Adalet Bakanlığı, 12 Eylül Darbesi döneminde gözaltında kaybolan oğlunun cenazesini yıllarca arayan Berfo Kırbayır’ın ölümünün ardından bu davaya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gönderdiği savunmada, “Berfo Ana öldü, dava düşsün” dedi.
Cemil Kırbayır’ın 12 Eylül’den sonra işkencede öldürülmesine ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) görülen davada hükümet tarafından savunma yapıldı. Savunmada, anne Berfo Kırbayır’ın davayı açtıktan iki yıl sonra öldüğü, varislerinin ise davayı sürdürme yönünde niyetlerini gösteren bir belge olmadığı iddia edildi.
Bu olayın Türkiye’nin AİHM’i tanımasından yedi yıl önce olduğu, ‘insanlığa karşı suç’ maddesinin TCK’ye 2005’te konduğu, geriye dönük yargılama yapılamayacağı belirtildi. “Bu tekil olayın darbe rejiminin toplumun bir kesimine karşı devlet politikası çerçevesinde olduğuna dair bir bulgu yoktur” denildi. Oysa Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı 12 Eylül davasında sanıklara atfedilen eylemlerden biri de Kırbayır’ın öldürülmesiydi. Bu yüzden anne Kırbayır, davanın müdahilleri arasına alınmıştı. Berfo Kırbayır, 2010’da başbakanlığı döneminde Erdoğan’ın buluştuğu Cumartesi Anneleri arasındaydı.
Anne Berfo Kırbayır’ın 2011’de ‘yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkı ihlali’ gerekçesiyle AİHM’de açtığı davada hükümet, geçen şubatta savunma yaptı. Savunmada, Berfo Kırbayır’ın 26 Ekim 2011’de başvuru yaptıktan sonra 21 Şubat 2013’te öldüğü hatırlatılarak, “Varislerinin davayı onun ölümünden sonra sürdürme niyeti olduğunu gösteren bir bilgi ya da belge yoktur” denildi. AİHM’in yargılamayı dava listesinden çıkarması istendi.
“İç Hukuk Tükenmedi”
Hürriyet’ten İsmail Saymaz’ın haberine göre Türkiye’nin AİHM’e 1987’de katıldığı belirtilirken, Cemil Kırbayır bundan on yıl önce ölmesi nedeniyle davanın AİHM’in yetki alanı dışında kaldığı savunuldu. Ailenin 26 Ekim 2011’de AİHM’e başvurduğu, bu tarihte Kars Başsavcılığı’nda bir soruşturma olduğu ve 2012’de Anayasa Mahkemesi’nde bireysel başvuru hakkı tanındığını anlatıldı. Dolayısıyla iç hukuk yollarının henüz tüketilmediği belirtildi.
‘İnsanlığa karşı suç’ tanımının Türk Ceza Kanunu’na 2005’te girdiği, insanlık suçunda zamanaşımının olmayacağının baştan bu yana kabul edildiği ifade edildi. 2013 yılında işkence suçu için de zamanaşımının kaldırıldığı vurgulandı. Ancak bu iki düzenlemenin geriye dönük şekilde işletilemeyeceği kaydedilerek, şöyle denildi: “Hükümet, mahkemenin gerekli incelemeyi yapma yetkisi olmadığına ve mahkemenin sadece bireysel başvuru çerçevesinde sınırlı bir değerlendirme yapma hakkı olduğuna dikkat çekmek ister.”
Ayrıca sanıkların işlediği suçun ‘insanlığa karşı suç’ kapsamında olmadığı öne sürüldü. Sanıkların ancak ‘işkence, kötü muamele ve kasıtlı cinayet’ suçlarından yargılanabileceği ifade edildi. İnsanlığa karşı suça dair kesin bir hüküm getirmenin imkansız olduğu ileri sürülerek, “Bu tekil olayın darbe rejiminin toplumun bir kesimine karşı devlet politikası çerçevesinde olduğuna dair bir bulgu yoktur” denildi.
Darbe Davasına Müdahildi
Oysa Cemil Kırbayır’ın ölümü, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı 12 Eylül Davası’nda cuntanın eylemleri içerisinde sayılmıştı. Berfo Kırbayır da davanın müştekileri arasındaydı. Erdoğan’ın başbakanlığı sırasında Dolmabahçe’ye davet ettiği Cumartesi Anneleri içerisinde anne Kırbayır da vardı. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nca hazırlanan raporda, Cemil Kırbayır’ın 13 Eylül 1980’de Göle’de gözaltına alındıktan sonra işkencede öldürüldüğü ve cesedinin yakılarak yok edildiği sonucuna varılmıştı.
Adalet Bakanlığı’nın AİHM’deki savunmasını değerlendiren Ağabey Mikail Kırbayır, “Kardeşimin bu dünyada yaşam hakkı, bu topraklarda payı vardı. Devlet olarak birinci görevin yurttaşını yaşatmakken, sen onun yaşamına yargısız infazla son vermişsin. Devlet otuz yıl ‘firar etti’ diye oyalarken, biz takipçisi olup Meclis’e taşıdık. Hazırlanan raporda Cemil’in işkencede öldüğü aşikar. Devlet itiraf etti. Bu insanlık suçudur. Ne demek yokuz? Her cumartesi günü annelerle Galatasaray’dayız” dedi. Kırbayır, kardeşinin öldürülmesinden sonra kendisinin Kars’tan sürüldüğünü ve dokuz yıl Karaman’da yaşamaya mecbur tutulduğunu ifade etti. Avukatı Eren Keskin de “Meclis raporu bu suçun devlet tarafından işlendiğini dile getiriyor” dedi.
Eski AİHM Yargısı Türmen: Türkiye’ye Ceza Çıkar
Eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen, konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: “Hükümetin ‘Annesi ölmüş, yakınlarının mağdur statüsü yoktur’ savunması yanlış bir argümandır. Bir çok davada AİHM’in kriteri şudur: Davaya devam edenlerin bir meşru çıkarı ve hısımlık derecesi vardır. Kardeşi gibi yakın bir hısımın meşru menfaati vardır. Bu görüş reddedilir. Olayın 1980’de olduğu, Türkiye’nin AİHM’e bireysel başvuruyu 1987’de tanıdığı belirtiliyor. İlke olarak doğrudur. Ama burada şikayet; yaşam hakkı ve işkence yasağıdır. Bunun içine devletin öldürmeme ve işkence yapmama yükümlülüğü vardır. Ölüm ve işkenceyi soruşturma yükümlülüğü vardı. Soruşturma davanın esasına bitişiktir. Bu şu demektir: Ölüm ya da işkence 1987’den önce meydana gelmiş olsa bile soruşturma tekrar başlamışsa bu argüman da yanlıştır. Soruşturma devam ettiği için AİHM bakabilir. ‘Anayasa Mahkemesi’ne gidilmedi’ deniyor. AYM’ye bireysel başvuru hakkı, 2012’de tanındı. Başvuru bu tarihten önce olmuş. Kaldı ki AYM, 2012’den önceki olaylara bakamıyor. Anlıyoruz ki Kırbayır soruşturması 2011’de tekrar başlamıştır. Bu da soruşturmanın ne kadar etkisiz olduğunu ve hiçbir şey yapılmadığını gösterir. O yüzden yaşam hakkı ve işkence yasağı yönünden ihlal sonucu çıkar.”