Fikret İlkiz
Meclis’te “kabul edenler, kabul etmeyenler, kabul edilmiştir” kanunlarından biri olan infaz sistemini değişikliği hakkındaki yeni kanun; insan hakları ihlallerinin, temel hak ve özgürlüklerinin askıya alınmasının geleceğidir.
Suç ve cezalarda yapılan ertemeler sonuçları bakımından sadece erteleme midir? Af mıdır?
Cezaların ertelenmesi, şartla salıverilme, denetimli serbestlik gibi infaz rejimi ile ilgili düzenlemelerin geçmiş tarihini anımsayınca ister istemez “af” tartışmaları da gündemi geliyor.
Ceza indirimleri af sayılır mı? Erteleme yasaları adını verebileceğimiz aslında infaz rejiminin sonuçlarıyla ilgili kanun yapma alışkanlıkları “affetmenin” örtülü yolu olarak kabul edilebilir.
Hatırlamak bize geçmişi hatırlatır…
14.8.1997 kabul tarihli 4304 Sayılı Sorumlu Müdür Sıfatı ile İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun, 28.08.1999 kabul tarihli 4454 Sayılı Basın ve Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun ve 20.12. 2000 kabul tarihli 4616 Sayılı Kanun nitelikleri itibariyle geçici ve kısmi af ve infazın ertelenmesi hakkındaki kanunlardır.
Yıllar önce çok tartışılan 28.08.1999 kabul tarihli 4454 sayılı Basın ve Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun 03.09.1999 günlü Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmişti.
57. Hükümetin bu kanun ile ilgili gerekçesinde; çağdaş toplumların anayasalarında güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, demokratik toplumu oluşturan en temel unsurlardan birisi olduğunu, basın ve yayın özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılacağı ve güvenceler sağlanacağı yazılıydı. Haber ve düşünceyi özgür kılmanın hedeflendiği gerekçesiyle bu kanunla; gazete ve dergilerde sorumlu müdür sıfatı ile çalışan gazetecilere veya basın yoluyla yahut sözlü veya görüntülü yayın araçlarıyla işlenen diğer kişilerin suçlarına ilişkin davalar ve cezaların infazı için erteleme hükümleri getirilmesi amaçlanmıştı.
23 Nisan 1999 tarihine kadar sorumlu müdür sıfatı ile veya basın yoluyla yahut sözlü veya görüntülü yayın araçlarıyla işlenen suçlardan dolayı; verilen cezaların infazının veya bu suçlar nedeniyle açılması gerekli davaların açılmasının yahut açılmış olan davaların kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi ve bunun sonucunda da şarta bağlı olarak ceza mahkûmiyetinden kurtulması sağlanmış oluyordu. Bu Kanun hakkında yapılan tartışmalar sırasında; kanunun sorumlu müdürler için af kanunu niteliğinde olmadığı ama cezaların ertelendiği ve daha önce de benzeri bir uygulamanın 4304 sayılı kanunla yapıldığı dile getirilmiştir.
O yıllarda ana muhalefet partisi olan Fazilet Partisi, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesine aykırı bulduğu böyle bir düzenlemenin iptalini istemişti. Çünkü 4454 sayılı Kanun’un 1’inci maddesinin ilk fıkrasında yer alan “…basın yoluyla yahut sözlü veya görüntülü yayın araçlarıyla işlenmiş olup…” ifadesi eşitlik ilkesine açıkça aykırı olduğunu, böylece bu etkin araçlarla suç işleyen kimseler “imtiyazlı” hale getirildiğini, buna karşılık basit yollarla suç işlemiş olan kimselerin para cezalarının dahi ertelenmediğini, bu durumun eşitsizlik yarattığını ileri sürmüştür.
Anayasa Mahkemesi 4454 sayılı Kanunun birinci maddesinin bir bölümünü “…düşünceyi açıklama özgürlüğü bağlamında basın yoluyla yahut sözlü veya görüntülü yayın araçlarıyla işlenen suçlar yönünden erteleme adı altında bir olanak getirilmiş, ancak aynı tür suçların daha az cezayı gerektiren basın yoluyla yahut sözlü veya görüntülü yayın araçlarıyla işlenmemiş olanları kapsam dışı bırakılmıştır. Aynı tür suçu işleyenler için farklı uygulama öngören bu düzenlemenin haklı bir nedeni bulunmadığı açıktır. Öte yandan, adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu sürdürmekle yükümlü olan hukuk devletinde, yalnız suç ve cezaların saptanmasında adil ölçülerin gözetilmesiyle yetinilemez; bunların kaldırılması, değiştirilmesi ya da kimi olanaklar tanınması söz konusu olduğunda da aynı ölçülerin esas alınması zorunludur. Dava konusu düzenlemeyle aynı tür suçun daha ağırını erteleme kapsamına alıp, hafif olanını bu olanaktan yararlandırmamanın adil olduğu ileri sürülemez.” gerekçesiyle eşitlik ilkesine aykırı görerek iptal etmiştir. (AYM 19.9.2000 tarihli ve E. 1999/39, K. 2000/23 sayılı kararı)
Önceki kanunla (4454) 23 Nisan 1999 tarihine kadar sadece sorumlu müdür sıfatı ile işlenmiş suçlar dahil olmak üzere ve sadece basın yoluyla yahut sözlü veya görüntülü yayın araçlarıyla işlenmiş suçların ertelenmesi kabul edilmişti. Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararından sonra yeniden düzenleme yapıldı. Ortaya 21.12.2000 kabul tarihli 4616 sayılı yasa çıktı.
4616 sayılı kanunla maddeye yapılan ekleme ile “miting, kongre, konferans, seminer, sempozyum, açık oturum veya panel gibi her türlü toplantılarda yapılan konuşmalarla” işlenmiş suçlar da eklenerek bu tür suçlarda “erteleme” kapsamına alındı. Böylece, 4454 sayılı Yasa’nın kapsamı, o tarihte yürürlükte olan Türk Ceza Yasası’nın 312. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen suçları da içine alacak biçimde genişletilmiş oldu.
Bu eklemeyle birlikte ilgili kanun maddesinde öngörülen şahsi hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı 12 yılı geçmeyen suçlardan dolayı; 12 yıl veya daha az şahsi hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan kimselerin cezalarının infazının da ertelenmesi kabul edilmiş oldu.
Kapsamı bu biçimde genişletilen 4616 sayılı yasanın 2. maddesinde ayrıntılı olarak yapılan düzenlemeye göre erteleme gününden başlayarak üç yıl içinde 4454 sayılı yasa kapsamına giren kasıtlı bir cürümden dolayı yeniden mahkûm edilmeyenlerin, ertelenen mahkumiyetleri vaki olmamış sayılacak ya da bu suçtan dolayı haklarında kamu davası açılmayacak, açılmışsa davanın ertelenmesine karar verilecektir. Ayrıca, mahkumiyeti vaki olmamış sayılanların hakları üzerindeki yasaklamalar da kendiliğinden kalkacaktır.
Çok basit bir cümle gibi gözüken “mahkumiyeti vaki olmamış sayılanların hakları üzerindeki yasaklamalar da kendiliğinden kalkacaktır” cümlesinin düşündürücü bir yanı olmalıydı…
Sonra gelen üçüncü erteleme 4779 sayılı yasa diğer erteleme yasalarından farklıdır.
Abdullah Gül 58.inci hükümeti kurdu ve Başbakan oldu. Hemen ilk iş olarak 2.1.2003 kabul tarihli 4779 sayılı üçüncü erteleme yasasını çıkardı. Amaç o tarihlerde “siyasi yasaklı olan” Recep Tayyip Erdoğan’a “başbakanlık” yolunu açmaktı.
Bu kanunun, yani 4779 sayılı erteleme kanunun yayım tarihine kadar geçen süreyi kasıtlı bir cürümden dolayı yeniden mahkûm edilmeksizin geçirdikleri takdirde mahkumiyetleri vaki olmamış sayılacaktır. Hatta ve hatta cezası ertelenenlerin hakları üzerindeki yasaklamalar da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Böylece cezası infaz edilmiş olan Recep Tayyip Erdoğan’ın aldığı mahkûmiyet ortadan kalkacak, adli sicilden kayıt silinecek ve tüm hakları üzerindeki kısıtlamalar ve siyaset yasağı bu yolla ortadan kaldırılarak milletvekili seçilmesinin yolu açılacaktır.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yürürlüğe girmesini uygun bulmadığı 4779 sayılı bu yasayı 17 Ocak 2003 tarihinde Meclise geri göndermişti. Bu Yasa’yla getirilen sistem bakımından mahkumiyetleri infaz edilmiş kişilerin mahkumiyetlerinin “adli sicilden kaydın çıkartılması” ve “yasaklı hakların geri verilmesi” kurumlarını beraber düzenlediğine değinerek, yeni düzenleme ile 4454 sayılı Yasa’nın 1. maddesi kapsamına giren suçlardan mahkûmiyet hükmü alıp cezası infaz edilmiş olanlar, mahkûm olmamış sayılacak ve hakları üzerindeki yasaklamalar kendiliğinden kalkacaktır. Bu durumda bu yasa aslında amacına ve doğuracağı sonuçlara göre, mahkûm olan ve cezası infaz edilmiş bulunan kişiler yönünden af niteliğindedir. Böyle bir af yasasının kabulü ve Anayasa’nın değişik 87. maddesinde öngörülen karar yeter sayısı olmaksızın kabul edildiğinden, Anayasa’ya uygun bulunmamıştır.
Geri Gönderme Gerekçesinde Mülga 765 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 97. maddesinde genel af ile kamu davasını ve hükmolunan cezaları tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldıracağı, 98. Maddesinde düzenlenen “özel affın” ceza mahkumiyetinin yasal sonucu olan hak yasaklamasına ilişkin feri cezaların, ancak af yasalarıyla ortadan kaldırılabileceği kuralına değinilmiştir. Oysa “Yapılan düzenleme, suç türü ve suç tarihi ayırımı yapılmaksızın, tüm hak yasaklamaları için öngörülmüş sürekli bir uygulama niteliğinde olmayıp, af yasalarına özgü olduğu biçimde, yalnızca belli tarihe kadar işlenen suçları kapsamaktadır.”
İçeriğine, amacına ve doğuracağı sonuçlara göre, 4779 sayılı Yasa’yla yapılan düzenlemenin, 4454 sayılı Yasa kapsamına giren suçlardan mahkûm olan ve cezası infaz edilmiş bulunan kişiler yönünden af niteliğinde olduğu sonucuna varan Sayın Cumhurbaşkanı Meclisin nasıl af çıkarabileceğini şöyle belirtmiştir:
“Anayasa’nın, 4709 sayılı Yasa’yla değişik 87. maddesinde, genel ve özel af ilanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararına bağlanmıştır. 87. maddenin nitelikli çoğunluk arayan bu özel düzenlemesi karşısında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin genel ve özel af ilanıyla ilgili yasaları kabulünde, Anayasa’nın genel düzenleme içeren 96. maddesinin uygulanamayacağı ve bu maddede öngörülen karar yeter sayısının geçerli olamayacağı açıktır. Belirtilen bu hukuksal duruma karşın, incelenen 4779 sayılı Yasa’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce, Anayasa’nın değişik 87. maddesinde öngörülen “üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile” kabul edilmediği anlaşılmaktadır.
Nitekim, tutanakların incelenmesinden de maddenin üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile kabul edildiğine ilişkin herhangi bir kayda yer verilmediği saptanmıştır. Oysa, Anayasa’da, genel kuraldan ayrılarak toplantı ve karar yeter sayısı için özel düzenlemeler öngörülen durumlarda, herhangi bir itiraz olmasa bile, sonradan ortaya çıkabilecek duraksama ya da tartışmalara neden olmamak için toplantı ve karar yeter sayılarının tutanaklara geçirilmesi gerekmektedir. Belirtilen duruma göre, genel af niteliğinde düzenleme içeren 4779 sayılı Yasa, Anayasa’nın değişik 87. maddesinde öngörülen karar yeter sayısı olmaksızın kabul edildiğinden, Anayasa’ya uygun bulunmamıştır.”
Sayın Sezer; Anayasa’ya aykırı olan kanunun geri gönderilmesine rağmen bu kanunun af yasası olmadığına karar veren 58 inci Hükümet aynı kanunu aynen ve yeniden Meclis’ten geçirerek kabul etti.
Sonuçta 6.2.2003 kabul tarihli 4809 sayılı Kanun, 10 Şubat 2003 tarihli Resmî gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Böylece Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan’a Başbakanlık yolunu açmış oldu.
58. Hükümetin Başbakanı Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan’ı 59 uncu Hükümetin Başbakanı yaparak, devir teslim işlemi tamamlanmış oldu.
Başa gelenler bu ülkenin ceza hukukunu siyasallaştıran geçmişidir.
Bu hukukun siyasal hali demokrasi ve insan hakları hukukunun sürekli ertelenmesini sağlayan otokrasinin tercih edilmesidir.
Geldik bugüne… Devlet hukukla bağlı değildir. Tekrar tekrar aynı mekanlarda aynı tartışmaların yapılması ne cezada ne de infazda insanlar arasında eşitlik sağlamıyor.
Mecliste “kabul edenler, kabul etmeyenler, kabul edilmiştir” kanunlarından biri olan infaz sistemini değişikliği hakkındaki yeni kanun; insan hakları ihlallerinin, temel hak ve özgürlüklerinin askıya alınmasının geleceğidir.
(Fİ/DB)