Zirve Yayınevi Davası

Malatya’daki Zirve Yayınevi’nin çalışanları Tilman Ekkehart Geske, Necati Aydın ve Uğur Yüksel “misyonerlik faaliyetleri” yaptıkları gerekçesiyle 18 Nisan 2007 tarihinde öldürüldü.  Olay mahallinde gözaltına alınan 5 şüpheli tutuklandı ve daha sonra 2 şüphelinin daha ifadesi alındı. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK 250. Madde (mülga) ile görevli) 05.10.2007 tarih 2007/112 sor-2007/109 esas ve 2007/75 sayılı iddianamesinin kabulü ile 7 şüpheli hakkında Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin (CMK 250. Madde (mülga) ile görevli) 2007/125 esas sayılı dosyasıyla dava açıldı.  Davada sanıklar silahlı terör örgütü kurmak, örgüt yöneticisi olmak, silahlı terör örgütü üyesi olmak, silahlı terör örgütünün faaliyetleri çerçevesinde birden fazla adam öldürmek, işyeri dokunulmazlığını bozmak, silahlı terör örgütüne yardım etmek suçlamalarıyla yargılanıyor.

Sanıkların profilleri Rahip Santora ve Hrant Dink cinayetlerinin failleri ile benzerlik gösteriyor. Zira sanıklardan dördü 2006 yılının Eylül-Ekim aylarında Malatya’da faaliyet gösteren bir öğrenci yurdunda kalırken tanıştıkları yönünde ifade verdiler. Sanıklardan Emre Günaydın misyonerlik faaliyetleri ile ilgili çeşitli internet sitelerinden bilgi edindiğini ve misyonerlerin Malatya ilinde faaliyet gösterdiklerini bu yolla öğrendiğini, daha sonra arkadaşlarını da bu durumdan haberdar ettiğini ifadesinde belirtti. Yurttan arkadaşları olan diğer sanıklara internet yoluyla edindiği, Malatya’da faaliyet gösteren misyonerlerin amaçlarının Müslümanların dinini değiştirip Hıristiyan yapmak, devlete karşı düşman durumuna getirmek, bacılarımızı kızlarımızı yoldan çıkartmak olduğu, Malatya ilinde 50 kadar kilise bulunduğu, buna bağlı olarak parasal güçlerinin olduğu, misyonerlerin Türklerin soyunu kurutmaya çalıştıkları, hatta kendilerine inanmayanların çocuklarını öldürmeyi planladıkları bilgilerini aktardığını ifadesinde dile getirdi. Öğrendiği bu bilgiler doğrultusunda vatanını milletini seven herkesin misyonerlerle mücadele etmesi gerektiğine karar verdiğini bu sebeple misyonerlerin içine sızmak maksadıyla misyonerlik faaliyeti yürüten kişilerle görüşmeye ve etkinliklerine katılmaya başladığını ve internette tanıştığı bir kişinin kendisini Zirve Yayınevi’ne yönlendirdiğini, amacının önce Zirve Yayınevindeki misyonerleri korkutmak daha sonra onları yöneten İzmit’teki Wolfgang isimli kişiyi öldürmek olduğunu ve bu konuda kendisine yardımcı olmaları için arkadaşlarından yardım istediğini açıkladı. Ayrıca yine aynı sanık aslında Zirve Yayınevini 16 Nisan 2007’de basacaklarını, fakat daha sonra işin 18 Nisan’a alındığı şeklinde bir ifadede bulundu. Bu ifade sanıkların yönlendirildiği şüphesini kuvvetlendiriyordu. Yayınevine bilgi almak maksadıyla gidip içeri alınmalarının ardından maktulleri bıçak kullanmak suretiyle katleden sanıklar kaçmaya çalışırken polis tarafından yakalandı.

32 soruşturma dosyasının sadece 8’i cinayetle ilgili

23 Kasım 2007 tarihinde kovuşturulmasına başlanan davanın müdahil avukatlarına gönderilen 32 soruşturma klasöründen sadece 7-8 tanesi cinayetle ilgili araştırmalara yer veriyordu. Geri kalan klasörler Malatya’daki misyonerlik faaliyetleri ile ilgiliydi ve öldürülen 3 kişinin 2005 yılından beri yaptıkları tüm görüşmeler araştırılırken katil zanlıları için aynı derinlikte bir araştırmanın yapılmamış olması eleştirilere sebep oldu. Cinayetin en önemli sanığı Emre Günaydın olay günü kaçmaya çalışırken üçüncü kattan düşerek yaralanmış ve İnönü Üniversitesi Araştırma Hastanesi’ne kaldırılmıştı. Hastanede zanlının kaldığı oda 24 saat çift kamerayla izleniyor böylece ziyaretine kimlerin geldiği tespit edilebiliyordu. Ancak tıpkı Zirve Yayınevi Cinayetinden birkaç ay önce işlenen Hrant Dink Cinayetinde olduğu gibi bu davada da kamera kayıtları imha edildi. Emre Günaydın’ın odasının kaydedildiği kameraların sesli kayıt özelliği olmadığı için yenileriyle değiştirildiği fakat eski kameralarla kaydedilen on günlük kamera kayıtların imha edildiği ileri sürüldü daha sonra savcılık kayıtların kendilerine teslim edildiğini bildirdi. Cinayet mahallinde bulunan kurusıkı silahlardan birinin cinayetten iki gün önce zanlıların rastgele ateş açması sonucu etraftakilerin yaptığı şikayetle polis tarafından kiralık araçları durdurularak el konulan silahlardan biri olduğu iddia edildi. Daha sonra dönemim İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın silahların halk arasında oyuncak tabir edilen kurusıkı silahlar olduğu ve tamamının emniyet güçlerinin elinde bulunduğu yönünde açıklamaları oldu. Malatya Başsavcılığı, Malatya Önleyici Hizmetler Şubesi’nde görevli polis ekipleri ile Beydağı Polis Merkezi’nde adli evrak düzenleyen polisler hakkında ‘görevi ihmal’ suçundan soruşturma başlattı. Zanlılardan Abuzer Yıldırım ile cinayet öncesi mesajlaşan bir numaranın Kartal Cumhuriyet Savcısı üzerine kayıtlı olduğu belirlendi ve bunu haber yapan dokuz gazeteci hakkında ‘kişilik haklarını ihlal etmek’ suçundan soruşturma başlatıldı. Bir haber ajansı yoluyla katliam hakkındaki bir ihbar mektubunu yayımlayan dokuz yerel gazeteye Basın Yasasının ‘yargıyı etkileme’ başlıklı 19. Maddesi gereğince 2 biner TL para cezası verildi. Söz konusu gazetelerin yetkilileri ortak bir girişimle bu cezalara itiraz ettiler. Ankara Kurtuluş Kilisesi’ne gönderilen ve bir askere ait olduğu belirtilen ihbar mektubunda hakkında katliamın azmettiricisi olduğuna dair bilgiler verilen dönemin Malatya İl Jandarma Alay Komutanı Kurmay Albay Mehmet Ülger bu mektubu haber yapan Sabah gazetesi muhabirine 10 bin TL’lik tazminat davası açtı.

Cinayetler arası benzerlikler

16 Aralık 2007 tarihinde İzmir’de Saint Antoine Kilisesi’nin rahibi Adriano Francini’ye 19 yaşında bir genç tarafından bıçaklı saldırıda bulunuldu, karnından yaralanan rahip saldırıdan ölümcül bir yara almadan kurtuldu. Bu saldırı ülkede azınlıklara karşı ardı ardına düzenlenen ve yaşı küçük gençlerin kullanıldığı dördüncü saldırıydı. Trabzon’da 5 Şubat 2006’da 16 yaşında bir gencin saldırısına uğrayan Rahip Santoro yaşamını yitirmişti. Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de Yayın Yönetmeni olduğu Agos gazetesinin İstanbul, Şişli’deki binası önünde 17 yaşında bir genç tarafından uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirmişti.  Üç ay sonrasındaysa Zirve Yayınevindeki katliam yaşandı ve zanlıların çoğu üniversiteye hazırlık yaşındaki gençlerden oluşuyordu. 2007 yılı Aralık ayında savcılığa gönderilen iki ihbar mektubunda zanlıların ülkü ocaklarınca yönlendirildikleri iddia edildi.

Ergenekon Terör Örgütü Soruşturması Kapsamında Düzenlenen Ek İddianame ile Açılan Dava

Malatya 3. Ceza Mahkemesindeki Zirve Yayınevi Cinayeti ile ilgili kamu davası devam ederken Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı Bakanlık Muharebe Bürosunun 20.10.2010 tarihli yazısı ekinde CMK 250. Madde ile Yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına İlker Çınar imzalı 8 sayfalık bir ihbar mektubu ile ekinde internet çıktısı birtakım belgeler gönderildi. Bu belgeler incelendiğinde, içerisinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının daha önceki iddianamelerinde Ergenekon Terör Örgütünün misyonerlikle ilgili faaliyetleri ile nasıl bir strateji izlediğini ve Zirve Yayınevi Cinayetinin de bu kapsamda işlendiğini gösteren ayrıntılı bilgilerin yer aldığı görüldü. Bunun üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 2010/857 sayılı soruşturma kapsamında İlker Çınar’ı ifade vermeye davet etti. İlker Çınar’ın verdiği bilgilerin önemi ve can güvenliği dikkate alınarak 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu gereği hakkında koruma tedbiri uygulandı ve kendisine Deniz Uygar ismi verilerek gizli tanık olarak iki kez ifadesi alındı.

Bu soruşturma devam ettiği esnada yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 11.03.2011 tarihli bir ihbar mektubu ve ekinde bir adet CD gönderildi. Savcılık gerekli incelemenin yapılması için ihbar mektubu ve eklerini İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne gönderdi. Bu CD içerisindeki ses kaydında gizli tanık Deniz Uygar’ın (İlker Çınar) ifadelerini doğrular bilgilerin yer aldığının görülmesi üzerine kendisinin tekrar ifadesi alındı. Alınan ifadelerinde Zirve Yayınevi Cinayeti öncesi ve sonrasına dair teyit edilebilir ve tutarlı beyanlarda bulunduğunun anlaşılması üzerine İlker Çınar’ın ifadesinde ismi geçen şahıslar hakkında soruşturma kapsamında Mehmet Ülger’in de aralarında yer aldığı dokuz şahıs teknik takibe alındı ve evlerinde arama yapıldı. Şüpheliler 21 Mart 2011 tarihinde çıkarıldıkları mahkemece tutuklandılar. Devam eden soruşturma süresince aralarında Hulki Cevizoğlu, Hakan Kalyoncuoğlu ve Ergenekon davasının tutuklu sanığı Ahmet Hurşit Tolon’un da yer aldığı dokuz sanığın daha ifadesi alındı. Soruşturma devam ederken kimliği deşifre olan İlker Çınar’ın bu kez şüpheli sıfatıyla iki kez ifadesi alındı.

Soruşturma süresince gönderilen beş ayrı ihbar mektubunda da dönemin Malatya İl Jandarma Alay Komutanı Mehmet Ülger’in cinayetleri azmettirdiğine dair bilgiler yer alıyordu. Mehmet Ülger’in cinayeti Ruhi Abat, Haydar Yeşil ve Mehmet Çolak’la birlikte planladığı, olaya meşru bir zemin oluşturmak için cinayet öncesinde basın ve yayın yoluyla akademik çalışmalar yapıldığı, çeşitli toplantı mekanlarında görüşüldüğü, Mehmet Ülger’in Kayseri Jandarma Bölük Komutanlığında bir brifing verdiği ve daha sonra üstlerine de sunduğu bu brifing metninde maktullerle ilgili ayrıntılı bilgilerin yer aldığı, olay yerine ilk gelen polis ekipleriyle birlikte Mehmet Ülger’in de geldiği, cinayet sanıklarından birinin üzerinde bulunan cep telefonu sim kartının Mehmet Ülger tarafından cezaevine gidilerek alındığı ve kendisine yeni bir sim kart verildiği, işlenen cinayetin Ergenekon Terör Örgütünün Malatya hücresinin planladığı bir cinayet olduğu, cinayet sonrasında cinayetin AKP’ye ve Fethullah Gülen cemaatine yıkılmasının planlandığı gibi hususlar ihbar mektuplarında İlker Çınar’ın ifadelerine uyan iddialardı.

İlker Çınar’ın beyanlarından ise 1992 yılında uzman erbaş olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığında görev yapmaya başladığı, 1993 yılında TSK bünyesinde milli güvenliğe karşı tehdit oluşturan misyonerlik gibi faaliyetlerle mücadele etmek amacıyla Türkiye Ulusal Stratejiler ve Harekat Dairesi (TUSHAD) isimli bağımsız ve paralel bir yapılanmaya gidildiği, bu dairenin milli çıkarlar doğrultusunda 1995, 1999 ve 2004 yıllarında revize edildiği, TUSHAD koordinatörlüğünde görev yapan Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın sivil kolu olan Beyaz Kuvvetlerin 1993 yılında Genel Kurmay Başkanlığı bünyesinde Ergenekon Terör Örgütü davasının tutuklu sanığı Ahmet Hurşit Tolon tarafından kurulduğu, kendisinin bu birime diğer katılanlar gibi bir kod numarası verilerek ve bir önceki çalışma biriminden disiplinsizlik sebebiyle atılmış gibi gösterilerek katıldığı ve misyonerlik faaliyetleri konusunda eğitmeninin Ergenekon Terör Örgütü davasının tutuklu sanığı Levent Ersöz olduğu, yer aldığı departmanın amacının likidasyon olduğu, içine sızdığı yapıyı emir geldiği takdirde tasfiye etmek için eğitim aldığı, bu kapsamda Tarsus ilçesinde Uluslararası Protestan Kilisesini kurduğu, Başpapazlığa kadar yükseldiği ve 2005 yılına elde ettiği tüm istihbari bilgileri üstlerine ilettiği, 2005 tarihinde TUSHAD Beyaz Kuvvetler Komutanlığından aldığı talimat üzerine saha çalışmasına başladığı, bu çalışmalarında kendisine Mersin İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli JİTEM çalışanı olduğunu bildiği Abdullah Atılğan’ın yardımcı olduğu, JİTEM’in idari açıdan Jandarma Genel Komutanlığına operasyonların yapılması ve talimatların alınması bakımından ise TUSHAD’a bağlı olan bir infaz birimi olduğu yine TUSHAD’a bağlı silahlı birlikler olan Siyah Kuvvetler gibi darbe zemini hazırlamak için geniş çaplı toplumsal kaos yaratma kapasitesinin olmadığını, bu saha çalışması kapsamında kendisinin basın yayın yoluyla ve akademik sempozyumlar vasıtasıyla misyonerlerin yapmış olduğu faaliyetlerin zararlarından bahsederek propaganda faaliyeti yürüttüğü, 2006 yılında yine TUSHAD Beyaz Kuvvetler Komutanlığı tarafından kendisine Malatya ilinde Mehmet Ülger ile birlikte gerçekleştirilecek bir projede çalışması konusunda talimat verildiği, Ruhi Abat, Mehmet Ülger, Murat Göktürk, Haydar Yeşil ile pek çok toplantı yaptıkları, misyonerlerin PKK ile bağlantısı varmış gibi gösterecek pek çok sahte ses kaydı yaptıklarını, Zirve Yayınevi Cinayeti maktullerinin de aralarında olduğu pek çok şahıs hakkında istihbarat bilgilerini incelediklerini, cinayete dair örgütsel görev taksiminin yapıldığı ve kod isimlerinin belirlendiğini, kendisinin cinayetin işleneceğinden haberi olmadığını, olay sonrasında Ruhi Abat’la yaptığı görüşmede kendisine ‘şerefsizlere vur dedik öldürmüşler’ dendiğini, cinayet sonrası görüşmelerinin devam ettiğini ve olayı Gülen cemaati üzerine yıkmak için planlar yapıldığını, ancak kendisinin medyada misyoner peşindeki asker olarak deşifre olması üzerine ödeneğinin ve özlük haklarının kesildiğini ve kendisinin devlete hizmet ettiğini sanarak yaptığı faaliyetlerin Ergenekon Terör Örgütünün faaliyetleri olduğunu basına yansıyan dava haberleri sonucu idrak ettiğini ve ihbarda bulunduğunu belirtmiştir.

Ayrıca İlker Çınar, TUSHAD’ın Ergenekon Terör Örgütünün faaliyetlerinin bir yansıması olduğunu, Beyaz Kuvvetler, Siyah Kuvvetler ve JİTEM’in de Ergenekon Terör Örgütü içerisinde yer aldığını ve tamamen bu örgüte bağlı olarak faaliyet gösterdiğini, Rahip Santoro, Hrant Dink ve Zirve Yayınevi Cinayetlerinin Ergenekon Terör Örgütünün yürüttüğü operasyonlar olduğunu ve bu operasyonların TUSHAD’a bağlı Beyaz Kuvvetler, Siyah Kuvvetler ve JİTEM’in koordinasyonu ile yürütülen eylemler olduğunu, bu eylemlerin asıl amacının cinayetleri Gülen Cemaati üzerine yıkarak AKP hükümetine karşı yapılması planlanan darbeye zemin hazırlamak olduğunu iddia etmiştir.  İncelenen HTS kayıtları ve şüphelilerin ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen belgeler değerlendirildiğinde birbirini doğrular nitelikte olduğu görüldü. Ayrıca Ergenekon Davası sanığı Levent Bektaş’tan elde edilen 3 nolu CD içerisinde yer alan “KAFES OPERASYONU EYLEM PLANI” isimli belgede yer alan plan ve talimatlara uyulduğuna dair tespitlerde bulunuldu.

Elde edilen bilgi ve belgeler ve sonucu Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK 250. Madde (mülga) ile görevli) 08.06.2012 tarih 2007/383 sor-2012/114 esas ve 2012/98 sayılı iddianamesi ile Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin (CMK 250. Madde (mülga) ile görevli) 2012/157 esas sayılı dosyasıyla emekli Orgeneral Ahmet Hurşit Tolon ve Mehmet Ülger’in de aralarında olduğu 19 sanık hakkında silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, kasten adam öldürmeye azmettirme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya azmettirme, konut dokunulmazlığını ihlale azmettirme ve nitelikli yağmaya teşebbüse azmettirme suçlarından dava açıldı. 2007/125 esas sayılı davanın 03.09.2012 tarihli 40. Duruşmasında 2012/157 esas sayılı dosyanın 2007/125 esas sayılı dosya ile birleşmesine karar verildi ve dava hala 2007/125 esas sayılı dosya üzerinden derdest durumda.

Davanın müdahil avukatları davanın başından beri bu cinayetlerin ardında devlet içerisinden örgütlü bir yapılanmanın olduğunu, sadece katliama yapan beş gencin sorumlu olmadığını dile getiriyorlardı. Hatta bunları dile getirdiği için müdahil avukat Orhan Kemal Cengiz’e çeşitli yollarla tehditlerde bulunulmuş kendisi devletten koruma talep etmişti. Davanın tutuklu sanığı Varol Bülent Aral çıkarıldığı neredeyse tüm duruşmalarda müdahil avukatlardan Erdal Doğan’ı ve mahkeme başkanını ölümle tehdit etmeye devam ediyor. Fakat bu davada müdahil avukatlar davayı muntazam şekilde takip etmeye ve kamuoyunun dikkatini dava üzerine yoğunlaştırmaya devam etti. Zira dava Ergenekon Terör Örgütü ile bağlantısı sebebiyle kamuoyu için önem arz ediyor. Bunun da ötesinde davanın iddianamesinde Genelkurmay Başkanlığının resmi bir birimi olan Özel Kuvvetler Komutanlığının tüm illegal faaliyetlerin odağı olduğu iddia ediliyor.

2 Nisan 2013 tarihli duruşma ve GKB’dan gelen bilgi notu

Kamuoyuna yansıyan bu iddialara tepki olarak Genel Kurmay Başkanlığı 15 Şubat 2013 tarihinde resmi internet sitesinde yaptığı açıklamayla (BA-08/13) Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın 1952 yılında dönemin Başbakanı ve 10 Bakanının Genel Kurmay Başkanı ile birlikte aldığı bir karar ile “Hususi ve Yardımcı Muharip Birlikleri” adıyla kurulduğunu, 1970 yılında “Özel Harp Dairesi” adını aldığını ve 1992 yılından itibaren de adının “Özel Kuvvetler Komutanlığı” olarak değiştirildiğini, gizli veya illegal bir yapılanma olmadığını, faaliyetlerinin de illegal olmadığını açıkladı. Zirve Yayınevi Cinayeti davasının görülmekte olduğu Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi Genelkurmay Başkanlığına iddianamede yer alan TSK bünyesindeki Siyah ve Beyaz Kuvvetlerin varlığını sordu. İddianamede TUSHAD’a bağlı Siyah Kuvvetler ve Beyaz Kuvvetlerin JİTEM’le koordinasyon halinde Rahip Santoro, Hrant Dink ve Zirve Yayınevi Cinayetlerini gerçekleştirdikleri iddia ediliyordu. Genelkurmay Başkanlığının gönderdiği bilgi notu 2 Nisan 2013 tarihli duruşmada okundu. Bu notta, Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı Seferberlik Tetkik Daire Başkanlığının 16 Bölge Başkanlığından oluştuğu belirtiliyor ve görevi  “Barış zamanında ülkemizin işgale uğraması muhtemel bölgelerinde görev alacak yedek personelin milli seferberlik sistemi içerisinde tespit, teklif ve eğitim görevlerini yürütmek” olarak açıklanıyor. Personelin yaş ve yeteneklerine göre tasnif edildiği, arazide görev yapacak olanların “Siyah Kuvvetler”, meskun mahalde görev yapacakların ise “Beyaz Kuvvetler” olarak adlandırıldığı, yedek personel vasfını kaybedenlerin ise “Turuncu Personel” olarak nitelendirildiği açıklandı. Kişilerin böyle bir sınıflandırma hakkında bilgilerinin olamadığı da belirtildi. Ayrıca Siyah Kuvvetlerin  “Seferde arazide görev almak üzere askerliğini komando olarak yapmış, yedek personel niteliklerine uygun olanların içerisinden seçilerek pusu, baskın, keşif, ikmal ve haberleşme konularında temel eğitime tabi tutulduğu”,  Beyaz Kuvvetlerin ise “Keşif, gözetleme, mukavemet, ikmal, bilgi toplama, haberleşme gibi konularda eğitimden geçirildiği” belirtildi. Hakkında darbe hazırlamak için katliam ve cinayetler tasarlamak konusunda iddiaların bulunduğu bu kurumun, Milli Savunma Bakanlığından emir aldığı, legal bir yapılanma olduğu üyelerinin deşifre edilmemesi gerektiği de bilgi notunda yer aldı.

Mahkeme davanın 3 Nisan 2013 tarihindeki 64. Duruşmasında davayı 13 Mayıs 2013’e erteledi ve Genelkurmay başkanlığından TUSHAD adlı bir birimin olup olmadığının sorulmasına, Özel Kuvvetler Komutanlığının Kozmik Oda aramasından elde edilen bilgilerin Zirve Yayınevi Cinayeti ile ilgili olanlarının ilgili soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Savcılığından istenmesine, Malatya ve Mersin illerindeki Jandarma birimlerinde yer alan haber elemanlarının listesinin istenmesine karar verdi. Zirve Yayınevi Cinayeti davasındaki gelişmeler Türkiye’de derin devletin deşifre ve tasfiye edilmesi konusunda çok önemli ipuçları vermeye devam ediyor ve bu sebeple kamuoyunun ve hukukçuların sonuna kadar bu davayı takip etmesi gerekiyor.

İlk Duruşma Tarihi

14.04.2008

Dava Mahkemesi

Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi

Sanıklar

Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, İlker Çınar, Aykut Saka, Mehmet Ülger, Binbaşı Haydar Yeşil, Murat Göktürk, Abdullah Atılgan,Emre Günaydın, Abuzer Yıldırım, Cuma Özdemir, Hamit Çeker, Salih Gürler

Ek bilgiler

2007 yılında Malatya’daki Zirve Yayınevi’nin çalışanları Tilman Ekkehart Geske, Necati Aydın ve Uğur Yüksel “misyonerlik faaliyetleri” yaptıkları gerekçesiyle 18 Nisan 2007 tarihinde öldürülmesinin ardından sanıklar, “silahlı terör örgütü kurmak, örgüt yöneticisi olmak, silahlı terör örgütü üyesi olmak, silahlı terör örgütünün faaliyetleri çerçevesinde birden fazla adam öldürmek, işyeri dokunulmazlığını bozmak, silahlı terör örgütüne yardım etmek” suçlamalarıyla yargılanıyor.