Cezasızlıkla Mücadelede Güçbirliği’nin 5 Kasım’daki Temizöz ve Diğerleri Davası’nın karar duruşmasına dikkat çekmek amacıyla Cemal Temizöz Suçsuz ise #21İnsanıKimÖldürdü sloganıyla başlattıkları kampanya çerçevesinde Ali Topuz‘un kaleme aldığı yazıdır. İmza kampanyasına destek vermek için tıklayın.
ALİ TOPUZ
Hürriyet gazetesinin web sayfasında 27 Ekim 2015’te bir alınganlık, hayal kırıklığı, isyan haberi vardı: “‘Da Vinci’nin Şeytanları’ dizisinde Osmanlı’nın Otranto Seferi, Leonardo da Vinci’nin gözünden anlatılırken Osmanlı’ya fethedilen şehirdeki kadınlara tecavüz (edildiği) ve erkeklerin köleleştirildiği ithamlarında bulunuldu.”
Gazete alınmıştı, hiç Osmanlı öyle yapar mı?
Oysa, dizinin kurguladığı dönemde bir ordu bir şehri alınca yağma, tecavüz ve köle-esir alma sıradandı. Aslında o dönemde de yağma, tecavüz ve köleleştirme suçtu. Ağır cezaları vardı. Fakat savaş, cezaları kaldırıyordu.
Yağma. Tecavüz. Köle alma. Alınganlık, geçmişten çok bugüne ilişkin aslında ve cezasızlığın popüler kültür içinde savunulması, boyutlarından biri.
Beyaz Toros Cehennemi
Emekli Albay Cemal Temizöz’ün 1993-1995 yıllarında Cizre Jandarma Komutanı yüzbaşı olarak çalıştığı dönemdeki suçlamalarda yargılandığı davada, İtirafçı Adem Yakin kafa kestiğini, kulaklardan tespih yaptığını anlatır, “ben efsane adamım” diye böbürlenir. “Beyaz toros”lar, gözaltında kaybetme ve yargısız infaz suçlarının bu efsanevi, sembol aracı adam kaçırıyor, yok ediyor ya da perişan edip bırakıyordu. Adem Yakin, bir tür köleydi; “mankurt”tu. Bir başka itirafçı, Abdülkadir Aygan da sıkça anıyordu Cemal Temizöz adını.
Dosyada 21 kişinin öldürülmesi yargılanıyor. Temizöz ve hempalarına dava ancak 2009’da, 16 yıl sonra açılabildi. Topraktan çıkan kemikler nedeniyle.
Cezasızlığın Üç Aşaması
Niye 16 yıl sonra? Cezasızlık denilen müessese nedeniyle. Üç basamağı var:
Dava açılmasına engel olunur, ünlü Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat bunun için çıkmıştı, lafzı ortadan kalksa da ruhu canlı. Kazayla (bireysel ve toplumsal mücadele sonucu) dava açılırsa, yargılananlar aleyhine olabilecek her imkân ortadan kaldırılır: Dava taşıma, müdahil avukatlarına bilgi, belge, nefes aldırmama. Delil üretmeyi engelleme. Temizöz davası geç açıldı, yeri değiştirildi, tanık koruma programı uygulanmadı. Şimdi de beraat isteniyor.
İlk basamağa bakalım, dava açılmamasına ya da alabildiğine geç açılmasına. Devlet görevlilerinin yargılanması için izin gerekir. Bir kişinin yargılanıp yargılanmayacağı kararı adli yetkiye dayanarak verilir, oysa idari izin arandığında, idari-siyasi görevliler adli yetkiyle donatılmış olur. Anayasa hükmü açık: “Yargı yetkisi bağımsız mahkemelerce kullanılır.” Özet: Cezasızlık anayasaya aykırı olsa da devletin bir seçimidir.
İdarenin Dört Gerekçesi
Anayasa Mahkemesi, Memurin Muhakemat Kanunu’na açılan davaları hep reddetti. Kararlarında, kanunu savunan apolojistlerin gevelediği şeyler yargı hükmü haline geldi, kabaca dördünü sıralayalım: 1) İdarenin otoritesi korunmalı. Yani? Memur sanık olursa, idari otorite zedelenir. 2) Memurun idari suç işleyip işlemediğine karar vermek, idari sahaya girer. Yani? Yargı, o kadar da yargı değildir, idarenin her şeyini denetleyemez. 3) İdari etkinlikleri aksatmamak gerek. Yani? Memurun çok işi var, daha öldürülecek insanlar var, bir de adliyede ifade veri, duruşmaya çıkı, hapse girip vakit mi kaybetsin? 4) Memur. şikayet korkusu yaşamamalı. Yani? Bunun adı var: “Muğlalı kompleksi.”
Muğlalı kompleksi sözünü Süleyman Demirel çok severdi, 33 Kürt köylüsünün sebepsiz kurşuna dizilmesi yargıya taşınınca, silahlı memurlar devlete ve millete küsmüştür, nasıl serbest öldürebilir ki artık? Muğlalı adının 2000’lerde bir kışlaya verilmesi, öldürme hakkının yargılanma ihtimaline karşı savunusuydu, tankıyla topuyla tüfeğiyle kışlası olana karşı mı durulur?
Adliye, idari işlere karışmamalıdır. Yani? İdare-icra/hükümet, adli yetki kullanabilir, idari işlere karışabilir, ama tersi olmaz. “Kuvvetler ayrılığı”nı imha eden bu yorum, cezasızlık kültürünün temelindeki topraktır. Bunun özet ifadesi, “yedirmeyiz”dir.
Mafyalaşmaya Giden Yol
Muhakemat kanununun yol açacağı işleri Profesör Nurullah Kunter 1964’te söylemişti: “devlet egemenliği içinde ayrı bir egemenlik iddiasının mahsulü olan, modern hukuk devleti anlayışına aykırı” bir kanun. Değişti. Adı yok artık. Fakat temelini oluşturduğu cezasızlık tüm karanlığı ve kötülüğüyle duruyor.
Şahsi cezasızlık, malum, kritik bir hukuki müessese: Ceza ehliyetinin bulunmamasını, meşru müdafayı, kanun emrini yerine getirmeyi, tehdit altında olmayı filan bir hukuki sonuca bağlar. Aksi zalimlik olabilir. Aslında bugün Türkiye’de “cezasızlık” ve “cezasızlık kültürü” dediğimizde, kanunda sayılan kişisel cezasızlık hallerinin dışında, genelleşmiş bir siyasi tutumu, giderek artık devlet görevlisi olmayan, devletle bir işi olmayan sivilleri de korumaya başlayan bir kültürü anlıyoruz. Savaşın ve savaş yetkilerinin örtülü devamı. Bu kültür, sadece belli suç ve suçluların yargı sistemi tarafından cezalandırılmaması anlamına da gelmez, bu kültür şiddettin daimi bir siyasal enstrüman olarak gündemde tutulmasıyla da sonuçlanır.
Siviller de Güvencede
Bu şiddet, kimi zaman Roboski’deki gibi beş bin metreden Kürt köylülerini bombalarla parçalamayı, kimi zaman Metin Lokumcu’da olduğu gibi meydanda göstericileri gaza boğup ölmelerine yol açmayı, kimi zaman Soma’daki iş katliamından sonra yere yatırılmış protestocuyu kinle, hınçla tekmelemeyi getirir.
Roboski’de asker, Hopa’da polis “görevlerini yaptıkları”nı öne sürdüler; Soma ise işin bir güvenlik tutumundan bir kültüre dönüştüğünün kinle sırıttığı yerdi: Güvenlikle ilgili hiçbir görevi olmayan kişi, dönemin Başbakan’ın müşavirlerinden Yusuf Yerkel, yere yatırılmış bir protestocuyu tekmeledi ve yanına kâr kaldı.
Gezi zamanında ortaya çıkan sopalı-palalı tipler, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden başlayarak bir yerel ve iki genel seçimden önce Halkların Demokratik Partisi binalarına, üyelerine ve seçmenlerine yönelik saldırılar, Antalya ve Kırşehir’de Kürtlerin tamamına yönelen açık linç girişimleri ve yağma ve kundaklamalar, cezasızlığın sadece devlet bekası için kullanılan bir güvenlik tedbiri değil, iyice toplumsallaşmış bir siyasal kültür olduğunun son kanıtlarıydı.
Cezasızlık, yozlaştırır. “Devlet adına” ya da başka kutsallar adına işlenen suçların devlet tarafından cezasız bırakılması, suç işleyenlerin hiyerarşi dışında kümelenmesine, mafyavari grupların teşekkülüne kapı aralar, “devlet egemenliği içinde ayrı bir egemenlik” oluşur. Korunması istenen değerler her neyse, o değerlerin de aleyhine dönebilecek bir yol. Susurluk buydu, Ayhan Çarkın’ın itirafları buydu.
Üç Kritik Konum
Cezasızlık kültürünün mücessemleştiği üç yer var bugün:
Biri, Galatasaray Meydanı’ndaki Cumartesi Anneleri, biri Temizöz dosyası gibi yürümekte olan ya da yürümeyen davalar ve biri de bir halkın yok edildiği 1915. 1915, Memurin Muhakemat Kanunu tarihiyle özel ilişkiye sahip, Muhakemat Kanunu (aslında bir kanun değil, hükümet kararnamesidir) 1914’te çıktı. 1915’i, soykırımı hazırlayan hukuki tedbirlerden biri olmalı; hukuki tedbir, yani hukuku dolanma tedbiri, minare kılıfı. Galatasaray Meydanı, Temizöz ve benzerlerinin suçlarının takipçileriyle dolu. Bir iddianame olarak her hafta gösteriyor kendisini. Davalarsa, devletin ve suçlu memurlarının nasıl korunduğunun gösterisinin yapıldığı yer.
Tezkere, 12 Eylül ve Parlamento
Cezasızlık, kurumsallaştırılmış bir enstrüman dedik, siyaset kurumunda da yerleşmiş halde; her yıl yenilenen Roboski tezkeresi, bir önemli örnek. Bu her yıl yenilenen parlamento kararı, aslen hiçbir parlamento kararının taşıyamayacağı bir işlev taşır. Temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğini belirten anayasal ilkenin göstere göstere ihlalidir.
Bu karara dayanılarak Roboski katliamı hem işlenmiş hem de ceza hukuku alanından kaçırılmıştır. Cezasızlığın kurumsallaşmasına bir başka örnek, 12 Eylül anayasasının 2010 yılında referandumla kaldırılan ünlü 15’inci maddesidir. Madde, açıkça, 12 Eylül cuntası ve işbirlikçilerinin yargılanmasını yasaklamış ve darbeden ancak 30 yıl sonra, o da yeni bir otokrat iradenin idarileşmesi için yapılan duble yolların döşenmesi pahasına kaldırılabilmiştir. (Buradaki fikir ve örnekler için bkz: Öznur Sevdiren, Roboski takipsizlik kararı: Kuzey Irak tezkeresi ile yargısız infaz, Radikal gazetesi 22 Ocak 2014)
Her dava, bu kanlı yolun kapatılması ya da açık tutulması kararı etrafındaki bir mücadeledir. Temizöz davası da öyle. “Beraat”, kaybetmelerin, cinayetlerin, katliamların, tecavüzlerin sadece onaylanması değil aynı zamanda sipariş edilmesi kararıdır. “Savaştayız” kararı.
—
Bir reng i nümayişten ibarettir edamız!