Sevgili Tahir Elçi aradığında, ‘anayasa kültürü ve siyasal kurumlar’ toplantısından henüz çıkmıştım (23 Ekim). ‘Sokağa çıkma yasağı ve özel güvenlik bölgeleri’ üzerine konferans için anlaştık (7 Kasım).
Hüzünden derin acıya
7 Kasım: “Hüzünlüyüm; çünkü, Diyarbakır’dan ayrılışımın 25. yılında bu toplantıyı silah sesleri gölgesinde yapıyoruz. Böyle olmamalıydı…” İlk sözlerimdi bunlar.
Anayasa kültürüne değindim: Anayasa’ya aykırı yasalar; Anayasa’ya ve mahkeme kararlarına uymama; uygulama ise, hepsinin gerisinde, Diyarbakır ve Bölge’de olduğu gibi (…)
28 Kasım: Derin acı ise, tam üç hafta sonra, Tahir Elçi’nin kaybı. Bu nedenle bu yazıyı yazmak o denli zor ki!
Hukuk yolu…
Tahir Elçi, Güneydoğu’da 20 Temmuz’dan bu yana yaygınlaştırılan sokağa çıkma yasağı ve askeri güvenlik bölge uygulamalarına karşı Diyarbakır Barosu olarak verdikleri ve yürütmekte oldukları hukuki mücadeleyi anlattı; kararlılık açıktı.
Sözleri, zorlu da olsa, meşru yolun hukuki olduğunun teyidi ve bir hukuk kurumu için yapılması gerekeni ortaya koymakta idi.
Özgürlük sınırlaması ve durdurma
Olağanüstü yönetimlere ilişkin anayasal düzenlemeye itirazlarımı ve ‘istisna anayasa’ kavramını hatırlattıktan sonra, iki ayrı rejimi vurguladım:
-Anayasa md.13’e göre, hak ve özgürlükler, sadece sınırlanabilir. Belirtilen ilke ve güvence ölçütleri çerçevesinde.
-Durdurma ise, md. 15’in uygulanmasıyla mümkün. Bunun için, Anayasa md.119-122 gereğince olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilan edilmeli. Bu durumda bile hak ve özgürlükler, gerekli ve zorunlu olduğu ölçüde durdurulabilir.
Sokağa çıkma yasakları
Sokağa çıkma yasakları Anayasa’ya aykırı. İller İdaresi Kanunu ve İç Güvenlik Yasası’nda bile bunun dayanakları mevcut değil.
Peki, güvenlik nasıl sağlanacak?
Eğer Güneydoğu’nun belli yöreleri cephaneliğe dönüştürülmüş ise, bunu temizlemenin yolu, olağanüstü hal veya sıkıyönetimden geçer. Şu iki kayıtla:
-Bu yönetimler, kısmi ve geçici olup, yargı denetimi ve hukuki rejim çerçevesinde uygulanmalı.
-Silahlanma faaliyetlerine göz yuman sorumlulardan da hesap sorulmalı.
Hükümet ise, bunlara başvurmayıp, Anayasa ve hukuk dışı yollarla güvenliği sağlamaya çalışıyor; haliyle yaşam hakkını da ciddi biçimde tehdit ediyor.
Resmi ve anayasal yalanlar
Hükümet’in, en son çare olarak başvurulması gereken anayasal önlem yerine hukuk dışı uygulamaya gitmiş olması ile gerçeğe aykırı söylemleri arasında bağlantı da kurmak gerekiyordu: Dil yasağını biz kaldırdık; kültürel hakları biz tanıdık; OHAL’e biz son verdik…
Ortak payda: hukuk dışılık
Katılımın ve ilginin yoğun olduğu toplantıda, Sevgili Elçi, ben ve Yargıç O. Gazi Ertekin, uygulamanın ‘hukukdışı’ olduğu konusunda birleştik. Oysa şiddeti sonlandırmak ve yaşam hakkı için hukuk yolu vazgeçilmezdi.
Diyarbakır özlemi
Dicle Hukuk’tan öğrencilerim olan başta Tahir Elçi gelmek üzere, Baro Yönetim Kurulu üyeleri ve diğer avukatlar, Diyarbakır caddelerinde dolaştık, Sur içi hariç. Halkın ilgisi pek yoğundu…
Memet Uzun günlerinden T. Elçi’nin davası için olası savunma hazırlığına, Türkiye ülkesi ve halkı iç içeliğinden Diyarbakır Barosu’nun anayasa sürecinde oynayabileceği role kadar birçok konuyu, otelde, sokaklarda, Belediye toplantı salonunda, çayevinde, lokantada konuştuk…
Ve 28 Kasım basın toplantısı
Dört Ayaklı Minare önünde yapılan basın toplantısında Tahir Elçi’nin insan hakları vurgusu, tam da 7 Kasım toplantısının uzantısı niteliğinde olup, hak ve özgürlüklere bütünsel yaklaşımı yansıtıyordu: insan haklarını tarihsel, kültürel ve doğal mekânında bir bütün olarak bakabilmek.
İşte bu, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu bir bakış açısı.
Hukuksuz ortamda…
Tahir Elçi’yi kim öldürdü? Suikast mı, kaza kurşunu mu? Bu ve diğer olasılıklar henüz meçhul. Şimdilik bilinen ise, ölümünün başlıca nedeni, ‘hukuktan arındırılmış ortam’, yani ‘devletsiz’. Müsebbibi de belli haliyle.