BELMA AKÇURA
Kurumuş bir dere yatağına doğru yola çıktılar… 10 metre derinlikteki kuyulardan cesetleri çıkarttılar… Aslında buldukları ceset bile değildi… İzmaritler, konserve kutuları, boş kovanların arasından yüzlerce kemik topladılar…
İnsana ait kemikler…
Güneydoğu’da; Diyarbakır’dan, Mardin’e Şırnak’tan İstanbul’a uzanan topraklarda, dere yatağında, köprü altlarında; ıssız yol kenarlarında, her biri faili meçhul bir cinayete kurban gitmiş; işkence yapılmış, kurşuna dizilmiş, yakılmış cesetler…
Kemiklerin çoğunun şimdilik kimlere ait olduğu bilmiyoruz.
Ama şunu biliyoruz; Mesela 12 Eylül 1980’den bu yana 1353 kişinin kaybolduğunu biliyoruz.
1993’te 103 kişi, 1994’te 518 kişi, 1995’te 232 kişi… Bunlar hep evlerinden işyerlerinden sokaktan alınıp zorla götürülen ve kaybedilen insanlar… Düşünün ki; 2000’li yılların Türkiye’sinde bile 33 kişi bu şekilde kayboldu.
Diyarbakır’da 382 kayıp, Şırnak’ta 211 kayıp, Mardin’de 184 kayıp, İstanbul’da 82… Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nin tuttuğu kayıtlar böyle il il, köy, kasaba sürüp gidiyor. Ki kayıtlara göre bu alınıp götürülen yok edilen insanların yüzde 67’si hala bulunmadı…
Faili Meçhul Davalar
Bundan 6 yıl önce Ergenekon davaları başladığında ve bölgede faili meçhul cinayetler konusunda adı sıklıkla anılan Veli Küçük, Levent Ersöz, Cemal Temizöz, Atilla Uğur gibi isimler ortaya çıkınca bu suçlarla ilgili kayıp yakınları arasında müdahil olmak üzere başvuranlar bulundu. Ancak müdahillik talepleri reddedildi.
Bu davalarla birlikte görülmese de 2008’de açılan ve özellikle Şırnak’taki kayıp, işkence ve ölüm olaylarından sorumlu tutulan Cemal Temizöz ve Diğerleri Davası’nda şu anda sekiz kişi yargılanıyor. Bu davanın en önemli özelliği ise iddianameyle kayıp yakınlarının anlattıklarının birebir örtüşmesi…
Bir dava da 1993-94 yılları arasında faili meçhul cinayete kurban giden 13 köylüyle ilgili. Dönemin Derik Jandarma Komutanı Tuğgeneral Musa Çitil hakkındaki bu dava da halen sürmekte.
Kızıltepe’deki faili meçhul cinayetler soruşturmasının bir numaralı şüphelisinin o dönem Kızıltepe Jandarma Komutanlığı yapan ve halen Ergenekon davası kapsamında tutuklu olan Albay Atilla Uğur. Uğur, 1991-1996 arasında Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı olarak görev yaptı. Ergenekon davası kapsamında “silahlı terör örgütü yönetmek, hukuka aykırı olarak kişisel veriler kaydetmek” gibi suçlardan iki kez ağırlaştırılmış müebbet ve 39-63 yıl hapis cezasına çarptırılması isteniyor.
Bunlar önemli gelişmeler. Ancak bu dava faili meçhul cinayetlerin yüzde 75’inin dosyasının ya hiç işlem görmediğini ya da etkin olmayan soruşturmalarla tozlu raflarda bekletildiği gerçeğini bize unutturmuyor. Düşünün ki süren davaların oranı sadece yüzde 8! Takipsizliğe uğrayanların oranı yüzde 8, zamanaşımına uğrayan dosyaların sayısı ise yüzde 6.
Sonuçta bunca yıl sonra mahkûmiyetle sonuçlanan dava dosya sayısı yüzde 1 olunca haliyle geriye sadece kemikler kalıyor. Ailelere ne adalet ne de çocukları teslim edilmiyor, sadece kemikler teslim ediliyor.
Al bu senin oğlun, bu senin küçük oğlun, bu da senin kocan…
Türk Medyası kötü sınav verdi
Türk medyası 1980 – 1990’lı yıllarda yakınları kaybolan ailelerin bu feryatlarını duymadı; her cumartesi Galatasaray’da kayıp yakınlarının toplandığını yazdı ama o insanların öykülerini, nasıl kaybolduklarını kamuoyuyla paylaşmadı, kayıpların peşine düşmedi ve savcılıkların bu dosyaları ne adına hangi gerekçelerle takipsiz bıraktıklarını araştırmadı. Aksine kaybolanların bir kısmıyla ilgili askeri açıklamalara itibar edip ‘PKK’ya katılmışlar’ diyerek aileleri yalanlamaya çalıştı.
Güneydoğu’da yaşananlara uzun süre sessiz kalan, yok sayan Türk basının bu cinayetlere bakışı bugün de farklı değil. Bugün ihbarları değerlendiren savcıların olay yerini sadece incelemiş olmaları bile çukurlardan sayısız insan cesetlerinin çıkmasıyla sonuçlanıyor. Bir köy halkının nasıl öldürüldüğü yazılıyor ama bu cinayetlerin sorumluları, o dönemde bu dosyaları kimlerin kapattırdığını araştırma konusu yapmıyor. Türk basını nasıl ki bir dönemi ’18 bin faili meçhul cinayet işlenmiş bölgede’ diyerek sadece istatistiki bilgilerle geçiştirdiyse bugünde açılan çukurlardan çıkan kemik sayılarını yazarak haberleri geçiştiriyor. Yazık!
İçi Kemik Dolu bir Kazak…
Mesela biraz geriye gidelim…
Yıl 1993…Diyarbakır Kulp ilçesine bağlı 400 haneli Alaca köyü…
Köye önce PKK’lılar geldi; yemek ve yardım için köylüleri tehdit etti.
Sonra askerler geldi…
Yüzlerce asker köyün erkeklerini toplayıp bir tepeye götürdü…
Tepede bir yerde; ‘PKK’lılara yemek verdikleri için’ günlerce sorgulandılar…
Mehmet Salih Akdeniz, Celil Aydoğdu, Behçet Tutus, Mehmet Şerif Avar, Hasan Avar, Bahri Şimşek, Mehmetşah Atala, Turan Demir, Abdo Yamuk, Nusreddin Yerlikaya ve Ümit Taş
11 Köylü bir daha köylerine hiç dönemedi…
Kayıp yakınları önce Kulp Savcılığı’na dilekçe ile başvurdu, sonuç alamadılar. Diyarbakır DGM’ye başvurdular ama Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı tam dört yıl sonra olayın PKK ile bağlantısı olmadığı gerekçesiyle takipsizlik verdi.
AİHM’ye gittiler… 2001 Mayıs’ın da mahkeme savcıların olayın ciddiyeti karşısında geniş bir araştırma – soruşturma yapmamış olduklarından, kayıpların öldürülmüş oldukları kanaatine varınca Türkiye’yi mahkûm ettirdiler, kayıplarının ne olduğunu öğrenemeden…
11 yıl sonra…
2003 yılının Eylül ayında Kulp karayolunun inşasında çalışan işçiler, insan kemikleri bulunca savcılığa başvurdu… Yanılmamışlardı…
Kuru bir dere yatağında… 11 ceset bulundu…
Oracıkta topluca katledilmişlerdi… Kemiklerin bulunduğu yerin 5-10 metre yükseğindeki tepede ise uzun namlulu silahlara ait mermi kovanları, bol miktarda konserve kutuları…
Ve bir kadın dere yatağında, yana yakıla kocasını aradı… Kemikler arasında… Ta ki kendi elleriyle ördüğü kazağı tanıyıncaya kadar…
Kardeşlerin kemikleri…
Yıl 1994… Diyarbakır Kulp’a bağlı bu kez Bağcılar Köyü, Düzpelit Mezrası…
Asker köye baskın yaptı…
Yine aynı gerekçeyle…’PKK’ya yardım ve yataklık ettikleri’ iddiasıyla bütün köylüleri alanda topladılar. İçlerinden sekiz köylüyü ayırıp götürdüler. Kurşuna dizildikten sonra cesetleri yaktılar…
11 yıl sonra, 2004 yılında sekiz kişinin cesedi Kevrokok Mevkii’nde bulundu.
Öldürüldükten sonra yakılan cesetlerden sadece ikisinin kimliği belirlenebildi…
İki kardeşin…
Hasan Örhan ile Mehmet Selim Örhan’ın…Onlarla birlikte götürülen ve kaybedilen Yeğen Cezair Örhan’ın ise yanan cesetler arasında kimliği tespit edilemedi…
Bulunan kemiklerin her birinin hikâyesi derin üzüntü… Mardin’in Kızıltepe ilçesindeki Katarlı Köyü…
1995’te Mardin Kızıltepe Belediyesi’nde zabıta memuru olarak görev yapan Şemsettin ve Nejat Yalçınkaya kardeşlerin hikâyesi gibi…
Evlerine gelen sivil giyimli kişiler iki kardeşi götürmek istedi.
“Toros” marka bir araca zorla bindirilerek götürüldüler.
İki kardeşten bir daha haber alınamadı.
18 yıl sonra…
Faili meçhul cinayetler ve gözaltında kayıplar soruşturması kapsamında 2008’de yapılan kazılarda bulunan kemiklerden iki kişinin kimliği tespit edildi.
Biri Şemsettin Yalçınkaya
Diğeri kardeşi Nejat Yalçınkaya…
Öyle ki; İnsan Hakları Derneği (İHD) Mardin Şubesi’nin raporuna göre, sadece Mardin’de 1993-1996 arasında 52 kişi gözaltında kaybedildi. Örneğin geçen yıl, 11 metre derinlikteki bir kuyu kazıldı ve insana ait olduğu belirlenen 15 kemik parçası bulundı. Bu gerçeğin sadece küçük bir parçasıydı…
1995’te yine PKK’ya yardım ettikleri gerekçesiyle Dargeçit Jandarma Komutanlığı tarafından gözaltına alınıp kaybedilen dokuz kişinin ailelerinin başvurusu üzerine 17 Şubat 2012’de Dargeçit Bağözü Köyü’nde bu kazı çalışmaları başlatılmış, toplu mezar alanı olduğu ileri sürülen köy çevresindeki kazı dört gün sürmüştü.
Bir kuyunun içinde yanmış insan kafası ve kemikler… Kemiklerinden birinin gözaltında kaybedilen 19 yaşındaki Mehmet Emin Aslan’a ait. Diğeri 13 yaşındaki Seyhan Doğan’a…
Bir devlet daha biri 9 diğeri 13 yaşındaki iki kardeşi bir geceyarısı niye evinden alıp götürür, işkence yapar ve öldürür…
29 Ekim 1995… Mardin Dargeçit’te bir gece yarısı 9 yaşındaki çocuğunuzu bile koynunuzdan alıp götürdüklerinde ne hissedersiniz…
Aklınızı yitirirsiniz… Seyhan Doğan ve 9 yaşındaki kardeşi Hazni Doğan askerler tarafından götürüldüğünde anne Asiye Doğan’ın günlerce askeriyenin kapısında aklını yitirircesine beklemesi gibi.. Sadece beklemedi, Askeri tabura girmeyi başardı, gitti bizzat çocuklarını sordu. Hazni’yi birkaç gün sonra bıraktılar… Hazni çıkınca 13 yaşındaki ağabeyi Seyhan Doğan’a nasıl işkence yaptıklarını anlatıyordu… Seyhan’ı bir daha geri vermiyorlar, aldıklarını kabul etmiyorlar. Anne devletten davacı olunca bu kez onu gözaltına alıyor ve 11 gün süren ağır işkence sonrası bırakıyorlar…
Anne kahrından ve gördüğü eziyetten sonra oğlunu sayıklayarak öldü. Baba yıllarca Galatasaray’da her Cumartesi oturarak oğlunun hiç değilse mezarını söylemelerini istedi ama onun da kalbi dayanmadı.
Oğullarının kemiklerinin bulunduğunu öğrenemeden öldüler.
Şimdi bu devlet, 9 yaşındayken ağabeyi ile birlikte gözaltına alınan ve günlerce nasıl işkence gördüğüne tanıklık eden Hazni’ye 13 yaşında gözaltına alıp öldürdüğü Seyhan Doğan’ın kemiklerini teslim ederken ne hissedecek….