ERKAN ŞENSES
12 Mayıs 2010 tarihinde Muğla’da öğrenciler arasında çıkan çatışmada polis memuru Gültekin Şahin’in silahını ateşlemesi sonucu Muğla Üniversitesi öğrencisi Şerzan Kurt ağır yaralandı. Maalesef on iki gün sonra 24 Mayıs 2010 tarihinde Şerzan Kurt yaşam savaşını kaybedecekti.
Dava olayın gerçekleştiği yer olan Muğla’da açılmasına rağmen Adalet Bakanlığı’nın talebi ve Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin kararıyla Eskişehir’e nakledildi.
Sanık polis memurunun tutuklu olarak yargılandığı dava iki yıl kadar sürdü. Sanık duruşmalar sırasında savunmasında işine ne yararsa kullanma gayretindeydi. Olay yerini gören Kıbrıs Pastanesi kayıtlarına göre polis memuru Gültekin Şahin, Şerzan Kurt’un vurulduğunu görünce meslektaşlarının tam aksi istikamette uzaklaşmaya başlıyordu. Duruşmalarda bu durumun nedenini soran müdahil avukatlara ise şöyle diyordu: “Ben atışlarımı bitirdikten sonra vuruldu diye bir ses duyup geriye dönmüş değilim, gazdan etkilendiğim için ve grup üzerimize gelmediği için geri döndüm.”
Bir başka duruşmada sanık savunmasında, Diyarbakır’da yaşanan bir gösteride yaşamını yitiren Aydın Erdem olayına değinip “Orada da 4 polis memuru suçlandı, ama 45 gün cezaevinde kaldıktan sonra beraat ettiler” diyordu. Oysa Aydın Erdem olayında bırakın 45 gün cezaevinde kalmayı hiçbir polis memuru gözaltına dahi alınmadı, soruşturma takipsizlikle sonuçlandı.
Mahkeme son celsede, sanık polis memuru Gültekin Şahin’in esas hakkındaki savunmasını ve son sözünü aldıktan sonra hüküm vermek üzere müzakereye çekildi. Mahkeme heyeti salona döndüğünde ise kararı okuyan Mahkeme Başkanı’nın sözleri müdahil avukatları şok etti: “Olay günü sanık yanında Oktay Kebapçı’nın da silah kullanması ve bulunan 7.65 mm çapındaki silah mermisi dikkate alınarak 5237 Sayılı TCK’nın 39/2-c maddesi gereğince sanığın cezası ½ oranında indirilerek sanığın 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5237 sayılı TCK’nın 39/1-son madde uyarınca sanığın neticeten 8 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, …” !
Müdahil avukatlar esas hakkındaki görüşlerinde sanığın Şerzan Kurt’u bilerek ve isteyerek öldürdüğünden hakkında müebbet hapis cezası talep etmişti. Cumhuriyet Savcısı ise olası kastla Şerzan Kurt’u öldürdüğünden 20 yıldan 25 yıla kadar hapis cezası talep etmekteydi. Yani müdahil taraf ve Savcılık sanığın Şerzan Kurt’u öldürdüğü konusunda hemfikirdi, sadece kastın yoğunluğu konusunda aralarında ihtilaf bulunmaktaydı. Sanık ve avukatları ise öldürme olayını inkar üzerine bir savunma sistemi kurmuşlardı. Ancak Mahkeme üç tarafın da hiç düşünmediği bir nokta bulmuş ve sanığın ancak öldürme olayına yardım nedeniyle cezalandırılabileceğini hüküm altına almıştı. Ancak sanığın kimin hangi eylemine yardım ettiğini ise açıklamamıştı. Kararda adı geçen ve olay günü silahını ateşleyen polis memuru Oktay Kebapçı hakkında ise ne bir soruşturma ne de bir yargılama vardı.
Mahkeme gerekçeli kararında ise şu örneği vererek kararının haklılığını vurguluyordu : ”… Bir düğünde 10-15 ya da 20 kişinin aynı anda havaya ateş ettiğini düşünelim. Tesadüfen balkondan birinin olayımızda olduğu gibi vurulup ölmesi durumunda hangi sanığın öldürdüğü saptanamaz ise; tüm sanıklar iştirak iradeleri olmamasına rağmen 5237 Sayılı TCK’nın 37/1 yollaması ile olası kasıtla insan öldürmekten mahkum mu edilecektir? Yoksa gerçek fail bulunamadığı için beraat kararı mı verilecektir? Tüm sanıklara TCK’nın 37.maddesinin uygulanması hakkaniyete uygun olmadığı gibi beraat kararı da hakkaniyete uygun olmayacaktır”.
Yani Mahkeme yürürlükte olmayan 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’ndaki ‘faili belli olmayacak şekilde insan öldürme’ suçundan sanığı cezalandırmıştı. Nitekim İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Adem Sözüer de buna ilişkin Radikal’in sorusuna:” Sanığın olası kastla öldürdüğü belliyse eski TCK’dan hareketle kanunda olmayan bir kural koyarak indirimde bulunulamaz. Hâkimler o kanun maddesinin gerekçesini okusaydılar, yasada ‘faili belli olmayan şekilde öldürme’ maddesinin olmadığı, 150 kişi ateş ettiğinde hangisinin silahından çıkarsa çıksın hepsinin öldürmeden sorumlu olacağı görülürdü. Yargımız bazı olaylarda ceza vermemek veya ceza indiriminde bulunmak için kanunda olmayan gerekçelerle karar veriyor. Hâkimlerin kendi kafasına göre kanun koyup uygulaması keyfiliktir” diyordu.[1]
Temel bir ceza muhakemesi kuralıdır; iddianamede değinilen kanun maddeleri dışında sanık hakkında başka bir madde uygulanması ihtimali doğduğunda Mahkeme sanığa ek savunma hakkı vermektedir. Ancak Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi iddianamede olmayan yardım etme maddesini uygulama ihtimali olmasına rağmen sanığa ek savunma hakkı vermedi. Bu durumda Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin kararı usulden de bozması söz konusu. Mahkemenin Gültekin Şahin’i tahliye etmesi nedeniyle Yargıtay incelemesinin de tutuksuzlar hakkında öngörülen usule göre artık zamana yayıldığını da göz önünde bulundurduğumuzda zamana yayılan bir cezasızlık durumunun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz (nitekim dava dosyası Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararının üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen hala Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın tozlu raflarında tebliğname hazırlanmasını bekliyor).
Mahkemenin bir kanun maddesini yanlış yorumu ve sonrasında sanığı tahliye etmesinin yargılamanın sonraki şekline dair çok büyük etkilere yol açtığı açıkça görülüyor. Mahkemenin ortaya çıkan bu sonuçları öngörmemesi düşünülemez. Buna rağmen kararı verirken özensiz davranıp hukuka aykırı bir karar vermesi Türk yargı pratiğinin geldiği noktada hala kolluk görevlilerinin yargılamalarında işe cesaretle eğilmediğini göstermesi bakımından kaygı verici.
[1] Radikal Gazetesi, İsmail Saymaz, “Şerzan Kurt Hakkaniyeti”, 20.09.2012.