Kulp Davası – 19 Eylül 2018 (Karar Duruşması)

Diyarbakır, Mersin ve Ankara’dan davaya katılan müştekiler avukatlarıyla birlikte Adliye önünde biraraya geldi. (Fotoğraf: Erkan Şenses)

Burcu Ballıktaş Bingöllü – 19 Eylül 2018

Mahkeme: Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi
Esas No: 2014/139

Yavuz Ertürk (Kulp) Davası’nın karar duruşması Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde kayıp ailelerinin, avukatların ve çeşitli sivil toplum örgütünden temsilcilerin katılımıyla gerçekleşti. Gergin bir atmosferde devam eden ve bu yüzden bir kez ara verilmek zorunda kalınan duruşma sonucunda, salonda hazır bulunan sanık Yavuz Ertürk’ün atılı iki suçtan beraatine, hakkındaki bir suçun da zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verildi.

Duruşma Öncesi

Adliyeye Diyarbakır’dan gelen müştekiler ve avukatlarıyla birlikte girdim. Bir süre duruşmanın yapılacağı salonu aradık. 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin duruşmaları 19. Ağır Ceza Mahkemesi salonunda görülüyordu. Mübaşirin yönlendirmesiyle salonu bulduk. İki salonun baktığı boşlukta başka duruşmaları da bekleyen bir kalabalık vardı. Burada Mersin’den gelen bir kısım müşteki ile buluşuldu. Ayrıca Mezopotamya Ajansı’ndan bir muhabir ve İnsan Hakları Derneği, AB Türkiye Delegasyonu, Yaşam Bellek Özgürlük Derneği ve Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nden duruşmayı izlemeye gelenler vardı. Genel tanışma sonrası sohbetlerin odağı beraat kararının kesin olduğu yönündeydi.

Duruşma Salonu ve Katılım

Mübaşir işlemleri hızlandırmak adına müştekilerin kimliklerini toplamıştı ancak saat 10:00’da başlaması beklenen duruşma 40 dakika gecikmeyle başladı. Sanık avukatları Av. Esra Büyüktemiz Schneider, Av. Ali Rıza Büyüktemiz ve Av. Arda İşgören kendilerine ayrılan bölümde oturuyordu. Katılan avukatları olaraksa Av. Erkan Şenses, Av. Nahit Eren, Av. Abdullah Zeytun, Av. Gurbet Yavuz ve Av. Nilay Nayman kendileri için ayrılan bölümde hazır bulunuyordu. Sanık avukatlarının beraberlerinde afiş boyutlarında renkli baskılı bir çıktı getirmiş olduğu dikkat çekiyordu. Rulo yapılmış bu çıktı, görülebildiği kadarıyla bir yerin uzay görüntüsüne aitti. Duruşmanın hiçbir aşamasında bu malzemelere başvurulmadı.

Diyarbakır, Mersin ve Ankara’dan gelen dokuz müştekiden dördü duruşma boyunca müştekiler için ayrılan bölümde oturanların solunda, ayakta beklediler. Duruşmanın bu ilk aşamalarında biri salonun kapısının önünde diğeri izleyici bölümünün en arka sırasında olmak üzere sadece 2 polis bulunuyordu.

Sanık Yavuz Ertürk salona en son girdi. Özel koruması olduğu anlaşılan üç polis de hemen sanık bölümünün arkasındaki sırada yerlerini aldı.

Mütalaaya İtiraz Eden Müştekiler Sanığın En Ağır Şekilde Cezalandırılmasını Talep Etti

Duruşmaya savcı mütalaasının kayda geçirilmesiyle başlandı. Katılan avukatlarından Av. Erkan Şenses zaman kaybına engel olmak üzere SEGBİS sistemiyle duruşmanın kayda alınmasının daha sağlıklı olacağını önerdi. Hakim, salonun müsait olmadığını belirterek katibe tek tek her şeyi yazdırmaya devam etti.

Ardından müştekilere mütalaaya karşı bir diyecekleri olup olmadığı soruldu. Müştekilerden Zeki Şimşek ilk anda bu soru karşısında bir şaşkınlık yaşayınca Av. Erkan Şenses araya girdi. Bunun üzerine hakim “Bırak kendi söylesin,” diyerek avukatı uyardı. Müştekiler Turan Avar, Mizbah Akdeniz, Harun Tutuş, Sabri Tutuş, Erhan Avar, Rüknettin Yamık ve Mehmet Yerlikaya sanığın cezalandırılmasını istediklerini, avukatlarının beyanlarına katıldıklarını belirttiler. Müştekilerden Aslan Şimşek ise heyete “Bilgi-belge istediğimiz kurumlardan gelmedi. Size geldi mi?” diye sordu. Hakim bunun üzerine “Bana soru sorma, beyanın varsa söyle” dedi. Şimşek, “Benim hayatımı, geleceğimi kararttılar. 25 yıldır hukuk mücadelesi veriyorum. En ağır cezayı istiyorum,” şeklinde sözlerini bağladı.

Bu sırada salondaki polis sayısı, arka sıralara doğru ayakta ve ön sırada ortada oturan polislerin de katılımıyla 4 oldu.

19. Ağır Ceza Mahkemesi salonunda görülen duruşma 40 dakika gecikmeyle başladı.

Katılan avukatlarından Av. Erkan Şenses’in beyanıyla devam edildi. Şenses sözlerine Haziran ayında kaybettiğimiz dava avukatlarından İHD Diyarbakır Şube Yöneticisi Muhterem Süren’i anarak başladı. Bu kısımlar kayda geçirilmedi. Devamında Şenses, davanın, terörle mücadele konsepti altında bölgedeki insanlara köyleri boşalttırmak adına bir dehşet duygusu yaratma amaçlı kamu görevlilerinin işlediği cinayetlere ilişkin olduğunu hatırlattı. Bu konseptin bir devlet politikası olduğu vurgusuyla tarihsel arka planına değinmek istediği her durumda hakim tarafından “Dava konusu konulara, 90’lara gel” şeklinde uyarılarla karşılaştı. Savunma esnasında katılan avukatlarına daha sonra da devam eden bu müdahaleler yer yer azarlama tonunda seyretti. Katılan avukatları duruşma boyunca sık sık bu şekilde sözleri kesilmesine rağmen savunmalarını sürdürdüler.

Bu aşamadan sonra gerçekten de beyanların hakim tarafından tek tek tekrarlanarak katibe yazdırılması duruşmanın hem uzamasına hem de ağır bir havada sürmesine neden oluyor izlenimi verdi.

“Beraat İstemi Yeni Bir Mustafa Muğlalı Sendromu Yaşatmama İsteğidir”

Av. Şenses’in beyanında öne çıkan noktalardan ilki sanık Yavuz Ertürk’ün 7 Ekim 2013 tarihli İstanbul 1 No’lu Hakimlik ifadesinde kimseyi gözaltına almadıklarını söylemesine rağmen duruşmadaki beyanlarında 32’ye yakın insanı gözaltına alarak jandarmaya teslim ettiklerini söylemesi idi. Şenses bu çelişkiye dikkat çektikten hemen sonra Şenyayla bölgesindeki operasyona katılan ve Güneydoğu’da Unutulmayanlar adlı kitabında bu süreci anlatan Hasan Kundakçı’nın beyanlarına geçti. Şenses’in aktardığına göre, sanık Yavuz Ertürk’ün Alaca’nın Şenyayla’ya çok uzak olduğu ve operasyonun Alaca’da gerçekleşmediğine dönük beyanının tersine, Kundakçı kitabında komando birliğinin Şenyayla’da üç koldan operasyon yürüttüğünü, bir kolun Kulp’tan Şenyayla’ya girdiğini anlatıyordu. Alaca da Kulp ve Şenyayla arasında bulunduğu için operasyon birlikleri buradan da geçmişti. Kitaptan iki sayfayı mahkemeye sunan Şenses, Kulp Askeri Ceza Mahkemesi’nde ifade veren tanıkların da bu anlatıyla örtüşen beyanlarından bahsetti. Buna göre tanıklar askerlerin kendilerini gözaltına aldığını, sonra bıraktığını, ellerinde bir liste olduğunu ve 11 kişiyi öldürdüklerini anlatmışlardı.

Kayıp kişileri açık alanda tutuldukları esnada gören ve onlara yemek götüren Pembe Akdeniz’in ve Zekiye Demir’in tanıklıklarına dikkat çeken Şenses, özetle bu kadar açık tanık beyanlarına rağmen beraat isteminin yeni bir “Mustafa Muğlalı sendromu” yaşatmama isteği olduğunu savundu.

Av. Şenses son olarak AİHM’in olaydan 3-4 yıl sonra bazı tanıkları dinledikten sonra 11 kişinin Bolu Dağ Komando Tugayı’nca gözaltına alınıp daha sonra ölmelerinin muhtemel olduğunu kabul ederek tazminata hükmettiğini de hatırlatarak, 11 kişinin 14 gün gözaltı süresi sonrası öldürülmesinin er ya da erbaşların yapabileceği bir şey olmadığından hareketle sanığın azmettirici olarak cezalandırılmasını talep ettiklerini söyledi.

Şenses soruşturmanın derinleştirilmesi ve delil toplanması yönündeki taleplerinin kabul edilmediğini belirterek bunu devletin sanığı cezalandırmadaki isteksizliğine bağlarken “Emri altındaki subayların da dinlenmesini istedik, kabul edilmedi” şeklindeki beyanının tutanaklara geçirilmediğini görerek “Bunu da yazalım” diye uyardıysa da tutanağa bu ifadeler kaydedilmedi. Bu konuda Av. Şenses’in kayıtlara geçmeyen bir diğer beyanı da davanın kilit konularından birine ilişkindi: “Biz 1922’de Yunan General Trikopis’i yakalayan Ahmet Çavuş’u biliyoruz ama 1993’te Kulp’ta operasyona çıkan subayları tanımıyoruz,” dedi. Sonuçta yargılama sürecinin en kritik gündemi olan “operasyona katılan personel listesi” meselesinin karar duruşması tutanağına geçmemesi gerçekten dikkat çekiciydi.

Yargılama süresince 11 kişinin gözaltına alındığı operasyona katılan askeri personele ulaşılmaya çalışıldı. Bolu Tugay komutanlığı’nın “Arşivlerimiz deprem sırasında sular altında kaldı” şeklindeki açıklaması Bolu İl Afet Müdürlüğü’nce yalanlandı. Mahkeme hiçbir kurumdan buna ilişkin bilgi edinemezken personelin tespiti için katılan avukatlarının talebi son aşamada reddedildi. 

“90’lara Dönmeyeceğiz Deniyordu, Neydi Dönmeyecek Olduğumuz?”

Katılan avukatlarından Av. Nahit Eren’in beyanına geçildiğinde salondaki polis sayısı da 6’ya çıkmıştı. Sözlerine “1990-95 yılları arası bu ülkenin bir coğrafyasında sistematik şekilde insan hakları ihlallerinin en ağırı kamu gücünü kullanan devlet görevlilerince işlenmiştir,” diye başlayan Av. Eren çeşitli dönemlerde hükümet yetkililerin konuşmalarından alıntılar yaptı. Bunlardan ilki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 27.10.2015 tarihinde kanaat önderleriyle yaptığı toplantıda sarf ettiği “Bazı kesimler olumlu gelişmelerden rahatsız. 1990’lara dönülmesine asla izin verilmeyecek. Kirli odaklarla hukuk çerçevesinde mücadele sürecek,” şeklindeki sözleriydi. 09.09.2015 tarihli Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un “Asla 1990’lara dönmeden demokrasi ve güvenlik dengesini çok iyi dengeleyeceğiz”; yine 13.10.2014 tarihli dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun “1990’lara kesinlikle dönülmeyecek” şeklindeki ifadelerini de hatırlatan Av. Eren “Neye dönmeyeceğiz? Dönmeyeceğimiz şey nedir anlatayım?” diyerek sözlerine başlamak istedi. Ancak çeşitli davalardan örnekler vermeye başlayacakken hakim tarafından “Dava konusuna gelin,” şeklinde uyarılması uzun sürmedi.

Bu esnada Av. Eren’le hakim arasında “zapta geçme” tartışması çıktı. Av. Eren söylediklerinin ve söyleyeceklerinin zapta girmesini isterken hakim “Tek tek yazmıyorum, somuta gelin” şeklinde ısrar edince Av. Eren bölgedeki konseptin somut bir şey olduğunu söyledi. Hakimse “Alakasız olayları buraya getirmeyin” diyerek durduğu noktadan asla taviz vermedi. Av. Nahit Eren bir yerde bu tutuma karşı “Başkanım, neden böyle konuşuyorsunuz? Çocuk muyuz?” şeklinde tepkisini gösterdi.  Heyet adına bu tutumun etkileri duruşmanın tansiyonunu kademe kademe arttıran bir seyirdeydi. Ancak katılan avukatları beyanlarını sürdürdüler.

Zapta geçirme sorunu bir uzlaşmaya bağlanmadan duruşma devam etti. Av. Eren 1990’lara ilişkin açılmış Cizre, Derik, Görümlü, Vartinis, Lice, Kızılağaç, Kızıltepe JİTEM, Dargeçit, Ankara Faili Meçhulleri, JİTEM Ana Davası ve Musa Anter gibi davaları da hatırlatarak hepsinin 2000’den sonra Türkiye’nin demokratikleşmesi ve AB Uyum Süreci kapsamında açıldığını, geçmişle yüzleşme ve hakikatlarin açığa çıkarılması amacıyla toplumsal barışın tesisi için soruşturmalara konu edildiğini belirtti. Cezasızlık politikasına son verildiği yönünde umutları yeşerten bu süreçte “bir merkezden düğmeye basılarak” önce tüm dosyaların İzmir, Eskişehir, Çorum, Ankara gibi Batı illerine gönderildiğine; sonra ise tek tek beraat kararlarının gündeme geldiğine dikkat çekti.

Bu sırada salondaki polislerin görev değişimi yaptığı ve sayının 7’ye çıktığı gözlendi.

TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun Kulp Alaca Köyü Kepir mezrasında bulunan toplu mezara ilişkin 2004 tarihli raporu 11 kişinin zorla kaybedilmesine ilişkin olayı açıklığa kavuşturmak adına dönemin siyasileri açısından önemli bir belge olarak karar duruşmasında da sık sık gündeme getirildi. Raporun tam metni için resmin üzerine tıklayabilirsiniz.

“Adliye Etrafında Bombalar Patlatırdık”

11 kişinin 14 gün boyunca operasyon mahalinde tutularak kaybedildiğine ilişkin bu davanın da diğer davalar gibi devletin cezasızlık politikasından vazgeçtiğini kanıtlama fırsatı sunduğunu, bu kanıtlanamazsa toplumsal barışı sağlamanın mümkün olmayacağını vurgulayan Av. Eren, yıllardır bölgede kamu gücü kullanılarak öldürülen sivil yurttaşlar olduğunu iddia eden hukukçuların ve sivil toplum kuruluşlarının ciddi bir refleksle karşılaştığını belirtti. “Devletin askeri, polisi sivil vatandaşı öldürmez, hukuk dışına çıkmaz” şeklinde ifade edilebilecek bu refleksin bu yargılamaların sağlıklı yapılmasına engel olduğunu ekleyerek “Bu yargılamalar yapılmış olsaydı 15 Temmuz’da kimse sivil halk üzerine bomba atmaya cüret edemezdi” dedi. Bu ifadelerin tutanağa geçirilmesini takip eden katılan avukatlarından Av. Erkan Şenses “sivil halka” kısmını vurgulayarak özellikle kayda doğru geçmesini istedi.

Av. Eren kendisinin de Alaca köyünün yakınındaki bir köyde büyüdüğünü belirterek 1991 yılında bir gösteride öldürülen 7 kişiye ilişkin süren soruşturma sürecinden örnek vermeye giriştiğinde bu kez hakimden önce sanık avukatının itirazıyla karşılaştı. Sanık avuklarından biri, Av. Eren’in dönemin bir generalinin geçmişe ilişkin itiraflarında “Adliye etrafında bombalar patlatırdık” şeklinde cezasızlık politikasını doğrulayan ifadesinde isim zikretmesine karşı çıktı. Av. Eren bahsi geçen kişinin yaşamını yitirmiş olduğunu belirtti ancak bu kez de hakimin direnciyle karşılaştı. Sonuç olarak Eren’in olaya ilişkin okumaya çalıştığı ama engellenen görevsizlik kararına ilişkin tutanağa “bu sırada dava konusuyla ilgili olmayan başka mahkeme dosyalarıyla ilgili kararları okumak istedi” şeklinde geçirildi.

“Bizim Olayımıza Gelin”

Görevsizlik kararını ibraz edeceğini belirten Av. Eren bu olayda generalin itiraflarındakiyle örtüşen biçimde herhangi bir davanın da görülemediğini ve kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararla dosyanın kapandığını belirtti. Av. Eren hakimin duruşmanın başından beri avukatların beyanlarına yaptığı müdahalelerin savunma hakkını engellemeye dönük olduğunu savundu. Kaçınılmaz bir gerginliğe dönüşen bu tartışmaya sanık avukatı Av. Ali Rıza Büyüktemiz de katılarak katılan avukatlarının “şov yaptığını” iddia etti. Av. Erkan Şenses bu ifadenin yakışıksız olduğunu söyledi.

Bu gerginlik de bir uzlaşmaya varmadan Av. Abdullah Zeytun beyanlarına başladı. Onun da 1990’larda zorla kaybedilenlere değindiği konuşmasında “En az 253 toplu mezarda…” ile başlayan ifadesi hakimin “Başka olaylara girmeyin, bizim olayımıza gelin” şeklindeki müdahalesiyle karşı karşıya kaldı. “Davayı başka yerlere götüremezsiniz” diyen hakimin sağ tarafındaki heyet üyesi kulağına bir şeyler söylemesi üzerine hakim CMK 225. Madde’ye göre hükmün konusunun iddianamedeki unsurlar olduğundan hareketle iddianamediki suç ve fiillere ilişkin beyanda bulunmalarını hatırlattı, aynen böyle de tutanağa geçirilmesini sağladı. Av. Erkan Şenses “Bu hüküm yargılama merciini bağlar” diye itiraz etti ancak heyet bu itirazı hiç dikkate almadı.

Av. Abdullah Zeytun mütalaaya karşı beyanına devam etti. AİHM’in Akdeniz ve Diğerleri kararını hatırlatan Zeytun’un ifadelerine sanık avukatlarından Av. Arda İşgören “O davada Yavuz Ertürk tanıktır” diyerek itiraz etti. Zeytun devamla açık tanık beyanlarının ve TBMM’ce bu dosyaya ilişkin hazırlanan raporun işaret ettiği üzere sanığın hukukun dışına çıkaran 11 kişinin zorla kaybedilmesinden sorumlu olduğunu söyledi ve cezalandırılmasını talep etti.

“Görev Yaptığı Askerlerden Birinin Bile İsmini Vermekten İmtina Ediyor”

Katılan avukatlarından Av. Nilay Nayman da sözlerine Muhterem Süren’i anarak başladı ve onun emeğiyle hazırlanarak geçen celse sundukları soruşturmanın derinleştirilmesine yönelik taleplerinin reddedildiğini söyledi. Muhterem Süren’e ilişkin kısım tutanağa geçirilmedi. Av. Nayman, sanığın bu suçları işlediğine, en azından azmettirdiğine dair tanık beyanlarının yeterli olduğunu belirterek TBMM raporunda ve AİHM kararında bölgede yaşananlara ve zorla kaybetmelere ilişkin birçok tespitin yer aldığını hatırlattı. Zorla kaybetmenin BM sözleşmesine göre “insanlığa karşı suç” kapsamına girdiğini kaydeden Av. Nayman, “Sanık bu suçu işlemediğini beyan ediyor ama görev yaptığı askerlerden bir tanesinin bile ismini vermekten imtina ediyor,” dedi.

Katılan avukatlarından Av. Gurbet Yavuz da meslektaşlarının beyanlarına katıldığını belirttikten sonra sanık avukatlarının beyanlarına geçildi.

Sanık avukatlarından Av. Arda İşgören söz aldı. Bu esnada sanık sandalyesinde oturan Yavuz Ertürk’ün avukatına bir not ilettiği görüldü. “Katılan vekillerinin beyanları doğru değildir,” diye söze başlayan Av. İşgören Yavuz Ertürk’ün birliğinin operasyon birliği olduğunu ve gözaltı yetkisinin bulunmadığını, sivil varsa operasyon sahasının dışına alınarak jandarmaya haber verildiğini belirtti.

Sözlerine devam eden Av. İşgören, Yavuz Ertürk’e kadar Şenyayla bölgesinde operasyon yapılmamış olduğunu ve bu operasyonun başarılı olmasından ötürü büyük ses getirdiğini, 25 yıldır da gündemde tutulduğunu söyledi ve operasyonun “Terörün belinin kırılmasına yol açtığını” belirtti. Ayrıca Av. İşgören tanıkların ilk ifadeleriyle sonraki ifadelerinin çelişkili olduğunu da ileri sürdü.

Av. İşgören’in üslubunun açık şekilde tahrik edici olduğu, sık sık söz arasında katılan avukatlarına yönelik “Dosyaya vakıf değiller. Aradan seçtiklerini söylüyorlar. Tamamı asılsız” ifadelerine yer verdiği dikkat çekti.

Bu sırada 2 polis memurunun sanık tarafına geçtiği gözlendi.

“Kemiklerin Bulunması Tamamen Şaibelidir”

Av. Arda İşgören’in tahrik dozu gitgide artan beyanlarında “Kemiklerin bulunması tamamen şaibelidir. Bu kemiklerin halen kimin tarafından ve nereden getirildiği belli değildir” şeklindeki sözleri salonda soğuk havaların esmesini sağladı. Av. İşgören’in iddiasına göre o dönem Cumhuriyet Savcısı, kemikleri kendileri toplayıp teslim eden ailelerden keşif ve yer gösterme yapmalarını istemiş ancak aileler Alaca köyünün 5 km güneyinde bulduklarını söylemelerine rağmen Savcı’yı 5 km kuzeye götürmüşler. Bu beyan sonrası aileler tepki gösterdi. Bir müşteki “Kemiklerimize laf ettirmeyiz” derken polisler ailelerle sanık ve sanık avukatları arasına girerek “Bu mu terörü bitirdi, şerefsizim ben bitirdim” diyen, yakınının kaybedilmesi sonrası korucu olan bir müşteki de dahil iki kişiyi dışarı çıkardı. Duruşmaya beş dakika ara verildi.

Sanık avukatının kemiklerin bulunmasına ilişkin ifadeleri kayıp yakınlarının tepkilerine neden oldu. 2004 yılında bulunan toplu mezarda bulunan kemiklerin en az dokuz kişiye ait olduğu ve bunların % 99,99 oranında M. Salih Akdeniz, Behçet Tutuş, Turan Demir, Nesrettin Yerlikaya, M. Şerif Avar, Hasan Avar, Abdo Yamık ve Bahri Şimşek’e ait olabileceği 30.12.2005 tarihli Adli Tıp Raporuyla tespit edildi. (Fotoğraf: Artı Gerçek)

Salon dışına çıkarılan kayıp yakınları sakinleştirilmeye çalışılırken adliyedeki polislerin büyük bir kısmının duruşma katına yığıldığı görüldü. Müşteki avukatları polislerle kayıp yakınlarının arasına girmeye çalışırken bir müşteki hafif bir baygınlık geçirerek yere yığıldı. Bu sırada bir müştekiyle de konuşma fırsatım oldu. Kendisi sanık avukatı İşgören’in yalan söylediğini, Savcının “Can güvenliğim yok” diyerek kemiklerin bulunduğu alana gitmediğini ve kendilerinin kemikleri toplayıp savcının huzuruna götürmek zorunda kaldıklarını ifade etti. Ayrıca olay yerinin 11 kişinin gözaltında tutulduğu yerin çok yakınında olduğunu da sözlerine ekledi.

Duruşma salonuna yeniden dönüldüğünde “Kim şerefsiz dedi?” diye soran heyet olayın aslına dair aydınlatılmaya çalışıldı. Sözün sahibi olan müşteki neyi kastettiğini anlatırken sanık avukatının yalan söylediğini iddia etti. Müşteki öyle kastetmemişse de söylemi tutanaklara “Sanığı kastederek ‘Bu şerefsiz mi bitirdi ben bitirdim, 600 korucuyla ben güvenliği sağladım’ diye hakaret ettiği” şeklinde geçirildi. Kayıp yakınlarından Harun Tutuş da sanık avukatının kendilerini provoke ettiğini ileri sürdü. Genel olarak müştekiler sanık Yavuz Ertürk’le kişisel bir husumetlerinin olmadığının ve yakınlarının akıbetini öğrenmek, sorumluların cezalandırılması dışında bir taleplerinin olmadığının altını çizdiler.

Bu aşamada sanık avukatlarından Av. Ali Rıza Büyüktemiz kendi ifadesiyle “ortamı yumuşatmak adına” söz aldı. Davanın Diyarbakır’da görülen ilk duruşmalarına kendisinin tek başına gittiğini, avukatların ve müştekilerin kendisini çok iyi ağırladığını yemek yemeden bırakmadıklarını hatırlattı. Katılan taraf da bu sözleri doğruladı. Bu sırada salon içerisindeki polis sayısının 11 olduğu görüldü.

“Köylüler Yanan Evlerini Seyredip Söndürmek İçin Hiçbir Gayret Göstermedi”

Ardından diğer sanık avukatı Av. Esra Büyüktemiz Schneider esas hakkındaki savunmalarını okudu. Savunmada davanın açıldığı 2013 yılının “FETÖ’nün yargıya en çok hakim olduğu dönem” olduğu iddia edildi. Terörlü mücadeleyi zayıflatmak için çeşitli tezgahların kurulduğunu ifade eden savunmada 13.07.1994 tarihli Jandarma Asayiş Komutanlığı yazısından alıntılar en çarpıcı bölümü oluşturuyordu. Buna göre operasyon birlikleri köyün içinden geçerken herhangi bir olay gerçekleşmemiş, birlik köyden çıktıktan sonra köyde yanan yerler olduğunu görerek geri döndüğündeyse bazı evlerin yandığı, köylülerinse bu durumu seyrederek söndürmek için hiçbir gayret göstermediği tespit edilmişti. Tüm bu olanlar provokasyon amaçlı ve Yavuz Ertürk’ü sanık sandalyesine oturtmak için tezgahlanmıştı.

Son olarak söz alan sanık Yavuz Ertürk de kırsal kesim dışında hiçbir yerleşim merkezinde bulunmadığını ve sivil halkla görüşmediğini, operasyon bölgesinde sivil halk varsa emniyetli bir şekilde dışarı çıkarılmaları ya da haklarında suç unsuru var mı diye sorgulanmaları için güvenlik güçlerine teslim ettiğini, kimseyi sorgulamadığını beyan etti. Ertürk, terör örgütü kurma suçlamasını kabul etmedi. Ne bu operasyonda ne de bölgede görev yaptığı dönem içerisinde sivil halka zarar vermediğini söyleyen Ertürk sözlerinin sonunda “Birliğimde birçok Kürt kökenli askerim vardı. Bugüne dek bu askerlerden dahi bir kişi bu bölgede Yavuz Ertürk böyle bir hukuksuz olay yapmış diye çıkmamıştır” dedi ve beraatini istedi. Heyet karar vermek üzere duruşmaya ara verdi.

KARAR

Arada Yavuz Ertürk ve sanık avukatı Av. Arda İşgören polis çemberi içinde bekleme salonunun bir köşesinde oturuyordu. Diğer avukatlar da daha sonra onlara çay getirerek yanlarına geldi. Genel polis yoğunluğu dikkat çekiciydi. Polisler müştekilerin kantine inmesi şeklinde bir yönlendirme yaptılar. Bu durum, gergin bir duruşma olduğu için sanığın ve avukatlarının güvenliğinden çekinildiğini düşündürdü. Bir kısım müşteki inse de diğer müştekiler ve avukatları ise ayakta ya da oturarak bir sonraki oturumun başlamasını bekledi. Heyetin çağırması üzerine avukatlar ve müştekiler yerlerini aldılar ancak salonun kapısı kilitlenmişti ve açmakta zorlanıldığı için izleyiciler biraz gecikmeli salona alındı. Girdiğimizde karar okunmaya başlanmıştı. Neticede, ilk duruşması 2013 yılında görülen davanın sonunda Heyet, geçen celse açıklanan savcı mütalaası doğrultusunda, Sanık Yavuz Ertürk hakkında “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan açılan kamu davasının zamanaşımından düşmesine; 11 kişiyi öldürmeye azmettirmek ve halkı isyana teşvik suçlarından ise Ertürk’ün beraatine karar verdi.

Duruşma sona erdirildiğinde de güvenlik önlemleri yoğundu. Duruşma salonunun kapısından çıkar çıkmaz polisler “Siviller aşağı insin” şeklinde yine bir yönlendirme içinde hepimize merdivenleri gösterdiler. Ancak herhangi bir olay yaşanmadı.

Yayınlanma tarihi

25 September 2018

Kategori Listesi