SANİYE KARAKAŞ
Devletlerin, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan insan hakları ve özgürlüklerine yönelik suçların soruşturulması ve cezalandırılması konusundaki başarısızlığı cezasızlığın temelini oluşturur. Uluslararası insan hakları sözleşmeleri uyarınca devletler, ister resmi güvenlik güçleri ister özel kişiler tarafından işlenmiş suçlar olsun, bu suçlardan sorumlu olanların belirlenip cezalandırılması konusunda sonuca götürebilecek nitelikte etkili bir soruşturma yapmakla yükümlüdür. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına göre etkili bir soruşturmadan söz edebilmek için; soruşturmanın derhal başlatılması, şeffaf ve kamu denetimine açık olması, soruşturmayı yürüten organların bağımsız ve tarafsız olması, soruşturmanın eksiksiz ve özenli bir şekilde yürütülmesi ve makul bir sürede sonuçlandırılması gereklidir.
AİHM, bugüne kadar devletin güvenlik görevlilerinin sorumlu olduğunun bilindiği işkence, kayıp, yargısız infaz ve köy yakma ihlallerinde yukarıdaki belirttiğim etkili soruşturma kriterlerine uymadığı için Türkiye hakkında yüzlerce mahkumiyet kararı vermiştir. Ancak AİHM kararlarının devletin güvenlik görevlilerinin işlediği suçlarla ilgili başlatılan soruşturmalar üzerinde pratik olarak herhangi bir etkisi görülebilmiş değil. Bu soruşturmalar, ister geçmiş dönemde ister yakın dönemde işlenmiş suçlarla ilgili olsun; AİHM’in belirlediği kriterlere aykırı bir şekilde yürütülmeye devam edilmektedir.
Özellikle son zamanlarda cumhuriyet savcılıklarının bu tür suçlarla ilgili aldıkları gizlilik kararları bu aykırılıklardan biridir. Ceza Muhakemesi Kanununun 153/2 maddesi gizlilik kararlarının yasal dayanağını oluşturmaktadır. Bu maddeye göre müdafinin, dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecekse; Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, sulh ceza hâkiminin kararıyla müdafinin bu yetkisi kısıtlanabilir. Maddeden anlaşılacağı üzere bu kararların istisnai durumlarda alınması gereklidir. Kural olan CMK 153. Maddesinin 1. Fıkrasında belirtildiği gibi müdafinin, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilmesi ve istediği belgelerin bir örneğini alabilmesidir. Fakat savcılar, madde hükmünü (CMK 153/2) mağdur tarafın aleyhine sonuçlanacak şekilde dar ve keyfi yorumlamakta; özellikle güvenlik güçlerinin fail olduğu veya kamuoyunu yakından ilgilendiren suçlarla ilgili soruşturmalara başlar başlamaz gizlilik kararı almaktadır. Yakın geçmişte yaşanmış ve halen yaşanmakta olan olaylarla ilgili vereceğim birkaç örnek savcıların gizliliği kural, şeffaflığı ise istisna haline getirdiklerinin somut göstergeleridir:
28 Eylül 2009 tarihinde Ceylan Önkol’un Lice’de bir karakoldan atılan havan topu sonucunda parçalanması, 28 Aralık 2008 tarihinde Roboski’de 34 kişinin bombalanması, 21 Kasım 2004 tarihinde Mardin Kızıltepe’de Ahmet Kaymaz ve 12 yaşındaki oğlu Uğur Kaymaz’ın polisler tarafından infaz edilmesi ve 20 Eylül 1992 de Kürt aydını Musa Anter’in JİTEM tarafından Diyarbakır’da öldürülmesi olayları ile ilgili soruşturmaları yürüten cumhuriyet savcıları soruşturmalarla ilgili gizlilik kararı vererek mağdurların ve avukatlarının dosyalara erişimini kısıtlamıştır. Yakın geçmişte yine Lice’de 28 Haziran 2013 tarihinde Medeni Yıldırım’ın askerler tarafından açılan ateş sonucu hayatını kaybetmesi, Reyhanlı’da 11 Mayıs 2013 tarihinde meydana gelen patlama sonucu 52 kişinin ölmesi, Ethem Sarısülük’ün cenaze töreninin yapılacağı 16 Haziran 2013 tarihinde Dilan Dursun’un polis tarafından gaz bombasıyla başından vurulması ile ilgili dosyalarda da gizlilik kararları alınmıştır.
Mağdur tarafın, ceza soruşturmasının her aşamasına aktif katılımının sağlanması AİHM’in belirlediği etkili soruşturma kriterlerine uymak için şarttır. Bununla birlikte mağdur taraf soruşturma dosyasındaki belgeleri inceleyebilmeli, kamu adına hareket etmesi gereken cumhuriyet savcıları ile işbirliği halinde delillerin toplanmasına katılabilmeli, tanıkların sorgulanmasında hazır bulunabilmeli ve savcının aldığı kararlara itiraz edebilmelidir. Aksi durumlarda soruşturmanın şeffaf ve kamu denetimine açık olmadığı ve etkili bir şekilde yürütülmediği sonucuna varılır. Nitekim AİHM birçok kararında, soruşturmada yeterli bir kamu denetimi öğesinin bulunması veya soruşturmanın teoride olduğu kadar uygulamada da hesap verilmesini güvence altına alır bir şekilde sonuçlanması gerektiğini belirtmiştir. AİHM’e göre gereken kamu denetiminin derecesi davadan davaya değişmekle birlikte her halükarda, mağdurun meşru menfaatinin güvence altına alınması için mağdur veya mağdur yakınlarının gereken ölçüde soruşturma veya yargılama prosedürüne dahil edilmeleri gerekmektedir.[1]
Oysaki gizlilik kararları mağdur veya mağdur yakınlarını hazırlık soruşturması prosedürü dışında tutmakta ve kendi menfaatlerini korumak için gerekli olan adımları atmalarını engellemektedir. Bu kararlar yoluyla mağdurların dosyada ne tür işlemler yapıldığı, ne tür delillerin olduğu, soruşturmanın kimler aracılığıyla yürütüldüğü gibi bilgilere ulaşmaları engellenmektedir. Ayrıca mağdur veya avukatlarının faillerin aleyhine olabilecek olası bir bilgiyi kamuoyu ile paylaşmalarının önüne geçilmekte, kamuoyu baskısı engellenmekte ve soruşturmalar uzunca bir zamana yayılarak kamuoyunun gündeminden düşürülmeye çalışılmaktadır. Bu nedenle mağdurların rolü, soruşturma aşamasında sadece tanıklık düzeyinde kalmakta, soruşturmaların tarafsız ve adil bir şekilde yürütülüp yürütülmediğini denetleme imkânları da ortadan kalkmaktadır. Soruşturma, tamamen savcı ile savcının emrinde bulunan ve çoğu zaman da yöneltilen suçlamaların faili olan güvenlik güçlerinin araştırmaları neticesinde elde edilen delillere dayandırılmaktadır. Olayları aydınlatacak ve gerçek suçluları ortaya çıkaracak olan delillerin büyük çoğunluğunun soruşturma aşamasında toplandığı dikkate alınırsa; bu uygulamayla soruşturmanın adil ve tarafsız bir şekilde yürütülmesi engellenmekte ve faillerin cezasız kalmalarına yol açan zemin hazırlanmaktadır. Ceylan Önkol ile ilgili yürütülen soruşturmanın üzerinden dört yıl geçmesine rağmen hiçbir gelişmenin sağlanmaması, cumhuriyet savcısını olay yerine götürmekte ihmali olan jandarma görevlileri hakkında takipsizlik kararı verilmesi, Roboski dosyasında mağdur avukatlarının gizlilik kararının kaldırılması için yaptıkları tüm başvuruların reddedilmesi ve dosyayla ilgili bir buçuk yıl sonra görevsizlik kararı verilerek dosyanın askeri savcılığa gönderilmesi, dosyada fail olarak henüz belirlenen bir ismin olmaması, Uğur Kaymaz ve Ahmet Kaymaz dosyasının soruşturma aşamasında gizlilik kararı alınması ve faillerinin açılan dava sonucunda beraat etmesi bu değerlendirmeleri doğrular niteliktedir.
Görüldüğü gibi gizlilik kararları mağdurların adalete ve gerçeğe ulaşmaları önünde büyük engel oluşturmaktadır. Faillerin cezasız kalmaları gelecekte bu tür suçların tekrar işlenmesine zemin hazırlamakta ve sadece mağdurların değil, toplumun da adalete olan inancını zayıflatmaktadır. Eğer geçmişle yüzleşerek temiz bir sayfa açılması ve hukukun üstünlüğüne dayalı yeni bir düzen yaratılması isteniyorsa bu suçların etkili bir şekilde soruşturularak faillerin cezalandırılması ve tekrar işlenmelerini engelleyecek mekanizmaların oluşturulması bir zorunluluk halini almıştır.
[1] Shanaghan-Birleşik Krallık ve Esmukhambetov ve diğerleri-Rusya kararları