DAVİD VERGİLİ
90’lı yıllar Güneydoğu bölgesinin, Turabdin’in, en karanlık yılları; hukuksuzluğun, cinayetlerin ve devlet dışı paramiliter yapıların kol gezdiği ve hukuku çiğnediği dönem olarak kayıtlara geçti. Bu dönem zarfında işlenen faili meçhul cinayetler ise halen karanlıkta durmakta, adalet ve hakikati beklemektedir. Bununla beraber Süryanilere yönelik faili meçhul cinayetler, tarihin bir kat daha kara dehlizlerinde durmaktadırlar.
90’lı yıllarda en yüksek noktasına ulaşan çatışma ve düşük yoğunluklu savaş, bölge hayatının ekonomik, sosyal, siyasal ve insani açıdan durgunluğu ve paramiliter güç odaklarının hukuk dışı faaliyetleri, sonraki dönemlerde hem bazı medya organlarında hem de bazı sivil ve demokrat toplum kuruluşları yayınlarında ve beyanatlarında yoğunlukla yer buldu. Bu dönem dahilinde işlenen faili meçhul cinayetlerden yargıya nakledilen dosyalar çoğu zaman bir sonuç elde etmeden kapatılmakta ve büyük bir bölümü halen adaleti beklemektedir. 90’lı yıllardaki faili meçhul cinayetler önündeki bir diğer engel ise zamanaşımıdır. Bu davaların zamanaşımına kurban olmamaları, Türkiye toplumunun gelecek tasavvurunda önemli bir yer tutmaktadır.
Turabdin bölgesinde, Mardin, Midyat ve köylerinde bulunan Süryaniler, bu dönem zarfında az bilinmesine rağmen faili meçhul cinayetlere kurban oldu ve bu durum Süryanilerin bölgeden hızlı bir şekilde ayrılmalarında önemli bir sebep oluşturdu. Bu dönem zarfında aralarında, esnaf, doktor, işadamı ve siyasetçi olmak üzere 60’a yakın Süryani öldürüldü. Bugüne kadar Süryani faili meçhul cinayetleri ile ilgili devlet yetkilileri nezdinde herhangi bir girişim yapılmadı. Konuyla ilgili sadece HDP milletvekilli Sayın Erol Dora’nın meclise sunduğu bir gensoru bulunuyor. Yargıya intikal eden ise medya ve kamuoyunda “Görümlü köyü davası” olarak bilinen ve hala devam eden dava var. Bu davanın mağdurları arasında Keldani bir baba ve oğul bulunuyor.
Şükrü Tutuş’un Öldürülmesi
“Babam, Haziran 17, 1994 tarihinde Cuma günü saat 19.00 sıralarında kendi yazıhanesinden evine giderken, kiliseye yakın evine 100 metre kala vuruldu.”
Cinayetin üzerinden yıllar geçmesine rağmen, Robert Tutuş, babası, Şükrü Tutuş’un öldürülmesini böyle özetledi. Şükrü Tutuş işadamı ve siyasetçi kimliğiyle bölge insanı arasında yakından tanınan bir simaydı ve ayrıca İdil Belediye Başkanlığı’nı üç dönem gerçekleştiren ender Süryanilerden idi.
“Babam, Şükrü Tutuş, 1966 – 1979 yıları arasında, İdil belediye başkanlığı yaptı. 1966 – 1994 yılları arasında, İdil Kızılay başkanı idi ve ayrıca gümüş madalya sahibiydi. 1983 – 1994 yılları arasında İdil Anavatan Partisi başkanı ve kurucu üyelik görevlerini yerine getirdi. İdil’de Fakir Fonu diye bilinen (Fakfon) kurucusu ve aynı zamanda başkanlığını yürüttü. Ayrıca bölgenin sayılı işadamlarından sayılmaktaydı.”
Robert Tutuş babasının iş ve siyaset dünyasını anlatırken, faili meçhul cinayet sonrası ailenin zorluklarının da altını çiziyor. Baba Tutuş’un faili meçhul cinayete kurban olması, aileyi derinden etkiledi. Yaşanan olay sonrasında aile dağılmış vaziyette Avrupa yolunu tuttu ve ailenin mal-mülkleri sahipsiz bir şekilde arkada kaldı. Robert Tutuş mal mülklerinin çoğunun hazineye devredildiği ve ailenin zorluklarla boğuştuğunu söylüyor.
Turabdin bölgesinde ve Süryani kaynaklarında Beth Zabday olarak geçen İdil, yakın dönem Süryani tarihinde önemli bir yere sahiptir. 1915 Sayfo yılları esnasında gösterdikleri azim, cesaret ve birlik örneği ve daha sonraki yıllarda bölgenin toplumsal hayatına katkıları önemlidir. İdil toplumsal ve günlük hayatında Süryanilerin izleri bulunmakta ve ekonomik hayatta da varlıkları önemli bir yer tutmaktaydı. 90’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetler ve bir dizi diğer sorunlar, Süryanilerin bölgeyi kısa bir dönem zarfında yoğun bir şekilde terk etmelerine sebep oldu. Bu yıllarda faili meçhul cinayete hedef olan Mihayel Bayru da bir diğer önemli simaydı. 90’lı yılların çatışma ortamı bölgenin hayatını tamamen değiştirmekle beraber lokal ölçekte dağılmış aileler, kaybolan aile üyeleri sorununu da beraberinde getirdi.
“Uzun yıllar Avrupa’da yaşadıktan sonra, İdil’e döndüm. Çünkü benim bir hedefim vardı: baba toprağını bırakmazdım. Çünkü ben İdil’de doğdum ve orada büyüdüm.”
Robert Tutuş hep dönmek istediğini ve kendi topraklarından yaşamak istediğini bu sözlerle dile getiriyor. Robert Tutuş Süryanilerin kendi topraklarına dönmesinde yana. Süryanilerin dönüp kendi topraklarında yaşamaları gerektiğinin altını çiziyor.
Devletin Süryanilere Yaklaşımında Değişim İhtiyacı
Son yıllarda Türkiye kamuoyu nezdinde ve medyasında devlet yetkilileri hem ülke içinde hem de yurtdışı seyahatlerinde Süryanileri geri dönmeye davet etmektedir. Bu tür davet ve beyanatların devletin resmi ve üst kademeli isimlerinden gelmesi elbette önemlidir. Ancak, bundan daha önemli ve elzem olan devletin atması gereken adımlardır. Yakın tarihimizde işlenen faili meçhul cinayetlerde devletin tutumu ortadadır, boşaltılan köyler, geri dönenlerin yaşadıkları “idari ve lokal” zorluklar, devletin el koyduğu mal-mülk ve araziler ve hatta yakın tarihin en acılı sayfası, Sayfo 1915…
Bir grubu ya da topluluğu kolektif bir şekilde yakından ilgilendiren, topluluğun toplumsal, sosyal hayatını ve gelecek tasavvurunu yakından etkileyen sorunlarda, adaletin sağlanması en başta gelen kaidedir. Adaletin yerine gelmesi için yetkililerin olayları kabulü, acıların ve yaraların kapanmasında toplumsal aktörlerin atacağı adımlar ve benzer olayların önüne geçilmesi için adaletin tesisi ile bunun da pratikte uygulanması gerekmektedir.
Türkiye toplumu bazı konuların ve özellikle Kürt sorununun tartışılmasında belli bir eşiği ve zorluğu aşmış bulunmaktadır. Farklı toplumsal ve siyasal dinamiklerin birleşmesi, toplumsal olayları ilgilendiren konularda belli bir şeffaflık ve karşılıklı kabul unsurunun oluştuğu görülmektedir. Oysa devletin Süryanilere ve genel olarak daha az görünen ve ses çıkaran gruplara yaklaşımı halen inkâra dayalı. Bu anlamda, devletin Süryanilere yaklaşımının temel bir değişimden geçmesi gerekmektedir. Devlet, Süryanilerin sahip olduğu siyasi, dini ve kültürel kurum ve kuruluşlara fark gözetmeksizin, eşit bir şekilde yaklaşmalı ve demokratik, popülist-medyatik yaklaşımdan uzak, modern ve şeffaflığa dayalı bir metot izlemelidir. Bu adım atıldıktan sonra sorunların, acıların ve tarihin konuşulması daha kolay olacaktır.