hiçbir ibare yer almadığı gibi, sitelerin yasal kuruluş amacı olan kuruma dair bilgilere de nadiren rastlandığı, ayrıca Genelkurmay Başkanlığının 2005 yılında personeline tavsiye ettiği siteler arasında dava konusu sitelerin bazılarının isminin yer aldığı mütalaada belirtiliyor.

Andıçta ismi yer alan tüm sanık ve tanıkların andıcın ve imzalarının doğruluğunu ifadelerinde kabul ettikleri ve andıcın hukuki olduğunu ileri sürdükleri belirtiliyor. Andıcın üzerinde yer alan ‘Sn. K’a Arz’ ifadesinin Sayın Komutan’a yani Genelkurmay Başkanına arz edileceği anlamına geldiğinin bizzat dönemin Genelkurmay II. Başkanı sanık Hasan Iğsız tarafından ifadesinde dile getirildiği belirtiliyor. Bu sebeple sanık İlker Başbuğ’un andıçtan haberinin olmadığına dair ifadelerinin gerçek dışı olduğu ileri sürülüyor. Sanığın söz konusu internet siteleri ve andıç vasıtasıyla örgütün kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerini icra ve organize ettiği, ayrıca İrticayla Mücadele Eylem Planı belgesi için ‘kağıt parçası’, Poyrazköy’de ele geçirilen ve Genelkurmaya ait olduğu belirlenen law silahları ile ilgili ‘boş boru’ tanımlaması yaparak, Amirallere suikast davasında iddianamede var olan suçlamaların iddianamede yer almadığı yönünde açıklamalarda bulunarak ve benzer beyanlarıyla devam etmekte olan Ergenekon Terör Örgütü bağlantılı soruşturmaları itibarsızlaştırmaya çalıştığı ve bu yolla örgütün amaçlarına hizmet ettiği ileri sürülüyor.

Dördüncü bölümün sonunda Ergenekon Terör Örgütüne isnat edilen eylem planları sayılıyor ve açıklanıyor. Gayrimüslim din adamlarına karşı İsmet Reçber tarafından suikast yapılmasına ilişkin eylem planı ve Hüseyin Keskin’in eylem planı dışındakiler daha önce üçüncü Ergenekon iddianamesinden bahsedilirken sıralanan eylem planları listesinden oluşuyor. Mütalaanın son bölümündeyse 278 sanık hakkında ayrı ayrı hukuki değerlendirme yapılıyor ve son olarak genel talepler son iki sayfada özetleniyor. Mütalaada 64 sanık hakkında TCK’nın 312. Maddesi uyarınca ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi isteniyor. İddianamelerde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçundan dolayı cezalandırılması istenilen sanıkların, aynı zamanda Ergenekon terör örgütü yöneticisi veya üyesi olmak suçundan da cezalandırılmalarının istendiği belirtiliyor. Ancak, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 07.06.2011 tarih 2011/4205 esas, 2011/3247 karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere “5237 sayılı TCK’nın 314. maddesinde tanımlanan suç, devletin güvenliğine toprak bütünlüğüne, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütlerin kurucularını, yöneticilerini ve üyelerini cezalandırmaya yönelik hazırlık hareketlerini suç sayan ve yaptırıma bağlayan özel bir suç tipi olup; amaç suç işlendiğinde fail geçitli suçlardaki özellik nedeniyle, amaç suç ile amaç suça yönelik olarak gerçekleştirilmiş bulunan araç suçlardan ilgili hükümlere göre cezalandırılacak, ancak örgütün kurucusu, yöneticisi ve üyesi olmaktan ceza verilmeyecektir.” şeklinde ve benzer şekilde yerleşik kararları göz önünde bulundurularak araç suç olan örgüt yöneticiliğinden ceza verilmesinin istenmediği belirtiliyor. Yani darbeye teşebbüs amaç suç olduğundan bu suça ulaşmak için araç suç niteliğindeki silahlı örgüt kurmak ve yönetmek veya örgüt üyesi olmak suçlarından ceza istenmiyor.

Ayrıca 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nda yer alan tanıma uygun, hukuk dışı yapılanmaların tüm üyelerinin cebir şiddet içerikli eylemlerinin olması veya tüm terör örgütü mensuplarının silahlı olmasının gerekmediği, örgüt adına yapılan her eylem için de ayrı cebir unsuru aranmadığı sadece cebir ve şiddetin terör örgütü tarafından yöntem olarak belirlenmesinin yeterli olduğu ifade ediliyor. Bu suçları işleyenlerin resmi veya siyasi kimliği ne olursa olsun, suçların terör suçu, işleyenlerin ise terör örgütü yöneticisi veya üyesi olacakları belirtiliyor. TCK 312. Maddesinde yer alan darbeye teşebbüs suçunun da 3713 sayılı kanunun 3. Maddesinde sayılan terör suçlarından olduğu ve yine aynı Kanunun 5. Maddesi gereğince hükmolunacak cezaların yarı oranında arttırılacağı hükmünün yer aldığı belirtiliyor. Mütalaada ayrıca 96 sanığın TCK 314 (2) maddesi ve TMK’nın 5. Maddesi uyarınca örgüt üyeliği suçundan 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması talep ediliyor. Yukarıda sayılan bazı sanıkların ise ayrıca devlete ait gizli belgeleri bulundurmak, özel hayatın gizliliğini ihlal, izinsiz silah bulundurma ve vahim nitelikte ateşli silah bulundurma gibi suçlardan cezalandırılmaları talep ediliyor. Sanıklar arasında hakkında kasten adam öldürme, kasten adam öldürmeye teşebbüs, kasten adam öldürmeye azmettirme gibi suçlardan cezalandırılması talep edilenler de bulunuyor.

Davaya Yönelik Kamuoyuna Yansıyan Eleştiriler ve Tespitler

Ergenekon davası siyasi açıdan son derece hassas bir dava ve kamuoyunda davanın en başından hukuksuz ve dayanaksız olduğuna inanan bir kesim bulunuyor. Bu kesimin karşısındaysa davayı koşulsuz destekleyen ve davadaki hukuki hataları görmezden gelen bir başka kesim yer alıyor. Siyasi kutuplaşmanın bu denli keskin yaşandığı bir davada hukuki tespitlerin titizlikle ve tarafsızca yapılması gerekiyor. Öncelikle davanın dayanaktan yoksun ve amiyane tabirle düzmece olduğu iddialarına dair birkaç şey söylemekte yarar var. Bu iddiaları değerlendiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir kararıyla başlamak yerinde olacaktır.   Sanık Ahmet Tuncay Özkan, suç işlemiş olduğuna dair ‘inandırıcı nedenler olmaksızın’ yakalandığını ve tutuklandığını, Emniyet Müdürlüğündeki sorgusu sırasında insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye maruz kaldığını, tutukluluk süresinin aşırı olduğunu, adil yarılanma ve etkili bir iç hukuk yoluna başvurma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 2009 yılında başvuruda bulundu. Mahkeme, başvurucunun yakalanıp tutuklanması konusunu ‘inandırıcı nedenler’ başlığı altında inceledi ve bu konuda şu karara vardı:

‘Somut olayda, AİHM, başvuranın Ergenekon ismindeki bir suç örgütünün hükümeti şiddet yoluyla devirmek amacıyla faaliyetlere teşebbüs eden aktif üyelerinden biri olduğuna dair hakkında şüphe edilmesi sebebiyle onun özgürlüğünden mahrum bırakıldığını tespit etmektedir. AİHM, İdare’nin ulusal güvenlikten sorumlu bazı servislerinden gelen ve gizli olarak sınıflandırılan birçok belgeyi özellikle yasadışı olarak edinmiş, Ergenekon örgütü tarafından planlanan yayınları yapmak amacıyla bir televizyon kanalı kurmuş ve yönetmiş ve evinde örgüt adına patlayıcılar bulundurmuş olması yönünde başvuran hakkında şüphelenildiğini gözlemlemektedir. AİHM, başvuranın Ceza Kanunu tarafından şiddetle cezalandırılan üzerine atılı suçu işlemiş olacağına dair şüpheler hakkında başvuranın örgüt askerlerinin talimatı üzerine hareket ettiğini gösteren telefon dinlemelerine dair raporlar, başvuranın yakalanmasından önce Savcılık tarafından çeşitli aramaların yapıldığı sırada el konulan belgeler ve malzeme gibi delil unsurlarını dikkate almaktadır. Dolayısıyla, AİHS’nin 5. maddesinin 1. fıkrası bakımından başvuranın bir suç işlemiş olabileceğine dair “hakkında şüphelenilmesi için inandırıcı nedenlere” dayanarak yakalanıp tutuklanabileceği sonucu ortaya çıkmaktadır.’

AİHM aynı kararında başvurucunun sorgusu sırasında insanlık dışı muameleye maruz kaldığına dair iddiasını açıkça dayanaktan yoksun buldu. Mahkeme yargılama süresinin uzunluğu konusunda savcılığın, başvurucunun yakalanmasının ardından altı ay içerisinde iddianameyi hazırlamasını, ilgili ağır ceza mahkemesinin çalışmadan geçirdiği bir sürenin tespit edilememiş olmasını, davanın ve delillerin karmaşıklığını temel alarak yargılama süresinin makul süre dâhilinde olduğunu belirtti. Tutukluluk süresi ve bu süreye itiraz için etkili bir iç hukuk yolunun bulunmadığı iddiası hakkında karar verilmesini yargılamanın tamamlanmasından sonraya ertelemesi gerektiğini belirten mahkeme başvurucunun adil yargılanma hakkına dair diğer iddialarını kabul edilemez buldu.[1] Ayrıca AİHM, Ergenekon davası sanığı Mustafa Levent Göktaş’ın “Ergenekon’a ait silahları sakladığı, insanları örgütsel faaliyet için fişlediği […]” gerekçeleriyle ve yine Ergenekon davası sanığı Adil Serdar Saçan’ın “Ergenekon örgütünün varlığını ortaya koyan pek çok delili ört bas ettiği,  soruşturmayı kasıtlı olarak engellediği […]” gerekçeleriyle tutuklanmasının ‘inandırıcı nedenlere’ dayandığına karar verdi.[2]

Ergenekon davası ile benzer itirazların ileri sürüldüğü Balyoz davasının sanıklarından Tuğamiral Cem Aziz Çakmak da tutuklanmasının keyfi olduğu, delillerin inandırıcı olmadığı, tutukluluk süresinin uzunluğu, masumiyet karinesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları ile AİHM’e başvuruda bulundu. Mahkeme, başvurucunun kovuşturulmasının objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgilerin yer aldığı ceza dosyasına dayandığına, hakkındaki suçlamaların ciddi emarelere dayanması sebebiyle tutuklanmasının keyfi olmadığına, hakkındaki suçlamaların ağırlığı ve davanın kapsamı göz önüne alındığında tutukluluk süresinin makul olduğuna, masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkının yerel makamlarca ihlal edildiğine dair herhangi bir delil bulunmadığına kanaat getirdi.[3] Daha önce Balyoz davası sanıkları Albay Ali Rıza Sözen ve Orgeneral Çetin Doğan’ın benzer iddialarla yaptıkları başvurularda da AİHM başvurucuların iddiaları hakkında benzer kararlar vermişti.[4]

Bu kararlar ışığında Ergenekon Davasının inandırıcı nedenlere dayanan bir dava olduğu uluslararası bir mahkemece de kabul edildi ve Ergenekon davasının tamamen dayanaktan yoksun olduğunu iddia eden kesimlerin bu iddiaları çürütüldü diyebiliriz. Tıpkı Balyoz davasında olduğu gibi Ergenekon Davasında da yargılamanın hukukiliğini sorgulatıp kafalarda soru işareti oluşturan bir diğer husus da teknik takip ve dinleme kayıtlarının hukuka uygun yollardan elde edilip edilmediği ve dijital belgelerin sahteliği iddiası. Bu iddiaların mahkemece araştırılması ve kamuoyunun zihninde bu konuda hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde bu hususların aydınlatılması gerekiyor. Zira Anayasa Mahkemesi de bu konuda Ergenekon ve Balyoz davalarındaki yasadışı dinleme iddialarını etkileyecek çok kapsamlı gerekçeli bir karar verdi. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi eski Başkanı Hasan Erdoğan, İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş ve Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı İlhan Parseker’in de yargılandıkları kamuoyunda Yargıya Rüşvet Davası olarak bilinen davada Anayasa Mahkemesi Yüce Divan olarak verdiği gerekçeli kararını 24 Nisan 2013 tarihinde açıkladı. Özel hayatın gizliliğine ve iletişim özgürlüğüne müdahalenin basit bir usul hatası olmadığının belirtildiği kararda,  “Yetkisiz olarak resen verilen kararların sonradan hâkim tarafından onaylanmış olması, yapılan işlemleri hukuka uygun hâle getirmez. Hukuka aykırı olarak uygulanan iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme tedbirleri sonucu elde edilen delillerin hükme esas alınması mümkün değildir” denildi. Bu karar ışığında Ergenekon Davasındaki yasadışı delil elde edildiği iddialarının da aydınlatılması gerekiyor. Bunun yanı sıra iddianamede pek çok delil için savunmanın bu taleplerine istinaden “hukuka uygun olarak elde edilen” ifadesinin kullanıldığı da görülüyor. Dijital delillere dair sahtelik iddialarının da bilirkişi incelemesi ile aydınlatılması ve bilgi kirliliğinin önüne geçilerek bu konuda kamuoyunun doğru bir şekilde bilgilendirilmesi gerekiyor. Boğaziçi Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi’nden Bilgisayar Mühendisliği öğretim üyeleri dijital verilerin kullanılmasına dair 15 Nisan 2013’te ortak bir basın açıklaması yaptılar. Buna göre:

“-Elektronik ortamda oluşturulan dijital belgelerin gerek içerikleri, gerekse de “yaratılma ve son kaydedilme tarihleri” ile “yaratan ve değiştiren kullanıcı ve bilgisayar adları” gibi üst veri bilgileri kolayca ve genelde iz bırakmadan istenildiği gibi kurgulanabilir ve tahrif edilebilir.

Bu nedenle, başka kesin bulgularla desteklenmeyen bir dijital belge, tıpkı sıradan bir kağıda basılı imzasız bir metin gibi, içeriği veya üst verisinde adı geçen kişileri bağlayamaz.

-Dijital bir belgenin bir kişiye ait bir veri depolama ortamında bulunduğu, sadece söz konusu belgenin daha sonra denetime olanak sağlayacak teknik önlemler alınarak çıkarılmış güvenilir bir örneğinin el koyma sırasında ilgili kişiye verilmesi halinde kabul edilebilir.

Ancak bu koşulun yerine getirildiği durumlarda el koymadan sonra herhangi bir değişikliğe uğradığından kuşku duyulamayacak, sağlıklı bir delilden söz edilebilir.

-Zararlı yazılımlar, bir bilgisayara kullanıcısının bilgisi olmadan yerleşip çalışmasını aksatmak veya imkânsız kılmak, ya da içindeki bilgileri değiştirmek gibi kimi işlevler gerçekleştirmek üzere hazırlanmış programlardır.

Kimi zararlı yazılımlar özellikle yerleştikleri bilgisayarlara belge ekleyecek şekilde tasarlanmışlardır.

Bu türden bir zararlı yazılımın yerleştirildiği saptanan bir bilgisayarda bulunan belgelerin o bilgisayarın meşru kullanıcıları tarafından oluşturuldukları veya içeriklerinin tahrif edilmediği iddiaları şüphe ile karşılanmalıdır.”

Akademisyenlerin yaptıkları bu açıklamaların dikkate alınması ve deva eden davalarda şüpheye yer bırakmayacak şekilde dijital delillerin usulünce toplanması gerekiyor. Zira bu iddialar Türkiye için tarihi öneme sahip olan Ergenekon davası gibi davaların hukukiliğinin sorgulanmasına yol açıyor.

Ergenekon davasının tamamen dayanaktan yoksun olduğunu savunanlar dışında davanın başlangıcında bu davadan Türkiye’de derin devletin tasfiye edileceğine ve kontrgerilla faaliyetlerinin sona erdirileceğine dair beklentileri olan bir kesim de bulunuyordu. Fakat davanın ilerleyen safhalarında bu kesimin “yeterince derine” inilmeyeceğini ve yargılamanın mevcut siyasi iktidara karşı işlenen darbe suçları ile sınırlı kalacağını tespit ederek davaya mesafeli durdukları görülüyor. 1990’lı yıllarda yaşanan faili meçhul cinayetler, toplumsal katliamlar, Kürtlere yönelik gerçekleştirilen illegal operasyonlar, sol muhaliflere karşı gerçekleştirilen operasyonlar davada karşılığını bulmadığı için Kürtlerin ve Sosyalistlerin bu davayı takip etmedikleri ve destek vermedikleri görülüyor. Zira iddianamelerde kişisel olarak suçtan zarar gördükleri belirtilen kişilerin bile davadan haberdar edilmediği, davaya müdahil olanların ve vekillerinin sadece kendilerini ilgilendiren oturumlarda çok sınırlı söz hakkına sahip olduğu görülüyor. Yargılamanın, varlığı ve yetkilerinin sınırı tartışmalı olan Özel Yetkili Mahkemelerde üstelik kanunen kaldırıldıktan sonra devam ettiriliyor oluşu, yetkilerin mevcut siyasi iktidara muhalefet eden kesimlere doğru genişletildiği iddiası gündeme getiriliyor. 22 iddianamenin davayı uzatma gayesiyle birleştirildiği hukuken birbirinden farklı bu kadar çok sayıda iddianamenin sağlıklı olarak aynı dosyada yargılanmayacağı ileri sürülüyor. Davaların Ceza İnfaz Kurumu içerisindeki salonlarda görülmesi 12 Eylül sonrası sıkıyönetim yargılamalarında Devrimci Sol ve Devrimci Yol ana davaları için Metris Cezaevi’nin 4 kilometre uzağındaki askeri bölge içerisinde yer alan bir spor salonunun duruşma salonuna dönüştürülmesini hatırlatıyor ve davanın fiziki koşulları itibariyle aleniyet ilkesine aykırı olduğu iddia ediliyor.  Gazetecilere Özgürlük Platformu çeşitli açıklamalarında Silivri’deki Ergenekon davasında haber yapma haklarının ve kamunun haber alma hakkının engellendiğini açıklıyor. Öte yandan hükümet yetkilileri ana muhalefet partisi milletvekillerini halkı kışkırtmak ve mahkeme düzenini bozmakla suçluyor ve yargıyı göreve çağırıyor. Eleştirilen hususlardan biri de sanıkların cezaevindeki koşulları ve sağlık durumları.[5] Bir diğer husus da uzun tutukluluk süreleri ve bu konudaki itirazların Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yoluyla bir kez daha gündeme gelmesi bekleniyor. Öte yandan bütün bu ileri sürülen eleştiriler Türkiye’de ceza adaleti sisteminin kronikleşmiş usul sorunlarını oluşturuyor ve Ergenekon davasının “yaratılmış” bir dava olduğuna inanan kesimlerce bu dava vesilesiyle fark edilmiş oluyor.

Fakat 1990ların başında kendi Gladyosunu tasfiye eden ve yüzlerce ordu mensubunu ve devlet görevlisini uzun yıllar süren yargılamaların ardından ağır hapis cezalarıyla cezalandıran İtalya’nın titiz çalışmalarıyla tanınan savcısı Felice Casson’un,  Ergenekon davasının en başında 2008 yılında Türkiye’de bir konferansta verdiği tavsiyelere uyulmaması davanın spekülasyonlara açık kalmasına ve yeterince derine inilmemesine sebep oldu. Bu tavsiyeler öncelikle yasalara kusursuz bir şekilde uyulması ve hiç hata yapılmamasıydı. İkinci sırada da savcı ve hakimlerin bağımsızlığı ile parlamentonun desteği ve basının şeffaf ve doğru bir biçimde kamuoyunu bilgilendirmesi yer alıyordu.[6] Ancak gerek iddianamelerde gerekse mütalaada kullanılan yöntem ve dil bize Türkiye’de derin devlet yargılamasının dahi derin devleti yaratan akılla yani “devlet aklıyla” hazırlandığını hatırlatıyor. Hukuk devleti kavramının yerleştiği ulus devletlerde devletin bekası için “rutin” dışına yani “hukuk” dışına çıkılabileceğini kabul eden devlet aklının, “rutin dışına çıkmanın” rutin haline geldiği ve derin devlet yapılanmasının alanının devletin neredeyse tamamını içine alacak kadar genişlediği Türkiye gibi bir ülkede kolayca tasfiye edilemeyecek ama alanı daraltılabilecek bir hal aldığını ve bu yargılamaları dikkatle takip etmekle birlikte her zaman daha geniş kapsamlı soruşturmaların yapılması ve yargılamalarda adil yargılanma ilkelerine sıkıca bağlı kalınması için kamuoyu baskısı oluşturulması gerektiğini unutmamamız gerekiyor.[7]

 


[1] AİHM, Başvuru No: 15869/09, Özkan/Türkiye Kararı 13/12/2011 [son erişim Mart 2013] < http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/pages/search.aspx?i=001-108434>  Kararın İngilizce ve Türkçe gayrı resmi tercümeleri için bkz. <http://www.ankarastrateji.org/haber/ahim-in-tuncay-ozkan-karari-116/>

[2] AİHM, Başvuru No: 59374/10, Göktaş/Türkiye Kararı, 13/12/2011, [son erişim Mart 2013] < http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/pages/search.aspx?i=001-108440> AİHM, Başvuru No: 65387/09, Saçan/Türkiye Kararı, 13/12/2011,[son erişim Mart 2013] < http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/pages/search.aspx?i=001-108449>

[3]AİHM, Başvuru No: 58223/10, Çakmak/Türkiye Kararı 19/02/2013, [son erişim Mart 2013] <http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/pages/search.aspx?i=001-117478>

[4] AİHM, Başvuru No: 53329/12, Sözen/Türkiye Kararı 12/02/2013, [son erişim Mart 2013]  <http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/pages/search.aspx?i=001-117129>,  AİHM, Başvuru No: 28484/10, Doğan/Türkiye Kararı [son erişim Mart 2013] <http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/pages/search.aspx?i=001-110698>

[5] Bkz. Kuddusi Okkır ın ailesinin yaptığı başvuru AİHM Başvuru No: 54042/08, Okkır/Türkiye Kararı (Değerlendirme Aşamasında), 1 Kasım 2008, [son erişim Mart 2012],

< http://hudoc.echr.coe.int/sites/eng/pages/search.aspx?i=001-117044>

[6] Bilgi Üniversitesinde düzenlenen konferansın yayınlanan metni için Bkz. <http://www.belgeler.com/blg/2y40/talyan-gladyosu> [son erişim Nisan 2013]

[7] Devlet aklı kavramı için bkz. Mithat Sancar, ‘Devlet Aklı Kıskacında Hukuk Devleti’, İletişim Yayınları, 2000, s. 13-103

İlk Duruşma Tarihi

10.07.2008

Dava Mahkemesi

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi

Ek bilgiler

Tüm iddianamelerde genel olarak düzenlenen suçlar; silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek ile silahlı terör örgütüne üye olmak şeklindedir.