SEZİN ÖNEY
1990’ların adının bile geçmesi Cizre’de tüyleri hala ürpertirken, 2015 Eylül’ü de nesiller boyu belleklere kazınacak şiddet olaylarıyla dolu geçti Cizre’de. Acaba, 25 yıl kadar önce Cizre’de yaşananların hesabı adalet önünde verilmiş olsa, bu Eylül’deki sıkıyönetim yasakları yaşanır mıydı ve sivillerin canını alan, canını yakan orantısız güvenlik güçleri şiddeti gene de gerçekleşir miydi, gene mümkün olur muydu? Sadece Cizre değil, bütün bölgede dehşet rüzgârı estiren 1990’ların adaleti yerini bulmadıkça, sadece Kürt Sorunu’na ilişkin değil; Türkiye’nin güvenlik güçlerinin ve devlet adına şiddet kullananların mağdurları olmaya, sivillerin canı tehdit altında olmaya devam edecek.
O yüzden, 5 Kasım 2015 günü, Türkiye için hayati bir karar alınacak: “devlet adına” yaptıkları iddiasıyla suç işleyenler, insan hayatına kastedenler, cezalandırılabiliyorlar mı, yoksa “cezasızlıkla” mı ödüllendiriliyorlar?
Kamuoyunda “Temizöz Davası” veya “JİTEM Davası” diye anılan dava, bugün karara bağlanıyor. Bu dava, Türkiye yargı tarihinde, “geçmişle yüzleşme”, “hakikat mahkemeleri” kavramlarına, en yaklaşmış yargı süreci biri diyebiliriz. Tüm imkânsızlıklar, engeller, davanın sürüncemede kalması ve sonunda da kilometrelerce öteye sürgün edilmesine rağmen, tanıkların ve mağdur yakınlarının geçmişi, yaşananları kayda geçirdiği dönüm noktası bir örnek. Yıllarca tanıklıklarını içe gömdükten, 20 seneye yakın süre resmi olarak dile getirecek anlatacak kimse bulamadıktan sonra, geçmişin hesabını sorabilme fırsatıyla beraber olan biteni anlatabilmek mağdur yakınlarının adalete en yaklaşabildiği zamanlardı. Tanıklarla sanıklar yüz yüze geldiler, sanıkların tüm reddine karşı geçmişin, geçmiş hakikatin izi sürüldü.
Davanın “resmi tarihi”, 14 Temmuz 2009’da Diyarbakır’da, Jandarma Kıdemli Albay Cemal Temizöz ve diğer sanıklar hakkında “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve bu teşekküle katılarak mensubu olmak, adam öldürmeye azmettirmek ve adam öldürmek” suçlarından iddianame düzenlemesi ve sanıklar hakkında dava açılmasıyla başlıyor. Temizöz ve Diğerleri, yani Kamil Atağ, Temer Atağ, Adem Yakin, Fırat Altın (Abdulhakim Güven) ve Hıdır Altuğ 1993-1995 yılları arasında, 21 sivilin öldürülmesi, resmen yok edilmeleri ile suçlanıyor. Cizre’de o dönemde yaşanan tek “resmi ellerce” kaçırılma ve infaz edilme vakaları, bu davada yargı konusu edilenler değil; tespit edilebilen toplan 35 vaka var.
Temizöz ve Diğerleri’nin, Cizre ve ötesinin tüm kayıpları, 1990’ların mağdurları için örnek bir dava olmasının ardında, bugüne değin yapılan 50’ye yakın duruşmada, dönemin tanıklıklarının mahkeme belgelerine yani resmi kayıtlara geçmiş olması yatıyor. Bu tanıklıklar bize neyin nasıl olduğunu, hangi mağdurun nasıl ve neden hayattan koparıldığını, gayet açık biçimde ortaya koyuyor. Adeta geçmişin gözümüzün önünde sinema perdesine yansıtılmışçasına canlanmasını sağlayan bu tanıklıklar, gerçeği, olan biteni tüm çıplaklığıyla yansıtıyor.
Mağdur yakınları ötesinde sanık yakınlarının kayda geçen kilit tanıklıklarından birini ele alalım. Sanıklardan, Cizre Belediye Başkanlığı yapan Kamil Atağ’ın öz kardeşi, Mehmet Nuri Binzet’in kendi isteğiyle verdiği ifadenin nasıl kayda geçtiğini anımsayalım;
“Cizre ilçesinde iki dönem belediye başkanlığı yapıp halen korucu başı olan Kamil ATAĞ’ın kendisinin ağabeyi olduğunu, kendisinin ağabeyi Kamil’in yardımları ile 1993 yılından itibaren Geçici Köy Korucusu olarak Cizre ilçesinde göreve başladığını, ağabeyleri Kamil ve Kukel’e ait Cizre ilçesi Cudi mahallesinde bulunan evlerin alt katlarında nezarethane olarak kullanılan odaların bulunduğunu, bu yıllarda buraya yasadışı PKK terör örgütüne yardım ettiği düşünülen kişilerin alınarak sorgulandığını, kendisinin de bir çok defa bu sorgulara katıldığını, sorgu sırasında kişilere fiziki şiddet uygulandığını, ağabeyi Kamil ATAĞ’ın Cizre ilçe jandarma bölük komutanı olan şüpheli Cemal TEMİZÖZ ile çok yakın ilişki içerisinde olduğunu, sürekli birlikte hareket ettiklerini, şüpheli Cemal TEMİZÖZ’ün ağabeyine yardım ederek 1994 yılında belediye başkanı olmasını sağladığını, 1993 yılı aralık ayında babasının evleri içerisinde yasadışı PKK terör örgütü mensuplarının roketli saldırısı neticesi ölmesinden sonra mahallede ve bölgede ağabeyi Kamil’in daha sert hareket edip mahallede kontrollerini arttırdığını…”
Her şey açıkça gözler önüne serilmişken; korucularca “nezarethaneye” yani girenin çıkamadığı bir işkencehaneye dönüştürülen mekânlardan bahsedilirken, tüm suç bu kadar ayan beyan ortayken, bu davanın cezasızlıkla sonuçlanması düşünülebilir mi?
Ne yazık ki, evet; anormal olanın normalleştiği ortamların ülkesi Türkiye’de, Temizöz Davasında da, faillerin ödülü “cezasızlık” olabilir. Yukarıdaki ifadenin sahibi Binzet, “gizli tanık” olarak korunması gerekirken çok kısa süre zarfında deşifre oldu ve ifadesini geri çekti.
Bugün yaşadığımız “sanıkların beraatına” ilerleyen dönüm noktasına adım adım gelindi… Davanın çökmesi, kapanıp gitmesi için hep birileri çaba gösterdi.
Cezasızlık, eli kulağında bekledi hep…
Sonunda da, davayı kapatabilecek kritik bir durum söz konusu oldu; Savcı Hasan Ali Erkan, 18 Haziran 2015 tarihli duruşmada, tüm sanıklar için beraat talep etti. Üstelik de, beraat talebini hakkında dokuz kez ağırlaştırılmış müebbet cezası istenen davanın en önemli sanığı emekli Jandarma Kıdemli Albay Temizöz dâhil 8 sanık için ‘tanıkların ifadelerinin hükme esas teşkil edemeyeceği ve olaylarla ilgili kesin, inandırıcı ve vicdani kanaate uygun delil bulunmadığı” gerekçesiyle yaptı.
Seçim döneminde “Beyaz Toros” tartışmaları gündeme gelmişken, bir de “vicdani kanaate uygun delil bulunmadığı” öne sürülen bu davadan, başka bir tanıklığı anımsatalım-1994’te öldürülen Ramazan Uykur’un oğlu İsmet Uykur’un tanıklığını:
“Beyaz bir Toros geldi. Toros marka araçtan inen sanık Tamer Atak, babama araca binmesini söyledi. Babam araca binmeyip yoluna devam edince, 50 metre ileride kaldırımda araçla önünü kestiler. Tamer arabadan indi ve elinde tabanca vardı. Aralarında boğuşma yaşanırken araçtan Kukel Atak indi. Babamı Kalaşnikofla taradı ve oradan ayrıldılar. Ben korkup şok geçirdiğim için olay yerine gidemedim. Çevredekiler kimi korkudan kaçtı, kimi kepenklerini kapatarak olay yerinden uzaklaştı. Araçta yüzünü göremediğim iki kişi daha vardı. Şikâyetçiyim babamın neden öldürüldüğünü öğrenmek istiyorum. Cizre’de o dönemde korku hâkimdi. Kimin kimi öldürdüğü belli değildi ve insanlar kendi canlarının derdine düşmüştü. Kimse gidip şikâyet edemiyordu. Şikâyet etseler bile başlarına birşey gelmesinden korkuyorlardı. Sanıkların korucu olduklarını biliyordum. Jandarmayla birlikte çalıştıklarını bildiğimiz için korkuyorduk”.
Babasının kalaşnikofla gözleri önünde taranarak öldürüldüğüne tanık olmak ve sebebini dahi bilememek… Vicdani kanaate uygun olmayan bir şey varsa, son yıllarda artan ölçüde bu davanın seyriydi aslında. Tutuklu yargılanan sanıkların serbest bırakılması; delilleri karartma şüpheleri olmasına, tanıkları baskı altına alarak ifadelerini değiştirmeye zorlamalarına rağmen bu adımın atılması ve tabii, davanın “güvenlik gerekçesiyle” Eskişehir’e sürgün edilmesi. Davayı takip eden avukatları, davaya yönelik adalet umudu besleyen mağdur yakınlarını ülkenin bir ucundan öteki ucuna, Diyarbakır’dan Eskişehir’e sürükleyen sürgün, şimdi davanın kendisine “cezasızlık sürgünü” olarak geldi gelecek.
Yaşları 48 ile 12 arasında değişen “faili belli”, Ramazan Elçi, Ramazan Uykur, Abdullah Efelti, İbrahim Adak, Mehmet Gürri Özer, İbrahim Danış, Abdurrahman Afşar, Abdurrahman Akyol, İhsan Arslan, Beşir Bayar, Abdurrazak Binzet, İzzet Padır, Abdullah Özdemir, Mustafa Aydın, Süleyman Gasyak, Abdulaziz Gasyak, Ömer Candoruk, Yahya Akman, Abdulhamit Düdük ve yakınları için adalet yerini bulacak mı? İşte bu, hepimizin hayat memat meselesi; yoksa tarih bir şekilde kendini tekrar edip duracak.