Filiz Gazi
Evinin salonuna zırhlı araç çarptığı için iki çocuğunu kaybeden Mesut Yıldırım anlatıyor: “Bütün duruşmalara gittim. Savcıların, hakimlerin polislere olan davranışlarını gördüm. Sanki karşılarında normal bir vatandaş değil de kanun varmış, devlet varmış gibi davranıyorlardı. O anda fark ettim zaten ceza almayacaklarını.”
Yüce medeniyetin geldiği yer; olağan suçların yanına, olağan dışı suçların eklenmesi oldu. Hangi suç çeşitlerine maruz kaldığımıza göre ayrılıyor hayatlarımız. “Panzerle ezilen çocuklar” diye bir tanımla tanışmamız örneğin. Bir evin salonuna çarpan panzerin, birlikte uyuyan iki çocuğu öldürmesi olağan dışı bir suç değil mi?
Kafka, Dava’da “Yargı birden gelmez, prosedür yavaş yavaş yargıya dönüşür” diyor. Cezasızlığın suç türlerini çeşitlendirdiği, yerleşik tanıma geçirdiği bir ülkenin mahkeme salonları da bu işin içindeyse ve yine o mahkemeler artık tehlikeli bir yer haline geldiyseler orada söz gerçekten anlamını yitiriyor.
“Duman içinde, bir an panzerin üstündeki polis amblemini gördüm. O zaman anladım. Zaten olan olaylardı. Beklediğimiz şeylerdi. Burada panzerler son sürat gidiyorlardı. Ya bir yayaya çarpıyorlardı ya bir duvara ya bir direğe ya bir hayvana…” diyor Mesut Yıldırım. Sesindeki, cümlelerindeki bu sıradanlığın sebebi suçun göz göre göre gelmesi. “Bu ülkede adalet yok. Artık inandığım tek şey bu” diyen kişi 6 ve 7 yaşlarındaki iki çocuğunu kaybeden bir baba.
4 Mayıs 2017 günü, gece saat 00:00 sularında, Şırnak’ın Silopi ilçesi Karşıyaka mahallesinde Ömer Yeğit’in kullandığı panzer tipi zırhlı araç, Mesut Yıldırım’a ait tek katlı betonarme bir evin salon kısmına çarptı. Aracın freni patlamıştı. Muhammed Yıldırım (7) ve Furkan Yıldırım (6) kardeşler molozların ve zırhlı aracın altında kaldı. Zırhlı aracı MHP Silopi İlçe Teşkilat’na ait parti binasını korumakla görevli bir polis memuru kullanıyordu.
Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianame ile Silopi İlçe Emniyet Müdürlüğü polis memurları Ömer Yeğit ve Murat Maden hakkında “taksirle ölüme neden olma” suçundan dava açıldı. Tutuklu sanık Ömer Yeğit, 17 Ekim 2017 tarihli ilk duruşmada adli kontrol şartıyla tahliye edildi. Her iki sanık da tutuksuz yargılandı.
19 Haziran 2019 tarihinde görülen karar duruşmasında, Ömer Yeğit’e verilen ceza 19 bin Türk Lirası para cezasına çevrildi. Aynı suçlamayla yargılanan polis amiri Murat Maden hakkında ise sertifikasız polis memurlarını zırhlı araçta görevlendirmenin süregelen bir uygulama olduğu gerekçesiyle beraat kararı verildi.
“Sertifikasız polis memurlarını zırhlı araçta görevlendirmenin süregelen bir uygulama olduğu gerekçesi.” Buraya dikkat.
Avukat Rojhat Dilsiz; “Dosyada ne ayrıntılar var, size sadece bazılarını anlatayım” diyerek başlıyor:
“Aracı kullanan şoför o duvarın arkasında iki çocuk olduğunu elbette bilmiyordu. Böyle afaki bir iddiamız yok ama şöyle can alıcı şeyler var. Resmen ölüme davetiye çıkarılmış. Eninde sonunda böyle bir olayın yaşanacağı açıktı. Dolayısıyla kasıt olmasa bile kastı aşan bir durum söz konusu burada. Bu bölgede zırhlı araç çarpması neticesinde yaralanma ve ölüm olayları çok fazla. Pervasızca sokaklarda zırhlı araçlar geziyor. Bu dosyada öğrendik ki bu zırhlı araçları kullanan şoförlerin bu konuda kapsamlı bir eğitimden geçmesine gerek yokmuş. Emniyet Müdürlüğü’nün bölgenin koşulları nazara alındığında eğitim almamış olan personellerin de bu zırhlı araçları kullanabileceğine dair birimlere göndermiş olduğu evrak var. Yani belgesi var, düşünün resmi bir yazı!”
Olay olduktan sonra neler yapıldı? Olay yeri inceleme, delil toplama… Avukat Dilsiz yanıtlıyor:
“Olay yeri inceleme gelmeden araç oradan kaldırıldı. Olaydan hemen sonra zırhlı araç Emniyet’in otoparkına bırakıldı. Parmak izi bulunmadı ki temizlenmişti. Zırhlı araç kaç tondu şimdi hatırlamıyorum ama ekstradan zırh eklenmişti araca ve bu ruhsata işlenmemişti. Bakımı yapılmamıştı aracın. Araçta ciddi bir yük oluştuğu için frenler boşaldı. Üstüne bu aracı ehil olmayan biri kullanıyordu.”
“İki kişi yargılandı. Ömer Yeğit aracı kullanan personel, Murat Maden ona yetki veren alt düzey amir. Zırhlı aracı kullanan diğer personeller de tanık olarak dinlendi. Hepsi benzer ifadeler verdiler. Panzeri kullanan kişi duruşmalarda ‘İlçe Emniyet Müdürü verdi bu emri’ dedi. Hatta tepkiliydi. Onların hepsi bu işten sıyırdılar diye…”
Buraya kadar aslında her şey en az suçun kendisi kadar olağan dışı ama devamı var:
“Savcılık soruşturma aşamasında Emniyet’ten personel listesini istedi. İlgili birimden bir polis memuru vasıtasıyla bu evrak gönderildi. Sonrasında Emniyet Müdürü bunu duyuyor. Bu personeli çağırıyor. Nasıl gönderirsin diye kızıyor. Polis sonra gidip mahkeme kaleminden verdiği evrakı geri alıyor. Yerine başka evrak veriyor. Tanık, çapraz sorgu sonucundan bunların hepsi duruşmada açıkça söyledi. Sonra tanığım da var diyor. Sanık da çıkıyor, evet bunu yaptık, diyor. Bu korkunç bir şey. Delil karartılıyor dedik. Suç duyurusunda bulunduk. Emniyet Müdürü’nün dosyaya dahil edilmesi gerektiğini söyledik.”
Tüm bunlar sonucunda mahkeme ne yapmış? “Sakince dinliyorlardı. Hiçbir işlem yapmadı” diyor Dilsiz.
“Filiz Hanım şöyle… Bu davaları biliyorum. Alt birimlerden iki tane kurban, personel seçelim. Bunlara en alt sınırdan cezalar verilsin, dosyayı bu şekil kapatalım. Yaklaşım bu. Nihat Kazanhan dosyası ve benzer davalar. Klasik… Yargılamanın akıbetinden beklentimiz yoktu. Yine de delilleri dosyaya eklemeye çalıştık. Soruşturmanın genişletilmesi, araştırma yapılmasına dair tüm taleplerimiz reddedildi. İstinaf farklı bir karar verir mi? 16 yıl oldu avukatlık yapıyorum. Çok bir umudum yok.”
***
Baba Mesut Yıldırım’la konuşuyoruz. 36 yaşında Mesut Bey. Sakin bir ses tonu var. “Ellerinizden öperler iki kız, iki erkek çocuklarım var” diyor. Allah bağışlasın, diyorum.
Mesut Bey, olağan dışı suçla karşılaştığı o geceyi, o mahalleye artık adım dahi atmadığını anlatmaya başlıyor. Çok az giriyorum aralara.
“Bakanlardan, milletvekillerine kadar gelen oldu ama kimseye ceza verilmedi. Eski hayatımız tamamen geride kaldı. Piknik, düğün artık hiçbir yere gidemez olduk. Düşünsenize artık bir maç dahi oturup seyretmiyorum. Nereye baksam onları görüyorum. Psikolojimiz değişti. Çocuklarımın bile. Bir çocuğum zaten olaya şahit oldu. Kardeşlerini öyle gördü.”
“Genelde babaannelerinin yanında yatıyorlardı. İki akşamlığına kardeşimin evine gitmişti annem. Çocuklar da salonda, birlikte yatıyorlardı. Deprem sandım ilk anda. Düşünsenize 27 tonluk bir panzer duvara çarptı. İlk anda şoka girdim. Bağrışmaları duyuyordum. Komşular yardıma gelince fark ettim bir aracın evimize çarptığını. Sonra o şokla, duman içinde panzerin üstündeki polis amblemini gördüm. O zaman anladım. Zaten olan olaylardı. Beklediğimiz şeylerdi. Burada panzerler son sürat gidiyorlardı. Ya bir yayaya çarpıyorlardı, ya bir duvara ya bir direğe ya bir hayvana… Ne çocukları çıkarabildim molozların altından ne de kapıyı açabildim. Onları yalnız okula dahi göndermiyordum. Ya babaanneleri ya ben ya anneleri götürüyordu. Bahçeden dışarı çıkaramıyorduk. Böyle şeylerden korktuğumuz için. Her şeyden koruyordum onları. Sonra böyle oldu… Çocuğun en güvenli olabileceği yer kendi evi değil mi? Kendi evlerinde, kendi yataklarında, en güvenli oldukları yerde öldürüldüler.”
“Bütün duruşmalara gittim. Savcıların, hakimlerin polislere olan davranışlarını gördüm. Sanki karşılarında normal bir vatandaş değil de kanun varmış, devlet varmış gibi davranıyorlardı. O anda fark ettim zaten ceza almayacaklarını. Sağ olsun, avukatlar titizlikle çalıştılar ama bu ülkede adalet yok. Artık inandığım tek şey bu.”
“Hiç… Sanıkla hiç göz göze gelmedik. Zaten kafasını dahi bile kaldıramıyordu ama yan tarafımda oturuyordu. Şahsen ben o polisin yerinde olsaydım, çıkardım derdim ki, sayın savcım cezam neyse razıyım. Ben kendimi savunamazdım. Hakikaten derdim ki, cezam neyse cezamı verin, vicdanım rahatlasın. Sonuçta iki çocuğu öldürmüşüm. Konuşamazdım dahi…”
“Ben bu işin uzmanı değil ama evimi biliyorum. Olay yeri incelemenin çizdiği krokiler dahi yanlıştı.
Ben gidememiştim. Kardeşimi göndermiştim başlarında dursun diye… Olay gününden sonra o mahalleye gidemedim. Ayak basmadım, basmayacağım da…Komşularıma gitmiyorum. Bayramlarda dahi gitmiyorum. Oradan geçmiyorum. Taşındık Filiz Hanım, orada daha yaşayamazdık ki…”
“Hem kendim için hem başkaları için bu ülkede adaletin olduğuna inanırdım eğer ceza verilseydi. Nasıl olur da serbest bırakılır, mesleğe geri döner diye herkes şaşırıyor ama hiç kimse adalete inanmıyor. B sınıf ehliyeti olan biri. Ehliyeti yetersiz, eğitim almamış. Ne diyeyim başka?”
Mesut Bey son olarak; “Birbirlerini çok severlerdi. Okulu severlerdi. Beni hiç üzmediler. Ben onlara hakkımı helal ediyorum. Şu anki çocuklarım dahi onların yerini tutmaz” diyor.
Son söylediğinin benzerini birçok yakınını kaybeden kişiden duyduğumu hatırlıyorum. Geride kalanların alışmak zorunda kaldığı ebedi bir hiyerarşi.
Yazı dizisine başlarken aklımda olan bilhassa sanıklarla konuşmaktı. Fakat sanki yoklar gibi. Onlara ulaşmak mümkün değil. İz bırakmadan kara bir delikte kayboluyorlar. Oysa hepsi işine gücüne dönen insanlar.