Mübaşirin, izleyiciler arasında, ayak ayak üstüne atanları tespit edip, uyarmasıyla başlıyor dava. Kapının üstünde, büyük harflerle “SALONDA DÜZGÜN VE SESSİZ OTURALIM” yazıyor. Kahverengi tonlarının hakim olduğu salona konulabildiği kadar klasör konulmuş. Üzerlerinde 1994 yazanlar sanki daha çok gibi. Tutanak, dikte edilerek yazılmaya başlandığında, mahkeme heyetinin rotasyonlu bir şekildeki ortak davranışları, yüzlerini ellerine yaslamaları ve dakikalar geçerken gözlerini usulca kapayıp, uykuya devrilmeye ramak kala tekrar açmaları. İzlerken benim de içimin geçtiği anlar oluyor ama işte rüyada, ne gördüğümüzün de önemi vardı ya.
İki kadın, bir erkek silahlı giriyor içeri. Ufak bir karışıklık oluyor. Kimdirler belli değil. Savcının haberi var denilince, konu tatlıya bağlanıyor. Arkalarda bir yerlerde davayı izliyorlar. Belli ki, sonra gidip birilerini bilgilendirecekler.
Bu kareler, Ankara/JİTEM davasından. 10 celsedir sanıksız süren mahkemede kimi sanıkların adresi tespit edilemiyor, kimilerinin hep mazeretleri var. Yaşını geçmişlerin işi daha kolay. Hatırlamıyorlar. Tutuklu hiç bir sanık yok. Bütün faili meçhul, kayıp davalarının işleyiş süreci aynı.
Bu arada adresi tespit edilemeyenlerden biri olan Veli Küçük, birkaç saate, Bilecik, Jandarma Teşkilat töreni protokolünde gözükecek. Konu kilit.
“Katiller, en azından akıllarda aklanmamalı”
1990’lı yıllarda zorla kaybedilen 19 kişiden bahsediyoruz. Altındağ Nüfus Müdürü’yken öldürülen Abdülmecit Baskın’ın abisi Necip Baskın’ın dediği gibi, şahsa özel davalar değiller. O dönemki bütün faili meçhul davalarının yükü var omuzlarda. Binlerce insanın kaybolduğu vakaların belki de çoğu hukuksal sürece dahil bile değil.
“1993, Eylül ayının sonuydu. Abim işyerinden çıktıktan sonra haber alınamıyor. 4 gün sonra, morgdaki cesedin şahsa uyduğu söylendi. Gittik ve abimin olduğunu gördük. Haymana yolu üzerinde yıkık bir binanın içinde bulunmuş. Abimin herhangi siyasi bağlantısı yoktu. Nüfus müdürüydü. Devlet memuruydu. Olayın araştırılması için gittiğimiz her kapıdan geri döndük.”
Baskın öldürülmeden önce bir gazetede, Orhan Doğan’ın evinde kaldığı iddia edilen ve sonra tutuklanan örgüt üyelerinin kimliklerinin üzerinde Baskın’ın imzasının olduğu bilgisi çıkmış. Aslında bu kimliklerin yasalara uygun bir şekilde verildiğini söylüyor Necip Baskın. O zamanın kaymakamının bizzat ilgilendiği, yönlendirdiği bilgisi var. Niye olabilir? “Bu insanın bir Kürt bürokrat olması, bilinen bir aile olması, bunlar olabilir nedenler.” Davadan bir şey çıkmayacağını düşünse de, ümit edilen, katillerin, akıllarda aklanmaması. Bunun mücadelesi sürecek. Abdülmecit Baskın’ın iki kız, bir erkek çocuğu varmış. Küçük oğlu hukuk okuyor. İktisat’ı 3. sınıfta bırakıp, Hukuk’a geçmiş. Sebep, babasının davasını takip etmek istemesi. Gösterdiği fotoğrafta Savaş Buldan ve Abdülmecit Baskın daha çocuklar. Uzaktan akraba oluyorlarmış. Abisi öldürüldüğünde moral desteğini eksik etmemiş Buldan. 1 yıl sonra ise kendisi öldürülmüş.
Bizimle Emniyete Kadar Gelir Misiniz?
1993 yılında, Ankara Özel Harekat bünyesinde, Mehmet Ağar’ın Emniyet Müdürlüğü yaptığı dönemde, Özel Kuvvetler Komutanı Korkut Eken’in talimatıyla, Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin’in başkanlığında 60 kişilik bir kont-terör ekibi kuruluyor. Kimsenin hatırlamadığı, tanık ifadelerinde geçtiği halde maddi delil sayılmadığından iddia ötesine geçemeyen, neredeyse “efsaneleşmiş” bir listeden bahsediliyor. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’den duyulmuş “PKK’yı finans eden işadamlarını biliyoruz. Hesap soracağız” beyanı da var akıllarda. PKK’ye yardım ettikleri düşünülen Kürt İşinsanlarının listesi, insan avına çıkan ekibin işi oluyor. “Bizimle emniyete kadar gelir misiniz?” sorusuyla insanlar götürülüyor. Misal Abdülmecit Baskın, “hay hay” diyerek bu davete icabet etmiş.
“Hatırlamıyorum. Kaç sene geçti.”
İnfazların olduğu dönemin İçişleri Bakanı olan Nahit Menteşe tanık olarak çağrılıyor. 84 yaşına gelmiş Menteşe, yardımcısıyla geliyor. Daha ilk soruda, kulaklarının ağır işittiğini anlıyoruz. Mehmet Ağar dışında, dosyada bahsi geçen isimleri hatırlamıyor. Ağar’ın kendi döneminde, Emniyet Genel Müdürü olduğunu birkaç kez tekrarlıyor. Mahkeme başkanı tekrar soruyor: “Faili meçhuller var. Toplumda böyle biliniyor. Behçet Cantürk, Recep Kuzucu, Savaş Buldan, Yusuf Ekinci, Namık Erdoğan… Bu isimleri biliyor musun?” “Hiçbirini hatırlamıyorum. O dönem İçişleri Bakanlığı yaptım ama teferruatları bilmiyorum.”
“Hatırlamıyorum. Bilmiyorum. Hiç bir bilgim yok” her sorunun yanıtı. O kadar ki müdahil avukat, Sertaç Ekinci’nin “Öldürülen insanların aileleri, çocukları vardı hiç vicdan azabı duymuyor musunuz?” sorusuna dahi, o hazır nazır yanıt kalıplarından biri geliyor: “Hatırlamıyorum.”
Arada dediği şey, “Terörle mücadelede büyük başarıya ulaştık.” Avukat, Ruşen Ali Nergiz, bari o başarıların ne olduğu sorusuna yöneliyor. Ve yine hatırlamıyor Menteşe. Kaç sene geçmiş, hatırlaması mümkün değil. Oraya niçin çağrıldığını bile bilmiyor.
Misal, 2012 yılında, Ağar’ı cezaevinde ziyarete gitmiş. Ağar’ın niye içerde olduğunu biliyor mu peki? Bilmiyor. Geçmiş olsuna gitmiş, gerisini sormamış.
“Onlar bilsinler ki vazgeçmeyeceğiz”
Avukat Mehmet Emin Aktar, “Peki, İçişleri Bakanlığı yaptığınızdan emin misiniz?” diye sormanın icap ettiğini düşünüyor ister istemez. İbrahim Şahin’in avukatı Basri Aydın, 84 yaşına gelmiş birine, hatırlamadığı için bu üslupla konuşulmayacağını hatırlatıyor bağırarak. Salon karışıyor. Bundan gayri, sanık avukatlarının sesleri duyulmayacak. Çünkü genel anlamda rahatlar.
Oysa itiraf silsilesinde bulunan Ayhan Çarkın, mahkemeyi hayrete düşürmüş ve derhal adli tıbba gönderilmiş, ceza ehliyetinin yerinde olunup olunmadığına bakılmıştı. Aktar bunu hatırlatıyor. Doğal olarak.
Mahkeme başlamadan kapı önünde konuştuğum Mehmet Emin Aktar’a ilk sorduğum soru bu davanın sonunda ne olacağıydı? Adaletin tecelli etmesine duyulan inançtan çok, orada olmak zorunluğu duygusunun ideolojisi hakim. Gereksiz bir soru. Gülümsemesinden anlaşılıyor. Çok açık, sağlam delillerden bahsediyor. Mesela aynı marka Uzi silahın, biri İstanbul’da diğeri Ankara’da olan cinayetlerde kullanılmış olması. İçişleri Bakanlığı tarafından, HOS PRO Şirketi aracılığıyla, İsrail’den alınan silahlardan 10 tanesi, emniyet envanterine geçmemiş. Silahların bizzat oradan çıkmış olması nedeniyle, Emniyet Genel Müdürlüğü bilgisi dışında bu cinayetlerin işlenmesi mümkün değil.
Yine sanıklardan biri olan Ayhan Çarkın’ın, hatırlanması zor detaylar verdiğini, bunların uydurma olmasının mümkün olmadığı ve zaten o detaylarla elde edilen bulguların birebir örtüştüğünden bahsediyor. Cinayetlerin işlenmesi için sebepler belli. Ergenekon Dosyasında, Susurluk Raporunda buna ilişkin kanıtlar var. Normal bir adli süreçte, kesin bir şekilde mahkumiyetle sonuçlanırdı ama olamıyor. Sanıklar, duruşmada hazır bile ettirilemiyor. Duruşmadan uzak tutuluyorlar. Mahkeme soru sorma ihtiyacı hissettiğinde, soru sorulacak sanık yok. “Buradan bakıldığında, mahkemenin sağlıklı bir sonuç çıkarması değil, bir an önce, davayı kapatmak gibi bir derdi olduğunu anlıyoruz” diye bitiriyor cümlelerini. Bunca danışıklı dövüş hukuk işleyişine hakim biri, niçin burada peki? Kısa yanıtıyla, mahkeme salonuna giriyoruz: “Onlar bilsinler ki biz vazgeçmeyeceğiz.”
“Yok olmuyorlar”
Klasör klasör dosya, tutanak, ara karar vs… Öldürülen 19 kişiden biri olan, avukat Yusuf Ekinci’nin oğlu, aynı zamanda müdahil avukat Sertaç Ekinci, dosyaların arşivlere, ileriki kuşaklar için, hukuksal süreçte nasıl yol alınamadığının kanıtı olarak gireceğini düşünüyor. Yok etme hareketi ama yok olmuyor bu insanlar. Devamı geliyor. Öbür yandan, travmanın etkisi kesintiye uğramıyor. Bir şekilde devam ediyor hayat boyunca. Travmanın kendisi, var oluş nedenlerinden biri haline geliyor. Devlet aklının vermiş olduğu, infaz kararının işe yarayamayacağının sonucu çıkıyor buradan. “Evet, bitmez böyle” diyebiliyorum, taraf olmaktan azade.
Aktar’la Ekinci’nin buluştuğu yer aynı aslında. Yok edilemeyenler, biz buradayız diyenler, vazgeçmeyenler. Bu arada yığınla küçük detaylar var. Bunlardan biri, listenin gerçekliğini kanıtlayacak türden. Tanıklardan biri olan Vekin Aktan’a “Bu listede olduğunuz ve bağlantılarınızla kendinizi çıkarttığınız söyleniyor. Doğru mudur?” diye soruluyor. “Ben niye olayım?” diyor Aktan. Sebep bulunanlar listelere alınmış demek ki.