Filiz Gazi
2017’de Gazi Mahallesi’nde bir araç “dur ihtarına uymadığı” gerekçesiyle ateş altına alındı. Aracın içinde yaşları 15 ile 18 arasında olan beş çocuk vardı. Lise öğrencisi Barış Kerem’in annesi Melike Taş “İlk duruşmada hakim, polislere ‘evladım’ diye hitap ettiğinde dedim ki; ben buradan nasıl adalet bekleyeceğim?” diye anlatıyor. Oğuzhan Erkul’un annesi Seyran Erkul ise acısını şöyle paylaşıyor: “Basın açıklamasında fotoğrafları gösterdiler, bakamadım.”
Saray rejimi içinde birtakım güçler olduğu biliniyor. Milli Görüş geleneğinden kopan Hakyolcular, Menzilciler, Süleymancılar, Pelikan ekibi… Keza yargının içinde de güç savaşı var. Fakat konumuz bu değil. Hiç bunlara gelmeden Türkiye’deki hukukçular genel ruh halleriyle toplumun birebir aynısı değiller mi?
Yaşları 15 ile 18 arasında olan beş çocuk, 14 Nisan 2017 günü, İstanbul Gazi Mahallesi’ndeki Kent Ormanı’na saz çalmaya, türkü söylemeye gitmişlerdi. Akşam 22:00 gibi evlerine dönmek üzere araçlarına bindiklerinde girişteki güvenliğin yerinde polislerin olduğunu gördüler. Aracı kullanan çocuğun ehliyeti yoktu. Paniklediler haliyle.
Polislerin “dur ihtarına uymadığı” gerekçesiyle ateş altına alınan araçta Oğuzhan Erkul ve Barış Kerem öldüler. Demirhan Erkul, Ramazan Altürk ve Birkan Yüksel ise yaralandı. Ramazan Altürk halen o günden vücudunda kalan kurşunla yaşıyor. Uzun bir süre hepsi psikolojik tedavi gördüler.
İlk duruşma 21 Mart 2018’de görüldü. Demirhan Erkul, yanlış hatırlamıyorsam üçüncü duruşmada, pedagog eşliğinde mahkeme huzurundaydı. O gün olduğu gibi hâlâ çocuktu. Mahkeme başkanı tarafından mağdur değil de suçlu gibi sorgulandı. Bu anlara tanıklık etmenin rahatsızlığını anlatmaya yetemeyebilirim.
Demirhan; polislerin onlara doğru hızla geldiğini, küfür ettiklerini ve bu yüzden paniklediklerini anlatmıştı. Atılan kurşunların plastik olduğunu düşünmüştü ilk anda. Pedagog Esra Nihan Bridge söz almış, mağdurun uyku düzeninin olmadığını, hayata bakışının ve güven duygusunun olumsuz etkilendiğini ve psikolojik destek aldığını ifade etmişti.
Yine aynı duruşmada sanık polis Erkan Ekmekci, sağ ön koltukta oturan kişinin bacaklarının arasında uzun namlulu bir silah gördüğünü, bu silahın av tüfeğininkine benzer siyah bir kılıf içerisinde olduğunu söyledi. Ekmekci, silahı gördükten sonra bağırarak diğer polisleri uyarmıştı. Uzun namlulu silah sanılan “cisim”, araçtaki çocuklardan biri olan 2000 doğumlu Birkan Yüksel’in sazıydı.
Olay yerinde 35 kovan bulundu. Bunların 23 adedi araca isabet etmişti ve fakat sanık polislerin tamamı sadece lastiklere ve havaya ateş ettiklerini söylediler. Hemen tüm duruşmalara katıldığım için bu ifadeleri bizzat dinlediğimi de eklemek isterim. Bir duruşmada ise sanık avukatı Tolga Yurdakul, olayın geçtiği Gazi Mahallesi’ni suçların yaşandığı bir bölge olarak değerlendirmişti. Keza mütalaada da olayın meydana geldiği yer “teröre müzahir bölge” olarak tanımlandı. Yani deniliyordu ki; o mahallede olurdu öyle şeyler.
Sanık polisler Erkan Ekmekci, Zafer Sağlam, Davut Bakır ve Kenan Akıl tutuksuz yargılanıyorlar ve görevlerine devam ediyorlar.
***
Ramazan Altürk, şimdilerde diş hekimliği okuyor. Yurt dışında. Virüsü konuşuyoruz. İstanbul’a göre daha iyiymiş bulunduğu ülkedeki durum. Gelince çay, kahve içmek için sözleşiyoruz. “Anlatayım abla. Sorun yok” diyor:
“Eskisi gibi değilim. Ailemle olsun, eski arkadaşlarımla… Bir dönem yatalak kaldım. Uzun bir süre hastanedeydim. Ufaktım o zaman. 18’ime daha yeni girmiştim. Boynumla ensemin tam arkasında, omuriliğimin başlangıcında… İki kemiğin arasında kaldı kurşun. Orada kaynadı. Tam sağlığıma kavuşmuş değilim. Ömür boyu bu kurşunla devam edeceğimi biliyorum.
İlk başlarda cezalarını çekecekler diye adalete karşı güvenim vardı ama üzerinden 4 yıl geçti. İlk duruşmadan sonra o polisler gelmediler duruşmalara. Hakim, 60 yaşındaki adama ‘evladım anlat’ diyordu. Bana geldiğinde ‘Sakın yalan söyleme! Doğrusuyla yanlışıyla anlat. Her şeyin doğrusunu anlat’ gibi şeyler söyledi. Zaten psikolojim bozuktu. Nefesim kesildi hani dedim ki, ben ne yapacağım burada. Avukatlar hakime sert bir çıkış yapınca biraz ortam yumuşadı gibi oldu ama bana karşı tavrı değişmedi. Bakışları, sıkıştırmaya çalışması falan… ‘Suçum yok’ diyen polisleri ise hiç sıkıştırmadı.
Hatırlıyorum. Kent Ormanı’nın girişinde kulübeler vardır. 9- 10 polis orada bekliyordu. Orada kapanlar vardı abla. Bilirsin… ‘Çok hızlı geldiler, durmadılar’ falan diyorlar ama hızlı gitsek, durmasak tekerler patlardı. Durduğumuzda polisler bizi abluka altına aldı. Sağlı sollu arabanın etrafını sardılar. Yüzü maskeli polis, şoför koltuğundaki arkadaşa çıkıştı. ‘Niye durmuyorsun lan’ gibi şeyler söyledi. Durduk yere parladılar. Şoför de Demirhan’dı. 15-16 yaşlarındaydı. Ben de şoför koltuğunun arkasındaydım. Camım açık değildi. Koltukla camın arasında kafamı koymuştum, oradan polisi izliyordum. Polis döndü ‘Sen neye bakıyorsun lan’ dedi. Ne oldu abi derken silahı yüzüme tuttu. O esnalarda taramaya başladılar. Yanımda rahmetli Barış vardı. Cam kenarında da Oğuzhan. Hastaneye giderken Barış’ın elimi tuttuğunu, adımı fısıldadığını hatırlıyorum. Nefes almaya çalışıyordu. (…) (Arkadaşlarının son halini anlatıyor)
O günden sonra rüyalarım değişti. O kadar bunalıma girdim ki… Psikolojik destek aldım. Ailemle kalmak istemedim. Onları da daha çok üzmek istemedim falan. Ağabeyimin yanına gittim. Fark ettim ki hiçbir şey değişmedi. O acı her yerde bendeydi yani. Barış, Oğuzhan çocukluk arkadaşımdı. Oğuzhan’la ilkokuldan beri arkadaştık. Barış’la da ortaokulun sonlarında tanışmıştık. Oğuz çok güzel futbol oynardı. Maçlara giderdik. Barış çok güzel araba sürerdi. Arabalarla haşır neşirdi. Üçümüz ehliyet kursuna yazılmıştık. Olaydan bir hafta sonra ehliyet sınavımız vardı.
İstanbul’a gelince vakit buldukça Melek anneye (Barış Kerem’in annesi Melike Taş), Seyran anneye (Oğuzhan Erkul’un annesi Seyran Erkul) (…) haber veririm. Neredeysen gelirim ben yanına.”
***
Barış Kerem eğer yaşasaydı bu perşembe 22 yaşına girecekti. Öldürüldüğünde lise son sınıf öğrencisiydi. Elektrik- elektronik bölümünde okuyordu. Annesi Melike Taş bunu mutlaka yazmamı istiyor: Bu hafta perşembe günü, Barış’ın doğum günü.
“Duruşmalarda… İlk duruşmada öldürdükleri çocukların annelerinin karşısında gülebiliyorlardı. En son Barış’ın giydiği kıyafetleri götürmüştüm duruşma salonuna. Hepsi kanlıydı. Masanın üzerine çıkarttığımda şimdi de gülün demiştim. Hakim, Ramazan’ı ‘Sen 18 yaşını doldurmamış birinin kullandığı arabaya nasıl binersin!’ diye sorgulamıştı ama diğer taraftan iki çocuğu öldürmüş polise ‘evladım’ diye hitap etti. Daha ilk duruşmada hakim, polislere ‘evladım’ diye hitap ettiğinde dedim ki, ben buradan nasıl adalet bekleyeceğim? O an umut bitti bende.
Barış akşam 7’de evden çıkmıştı. Giderken de patates kızartmasıyla, köfte istemişti. Hatta vurulmadan 15 dakika önce telefonla konuşmuştuk. ‘Kurbanın olayım annem’ diye açmıştı telefonu. Hep öyle derdi. Köfteleri kızarttım, soğumadan çabuk gel demiştim. Ondan sonrası olmadı zaten. Tek çocuktu. Ne değişti hayatımda? 1 yıl kendime gelemedim. Psikolojik tedavi gördüm. Barış’ın babasıyla 3 yaşındayken ayrılmıştık. Ondan sonra evlendim. Tekrar çocuğum oldu. Onun ismi de Barış Poyraz hatta. Şu an 15 aylık. Mutlu olabildin mi diye sorarsan… Olunmuyormuş… Hamileyken doğumuma yakın küçük Barış’ın kıyafetlerini hazırlıyordum. O kıyafetleri yıkarken sanki kefen yıkıyormuşum gibi geldi bana. O kadar ağır geldi. Şimdi de küçük Barış babasıyla oynarken bazen ağır geliyor. Barış’ın babasıyla oynayacak vakti olmamıştı. Oysa ikisi de benim çocuğum. Hep yarımım yani. Barış’ı kaybettikten çok uzun zaman sonra hafif gülümsediğim zaman kendimden çok utanmıştım. Nasıl gülerim diye… Hayır, acı soğumuyor. Geçen yıl oğlumun üstünü yaptırdım. O kelimeyi kullanamıyorum. O kelimeyi yani. Yani yattığı yeri yaptırdım. Gencecik oğluma taç beğenmek için, en güzel resmini koymak için günlerce uğraştım. Millet takım elbise bakar, evlenmek için eş bakar, okul bakar, üniversite bakar. Ben taş baktım oğluma. Son nefesime kadar oğlumu morgda gördüğüm hali unutamam ki… (Barış’ın son halini betimliyor) Barış’ın vücuduna 9 kurşun gelmişti. İkisi kafasında, iki tane bacağında, diğerleri de yanlarına… Yıkanırken bakamadım.
Oğlumun marka takıntıları yoktu. Kaliteli giyinmesini isterdim ki kışın ısınsın, şu olmasın, bu olmasın. Zaten tek çocuğumdu. Marka ayakkabı aldığım zaman arkadaşları şey demiş; marka takılıyorsun, biz alamıyoruz falan. Sırf o arkadaşı mahcup olmasın diye ‘oğlum ne markası, çakma bu’ demiş. Barış… Evden çıkarken ‘Allah’a emanet olun’ diye çıkardı. Ben de derdim ki alla alla ben o kadar dini bütün değilim, babası da değil bu çocuk nerden geldi böyle. Bilmiyorum Filiz Hanım, fotoğraflarımızı görmüşsünüzdür. Evet, anneydim ama hem anne hem arkadaştım. Arkadaştık Barış’la. O olay olmasaydı, cumartesi ehliyet kursuna girecekti. O yaz araba alıp, gezecektik. Karadeniz turu yapacaktık. Babaannesi için Elazığ’a gidecektik.”
***
Oğuzhan Erkul’un annesi Seyran Erkul, Gazi Mahallesi’nden daha o yıl taşınmış. Israrla dönüp dönüp söylediği: “Suçu olsaydı kabul ederdim. Suçu bu derdim. Çocuktu bunlar çocuk…”
“Ablaları üniversite okuyordu. Aklı sıra bize destek olacaktı. Katilleri savunan avukat diyor ki işte terör bölgesiydi. Onlardan başka terör yok. Biz gibi insanlar hafta sonu çocuklarımızı nasıl mutlu ederiz diye Kent Ormanı’na giderdik. O gün de benden izin alarak gitti. Yürüyerek gitti benim çocuğum. Saz çalacaktı, türkü söyleyecekti. Suçu olsa inan ben de kabullenirdim. Bak 4. yılına girdi şurada. Çocuğa anlatsan haklıyı haksızı ayırt eder ama adalet yok. Tutunacak dal yok. Nasıl anlatayım ki… Köyden göç edip geldik buralara. Dedik bizim bir geleceğimiz yok, çocuklarımızı okutalım. Bir tek Oğuzhanımızı almadılar, bütün ailemi aldılar. Hakim, Ramazan’a ‘o saatte ne işiniz vardı orada’ diye sormuştu. Çocuklar akşam 7’de gitmişti. Genç olmayın, eğlenmeyin… Suçları bu mu? Orada kocaman ‘aile çay bahçesi’ yazmışlar. Polislerden biri nerelerde görev yaptığını anlatmıştı. Zafer… (Sanık polisin adı) ‘O kadar büyüğüm ki işte’ gibi… Sen bir sazı silah görecek kadar kördün. Boş yere ya, hiç uğruna… İlk duruşmada karşılaştık. Benim canımı almış, onlarca koruma eşliğinde ağızlarımıza silah sokularak ifade verdik. Sanki biz suç işlemişiz, biz onların canını almışız. Öyle bir rahatlar ki… Dinlediğin zaman kanın çekiliyor ama ne savcı var ne adalet. Ben inanmıyorum Türkiye Cumhuriyeti’nin adaletine. Garibanın zaten hiçbir hakkı yok. Hakkımızı bildiğimiz halde savunamıyoruz. Biz yıkıldık, bak onlar görevini yapıyorlar. Benim vergimle maaşlarını alıyorlar. Dört yıldır mevsimleri bilmiyorum, yaz gelmiş, kış gelmiş… Onlar rahat… Nerede burada adalet?
O sene taşındım. 13 yıllık dükkanım vardı. Evimi bıraktım. Duramadım orada. Mahkemeye bile gelsem o sokaklardan geçemiyorum. Suçu olsaydı inan derdim suçu vardı, vurdular. Açmamış tomurcuk gül, onlar çocuktu ya… İnsan bir çocuğa nasıl kıyar? Mayıs’ın 9’unda 18’ine girecekti. Cıvıl cıvıl bir çocuktu. İnan, teneke tıkırdasa evin içinde oynayan bir çocuktu. Sanki her şey içine doğmuştu. Çarşamba günü benle dans etti. ‘Anne gel Roman oynayalım senle’ demişti. Ben bilmiyorum oğlum demiştim. Kulak dibinden girmişti kurşun. Okuyamadım onları. Dinleyemedim avukatların dediklerini. Basın açıklamasında resimleri gösterdiler, bakamadım. Koltuklardaki kan… Gece gözümü kapatamıyorum. Hayvan kesilme sesi… İnsan nasıl kıyar, nasıl kurşun sıkar o kadar… Suçlu bile götürülüyor, sağlık muayenesi yaptırılıyor. Anlatamıyorum içimdeki acıyı. Feryadım dünyayı kavrıyor ama… Ne diyeyim… Susuyorum. Elimden bir şey gelmiyor. Bir evlat kolay büyümüyor. Ben onları zor büyüttüm. Ellerini vicdanlarına koysunlar. Babası damat olacaktı, ben gelin olacaktım onlarla. Benim bütün hayatımı aldılar. Kızım var. 27 yaşında. Yuvanı kur, siz de bir dal olun, siz de yeniden yeşerin dediğimde ‘Anne senin gibi acılara mı katılayım, doğurayım da vursunlar mı?’ diyor. Daha başka ne duyayım?”
Basın mensuplarının pek rağbet etmediği Barış Kerem ve Oğuzhan Erkul davası karara yaklaşıyor. Bir sonraki duruşma tarihi 18 Aralık 2020.