SANİYE KARAKAŞ
1990’lı yıllarda ve öncesinde devlet ajanları tarafından işlenen işkence, faili meçhul, köy boşaltma, zorla kaybetme suçlarının birçoğu hakkında, zamanaşımı gerekçesiyle takipsizlik kararı verildi veya verilmeye devam ediliyor. En son geçtiğimiz hafta, başında Mehmet Ağar’ın bulunmuş olduğu İstanbul 2. Şube Müdürlüğü tarafından 1981 yılında gözaltına alınıp işkence sonucu öldürülen Süleyman Cihan dosyası, zamanaşımı nedeniyle düşürüldü ve dava böylece kapanmış oldu.[1] Ayrıca, Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin, 1994 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait F-16’lar ile bombalanması ve 38 kişinin öldürülmesiyle ilgili dosya ve gözaltında işkence ve zorla kaybedilme ile ilgili çok sayıda dosya hakkında da zamanaşımı nedeniyle takipsizlik kararı verildi. Bu dosyalarla ilgili soruşturma ve kovuşturmalar, 765 sayılı eski Türk Ceza Kanununa göre yürütülmekte ve kanun uyarınca zamanaşımı süresi 20 yıl olarak kabul edilmektedir. Acilen bir düzenleme yapılmazsa, benzer nitelikte binlerce dosya, yakın zamanda aynı akıbete uğrayacak ve bu suçların failleri, sonsuz bir koruma zırhıyla hesap vermekten kurtulmuş olacaklar.
Zamanaşımı, devletlerin insanlığa karşı işlenmiş suçları soruşturma ve failleri cezalandırma yükümlülüğüne aykırı bir düzenlemedir ve bu nedenle de zamanaşımının bu tür suçlara uygulanmayacağı, uluslararası hukukta teamül haline gelmiştir. Zamanaşımıyla ilgili olarak, uluslararası düzeyde iki temel sözleşme bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Birleşmiş Milletler (BM) Savaş Suçları Ve İnsanlığa Karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların Uygulanmayacağına Dair Sözleşmedir.[2] Bu sözleşmenin 1. Maddesinde, “işlendiği ülkenin iç hukukuna göre ihlal oluşturmayan fiiller olarak kabul edilseler bile, ister savaş zamanında isterse barış zamanında işlenmiş olsun, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları, soykırım ve apartheid gibi gayriinsani eylemler bakımından, zamanaşımı süresinin uygulanmayacağı” belirtilmiştir.İkinci sözleşme ise, 1974 tarihli Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların Uygulanmayacağına Dair Avrupa Sözleşmesidir[3] ve bu sözleşme, insanlığa karşı işlenmiş suçların kovuşturulmasında, zaman sınırı bulunmayacağı ilkesini belirtir.
İnsanlığa karşı suçlara zaman sınırlaması uygulanmayacağı ilkesi, bu iki sözleşme haricinde diğer bazı uluslararası belgeler tarafından da yinelenmiştir. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Roma Tüzüğü’nün 29. Maddesine göre, Mahkemenin yargı yetkisi içine giren suçlar, yani soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçu, herhangi bir yasa sınırlamasına konu olamaz. BM Genel Kurulu tarafından 21 Mart 2006 tarihinde kabul edilen, Ağır Uluslararası İnsan Hakları Hukuku İhlalleri ve Ciddi Uluslararası İnsancıl Hukuk İhlalleri Mağdurlarının Çözüm ve Tazminat Hakkına Dair Temel Prensipler ve Kuralların 6. paragrafında ise, zamanaşımı ile ilgili olarak öngörülen düzenleme şöyledir; “Uygulanabilir bir antlaşma tarafından veya diğer benzeri uluslararası hukuki yükümlülükler içerisinde yer aldığında zaman aşımları, uluslararası hukuk nezdinde suç teşkil eden ağır uluslararası insan hakları hukuku ihlalleri ve ciddi uluslararası insancıl hukuk ihlalleri için geçerli olmaz.”
Zamanaşımının, ciddi insan hakları ihlalleri ya da insanlığa karşı suçlara uygulanıp uygulanamayacağı sorunu, Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesi (AAİHM) ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında da ele alınmıştır. AAİHM, Almonacid Arrellano (Şili) davasında, Şili’de yaygın bir politika olarak uygulanan zorla kaybetmeyi insanlığa karşı suç olarak nitelendirmiş ve Almonacid Arrellano’ya karşı işlenen zorla kaybetme suçunun, af yasalarına tabi tutulamayacağına ve ortadan kaldırılamayacağına hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca, Şili devletinin, BM Savaş Suçları Ve İnsanlığa Karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların Uygulanmayacağına Dair Sözleşmeyi onaylamadığını, ancak insanlığa karşı suçlara zamanaşımının uygulanmayacağı kuralının, bu sözleşme ile konulan bir kural olmadığını, ama sözleşme ile tanınan genel uluslararası bir hukuk normu olduğunu ve bu nedenle de Şili devletinin bu zorunlu kurala uymakla yükümlü olduğunu belirtmiştir.[4]
AAİHM, yine Baldeón-García (Peru) davasında da, ciddi insan hakları ihlalleri ile ilgili soruşturmaları ve bu ihlallerin faillerinin cezalandırılmasını engelleme amacını taşıyan af yasalarının, zaman aşımı ve sorumluluğu sınırlandıran diğer kuralların, uluslararası insan hakları hukukunca teminat altına alınan, vazgeçilemez nitelikteki hakları etkilediği için, kabul edilemez olduğunu belirtmiştir. [5] AİHM de, suçun işlendiği tarihe bakılmaksızın, insanlığa karşı suçlarda zamanaşımının uygulanmayacağını, birçok kararında dile getirmiştir.[6]
AİHM, Varnava ve diğerleri/Türkiye (18 Eylül 2009) davasında BM Kayıp Kişiler Komitesi raporları, Herkesin Zorla Kaybedilmeye Karşı Korunmasına ilişkin Uluslararası Bildirge, Herkesin Zorla Kaybedilmeye Karşı Korunmasına ilişkin Uluslararası Sözleşme, Zorla Kaybedilmelere ilişkin Amerikalılar-arası Sözleşme; Amerikalılar-arası İnsan Hakları Mahkemesi kararları, Roma Statüsü gibi uluslararası belgelere atıfta bulunarak, insanlığa karşı suçların soruşturulmasında, zaman sınırlamasının söz konusu olamayacağı sonucuna varmıştır. AİHM bu tespitini, işkence suçuyla ilgili olan Taylan/Türkiye (3 Temmuz 2012) kararında ve işkence yasağı ile ilgili verdiği diğer birçok kararlarda da tekrar ederek, işkence suçlarında cezanın ertelenemeyeceğini, zamanaşımına uğratılamayacağını, ayrıca bu suçlar için af çıkarılamayacağını vurgulamıştır.
Görüldüğü gibi zamanaşımının insanlığa karşı suçlara uygulanmayacağı kuralını uygulamak için aslında herhangi bir yasal düzenlemeye ihtiyaç bulunmamaktadır. Yalnızca uluslararası teamüllere uyularak veya AİHM içtihatları referans alınarak, bu kural kolaylıkla hayata geçirilebilir. Hatırlanacağı gibi, 12 Eylül davasıyla ilgili olarak iddianame hazırlayan Ankara savcısı Kemal Çetin, AİHM içtihatlarına atıfta bulunarak işkence ve kötü muamele suçlarında zamanaşımı ve af düzenlemesinin yapılamayacağını belirtmişti.[7] Ancak bu örneğin bir istisna olduğu ve Türkiye’deki savcı ve hâkimlerin uluslararası hukuk normlarına uyma konusundaki acizlikleri dikkate alınırsa, bu konuda ayrı bir yasal düzenlemenin yapılması şarttır. Şüphesiz sadece zamanaşımının kaldırılmasının, cezasızlık kültürünün ortadan kaldırılmasında tek başına yeterli olduğunu düşünmek mümkün değildir. Özellikle şu ana kadar açılmış olan birkaç dosyayla ilgili yürütülen kovuşturmalar, mağdurların adalet duygularını tatmin etmekten ziyade, faillerin yargı tarafından korunduğu izlenimini yaratmaktadır. Bu yargılamaların analizleri, ayrı yazıların konusu olmakla birlikte, bu konuda bir fikir edinmek için Musa Çitil dosyasına bakmak yeterli olacaktır. Musa Çitil dosyası dâhil olmak üzere, bu dosyaların hemen hemen hepsi zamanaşımı süresinin dolmasına birkaç gün kala alelacele bir şekilde hazırlanmış iddianamelerle açılabilmiş,[8] etkili bir hazırlık soruşturması yürütülmediği ve deliller yeterince toplanamadığı için, yargılamaların da failler lehine sonuçlar yaratacak bir şekilde yürütülmesine yol açmıştır.
Bu nedenlerle zamanaşımını, geçmişteki ağır insan hakları ihlalleri veya insanlığa karşı suçlar açısından kaldırmak, faillerin hesap vermelerinin önündeki en önemli engellerden birinin ortadan kalkmasına ve mağdurların adalete ulaşmak için verdikleri çabalara önemli bir katkı sunulmasına yol açacaktır. Geçmişte işlenen suçlarla yüzleşmenin kalıcı ve adil bir barışa ulaşmak için en önemli adımlardan biri olduğu dikkate alınırsa, zamanaşımını kaldırmak, aynı zamanda çözüm sürecinin başarılı bir şekilde tamamlanmasının teminatı da olacaktır.
[1] Radikal ‘Savcı: Mehmet Ağar ve ekibi, Cihan’ı öldürdüyse de zamanaşımı var’ 4 Kasım 2014
[2] Sözleşme 11 Kasım 1971 tarihinde yürürlüğe girmiştir ve şu ana kadar 54 ülke tarafından onaylanmıştır.
[3]Sözleşme 25 Ocak 1974 tarihinde yürürlüğe girmiştir ve şu ana kadar 7 ülke tarafından onaylanmıştır.
[4] Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesi, Almonacid Arrellano-Şili davası, 26 Eylül 2006, parag. 151-153
[5] Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesi, Baldeón-García-Perú davası, 6 Nisan 2006, parag. 201
[6] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kolk and Kislyiy/Estonya davası (17 Ocak 2006)
[7]Radikal Gazetesi, ‘Yaşam hakkı ihlaline zamanaşımı olmaz’, 10 Mart 2012
[8] Sözgelimi Diyarbakır’ın Lice ilçesinde, 22 Ekim 1993 tarihinde Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın da aralarında olduğu, 16 yurttaşın askerler tarafından öldürülmesi olayı ve Şırnak’ın Silopi İlçesinin Görümlü köyünde, 6 köylünün kurşuna dizilerek öldürülmesi olayı ile ilgili davalar