Diyarbakır İHD’den avukat Rahşan Bataray Saman çocuk hakları ihlallerindeki cezasızlık sorununda devletin konumunu değerlendirdi.
Diyarbakır İnsan Hakları Derneği Hukuk Komisyonu Üyesi avukat Rahşan Bataray Saman güvenlik görevlileri tarafından işlenen suçlarda uygulanan cezasızlık politikasının sonuçlarından birinin bu olayların sürekli artarak yaşanmaya devam etmesi olduğunu belirtti.
“Gerektiğinde bir çocuğun yaşını büyüterek idam sehpasına götüren devlet, öldürdüğü çocuğu da “terörist” olarak ilan edip görevlilerini sorumluluktan kurtarıyor.”
Bataray Saman, Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde Alaca köyünde 1993 yılında gözaltına alındıktan sonra kaybolan 11 kişinin yakınlarının avukatlığını yapıyor, İHD’nin Kayıplar Haritası çalışmasına katkıda bulunuyor. Bataray Saman ayrıca Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Şenlik köyünün Xambas mezrasında 28 Eylül 2009 tarihinde meydana gelen patlama sonucu 12 yaşındayken yaşamını yitiren Ceylan Önkol’un da avukatı.
– 80’lerden bu yana bölgede çok sayıda çocuk devletin güvenlik güçlerinin saldırısı sonucu hayatını kaybetti. Genel olarak bu olaylarla ilgili ne gibi hukuki sonuçlar alındı?
İnsan Hakları Derneği’nin hazırlamış olduğu raporlara göre, 1988 ve 2014 yılının ilk ayında 580 çocuk devlet yetkilileri tarafından katledilmiş.
Katledilen çocuklara ilişkin hukuki sürece baktığımızda süreç ve sonuçları çok tanıdık. Güvenlik güçleri tarafından işlenen diğer suçlarda olduğu gibi çocuk ölümlerinde de cezasızlık politikasının tavizsiz uygulandığını görmekteyiz.
Bunca çocuk ölümüne karşılık sorumluların tespit edildiği ve cezalandırıldığı hiçbir dava dosyası bilmiyoruz.
Dosyaların tamamı ya takipsizlik ile sonuçlanıyor ya da savcılığın tozlu raflarında zamanaşımının dolması bekleniyor.
AİHM önüne taşınan dosyalarda Türkiye’nin ihlal kararları ile mahkum edildiğini görmekteyiz. Uğur Kaymaz dosyasında AİHM’nin verdiği karar bu alanda örnek kararlardan biri.
– Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol gibi kamuoyunun daha fazla bildiği simge davalarda yaşanan süreci nasıl yorumlamak gerekir?
12 yaşındaki küçük bedenine 13 kurşun sıkılan Uğur ve 2009 yılında koyunlarını otlatırken vücuduna isabet eden patlayıcı sonucunda feci bir şekilde yaşamını yitiren küçük Ceylan’ın ölümüne ilişkin yürütülen hukuki süreç aslında çocuk ölümlerine ilişkin Türkiye’deki hukuki durum ve yaklaşımı tamamen özetler nitelikte.
Uğur Kaymaz dosyasında yaşanan olay, sorumlular ve deliller tümü ile ortada iken sanıkların uzun bir yargılama sürecinin ardından beraat etmeleri cezasızlık politikasının nasıl tavizsiz uygulandığını bir kez daha gösterdi.
Ceylan’ın parçalanan cenazesini annesi eteğinde toplayarak savcının önüne götürmek zorunda kalmıştı. Çünkü savcı, olay yerine gitmeye değer bir olay olarak görmemişti Ceylan’ın parçalanarak ölümünü.
Ceylan’ı öldürenler tespit edilemediği gibi ölümünden kendisi ve ailesi sorumlu tutuldu. Keza Ceylan kendisi bir patlayıcı ile oynarken yaşamını yitirmişti ve ailesinde de zaten birçok “terörist” vardı…
Ceylan ve ailesi terörize edilerek olayın üzeri kapatılmaya çalışılmış, aslında bunu hak ettiler sonucuna ulaşılmıştır.
Ceylan’ın ölümünün üzerinden yaklaşık beş yıl geçti ancak soruşturma hala sonuçlanmadı, savcılığın tozlu raflarında zamanaşımının dolmasını bekliyor.
Ceylan Önkol dosyası AİHM’ne taşındı ve kısa süre içerisinde ihlal kararı çıkmasını bekliyoruz.
Gerektiğinde bir çocuğun yaşını büyüterek idam sehpasına götüren devlet, öldürdüğü çocuğu da “terörist” olarak ilan edip sorumluluktan kurtarmaktadır görevlilerini.
12 yaşındaki Uğur’u terörist ilan ederek sorumluları beraat ettiren hukuk sistemi, 11 yaşında yanına boyu kadar silah bırakıp kadın terörist olarak ilan ettiği Fatma Erkan’ın katillerini de haklarında bir soruşturma bile başlatmadan aklayabiliyor.
Adalet gibi bir beklentileri olmayan Fatma Erkan’ın ailesinin 20 yıl aradan sonra İnsan Hakları Derneği’ne yaptığı başvuru sonucunda Fatma’nın hikayesini öğrenme şansımız oldu. Devlet kayıtlarında “kadın terörist” olarak geçen 11 yaşındaki Fatma’nın hikayesi, acaba bilmediğimiz daha kaç katliam var sorusunu yöneltmemize neden oldu.
Fatma’yı öldürenler hiçbir şekilde ceza almayacaklarından o kadar eminlerdi ki; 11 yaşında, ayağında terlikleri, üzerindeki pembe pijaması ile cenazesinin yanına bıraktıkları boyu kadar bir silah ile çektikleri fotoğraf ile Fatma’yı kayıtlara “kadın terörist “ olarak geçirebildiler. Fatma’nın cenazesini inceleyen ve otopsisini yapan savcı, ‘ayağında çorap bile olmayan, pembe pijamalı, küçük bir kadın terörist mi’ diye sormadan dosyayı bu şekilde kapattı
Fatma 14.10.1995 tarihinde öldürüldü ve zamanaşımının dolmasına bir yıldan az bir süre kalmasına rağmen sorumlular hakkında henüz bir soruşturma bile başlatılmamış olması, cezasızlık politikasının hukuk sisteminden tutun devletin tüm alanlarında nasıl uygulandığını gösteriyor.
– Hayatını kaybeden çocuklarla ilgili olaylarda ortaya çıkan cezasızlık durumunda devletin tavrını ve konumunu değerlendirir misiniz?
Çocuk ölümlerinde, öldürülme şekilleri ve sonrasındaki soruşturma(ma) süreci çok benzer. Birçoğunda soruşturma bile yürütülmezken, soruşturma yürütülenlerde ise, dosya tamamen olayın faili konumundaki güvenlik görevlileri aracılığı ile yürütülüyor. Ceylan’ın öldürülmesine ilişkin dosyada savcı olayı gerçekleştirdikleri düşünülen karakola yazı yazarak olayı aydınlatmalarını ve delilleri toplamalarını istedi.
Güvenlik görevlileri tarafından işlenen suçlara ilişkin soruşturma dosyalarındaki en önemli sorunlardan biri de soruşturmanın olayın şüphelileri tarafından yürütülüyor olması. Bu husus, faillerin tespit edilmesinin önündeki en önemli engellerden biridir. Keza, katilden delileri toplamasını isterseniz, tabii ki delilleri karartacaktır, kendisine göre delil yaratacaktır.
Savcı Fatma’yı öldürenlerin tuttukları tutanaklara dayanarak soruşturma yürütmüştür. Bu sistem cezasızlık politikasının bir yöntemi olarak bilinçli bir şekilde uygulanıyor.
Hükümetin “çocuk da olsa…” tavrı ve cezasızlık politikaları çocuk katliamlarının artışındaki en önemli etkenler olup, köylere kısmi dönüş sürecinden sonra devletin gerekli güvenlik önlemlerini almaması ve dönüş koşullarını sağlamaması da çocuk ölümlerinde etkili olmuştur. Keza köylerinde hayvanlarını otlatırken veya arkadaşları ile oynarken bir patlayıcı sonucu yaşamını yiten çocukların sayısında da önemli bir artış yaşanmıştır. Uğur’un katilleri yargılanıp gerekli cezayı almış olsalardı, sonraki olaylar yaşanmayacaktı.
Bu olaylarda yürütülen hukuki süreç, cezasızlık politikasının çok bilinçli ve sistemli bir devlet politikası olarak uygulandığını gösteriyor. Bunca ölüm ve katliam karşısında tek bir yetkilinin bile cezalandırılmamış olması, görevlerine bile son verilmemiş olması cezasızlığın bilinçli bir devlet politikası olduğunun göstergesidir.
– Cezasızlık politikasının toplumsal sonuçları, toplum üzerindeki etkileri ne oldu?
Güvenlik görevlileri tarafından işlenen suçlarda uygulanan cezasızlık politikasının en önemli etkilerinden biri toplum nezdinde adalete ve hukuk sistemine olan güveni yok etmesidir.
Önemli sonuçlarından biri de bu olayların sürekli artarak yaşanmaya devam etmesidir.
Bu olaylarda sorumluların yargılanıp cezalandırılmaması toplumsal barışın sağlanmasının önündeki önemli engellerden birini oluşturuyor. (YY)