Kızıltepe Davası Duruşma Notu – 15 Ocak 2016

Duru Yavan – 15.01.2016 

Mardin’in Kızıltepe ilçesinde 1992-1996 yılları arasında 22 kişinin yasadışı keyfi infaz edilmesi veya zorla kaybedilmesine ilişkin 9 sanığın “silahlı örgüt kurmak veya yönetmek, silahlı örgüte üye olmak ve tasarlayarak öldürmek” suçlarından yargılandığı  Kızıltepe JİTEM davasının 4. duruşması 15.01.2016 tarihinde Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinde, saat 10.40’ta başladı.

Ne olmuştu? 

1992 ile 1996 yılları arasında Mardin’in Kızıltepe ilçesinde çeşitli tarihlerde, çoğunlukla koruculuk ve köy boşaltma baskısı altında olan 22 kişi, asker ya da korucular tarafından gözaltına alındıktan sonra kaybedilmiş ya da yargısız bir şekilde infaz edilmişti. Olayların ertesinde neredeyse yakınlarını kaybeden tüm aileler göç etmeye mecbur bırakılmıştı.

Söz konusu faili meçhul cinayetlerin, zorla kaybedilme, işkence ve köy boşaltma olaylarının JİTEM’e bağlı “Bıçak Timi” tarafından gerçekleştirildiği, söz konusu timin, asker, korucu ve itirafçılardan oluştuğu ve o dönem Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı olan Hasan Atilla Uğur’un ekibi liderliğinde faaliyet gösterdiği çok sayıda tanık tarafından dile getirilmişse de mağdur yakınlarının yaptığı başvurulardan 1990’lı yıllar boyunca hiçbir sonuç alınamamıştı.

Gizli Tanık İfadesiyle Soruşturmanın Başlaması

27.10.2008 tarihinde, İstanbul merkezli Ergenekon soruşturmalarının Aydos kod adlı gizli tanığı, Albay Hasan Atilla Uğur’un yüzbaşı rütbesiyle Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı olduğu dönemde “terörle mücadele adı altında bölgede birçok cinayet, işkence ve karanlık faaliyetler gerçekleştirdiğini” öne sürmüştü. Bu ifadeler üzerine dosya, önce yetkisizlik kararıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na; buradan da “kapsamlı araştırma yapılması” talimatıyla 10.01.2013 tarihinde Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmişti.

Mağdur ve tanıkların ifadeleriyle genişletilen soruşturmada savcılık zamanaşımına uğrayan ya da takipsizlik kararı verilen dosyaları da incelemeye almış; mağdur yakınlarının ve diğer tanıkların ifadeleri doğrultusunda bazı kazı çalışmaları başlatmıştı. Kazılarda bulunan kemiklerin çeşitli tarihlerde asker ya da korucular tarafından gözaltına alındıktan sonra akıbetleri bilinmeyen kimi mağdurlara ait olduğu ortaya çıkmıştı.

İddianamenin Hazırlanması

Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı, Temmuz 2013 tarihinde söz konusu soruşturmaya ilişkin bir fezleke hazırlamış ancak bu fezlekede zorla kaybedildiği veya yargısız infaz edildiği iddia edilen bazı mağdurların adları yer almamıştı. 20.07.2014 tarihinde tamamlanan Kızıltepe iddianamesinde, 1993 ile 1996 yılları arasında yaşanan 22 zorla kaybetme/faili meçhul cinayetin, aralarından 9 kişinin tespit edildiği Bıçak Timi adlı bir JİTEM ekibi tarafından gerçekleştirildiği belirtilmişti.

İddianamedeki 9 şüphelinin başında yer alan dönemin Kızıltepe Jandarma Komutanı Hasan Atilla Uğur hakkında “Silahlı örgüt kurma ve yönetme, kasten öldürme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, işkence” suçlaması yapılmış, diğer şüpheliler Ahmet Boncuk, Ünal Alkan, Abdurrahman Kurğa, Ramazan Çetin, Mehmet Emin Kurğa, İsmet Kandemir, Eşref Hatipoğlu ve Mehmet Salih Kılınçaslan‘a ise ayrı ayrı “Silahlı örgüte üye olma, kasten öldürme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, işkence” suçlamaları yöneltilmişti. Ancak aynı tarihlerde ve aynı bölgede zorla kaybedilen Süleyman Abak ve Abdurrahman Abi’nin adları, 1993-96 yıllarında Mardin’in Kızıltepe ilçesinde yaşanan zorla kaybetmeler ve faili meçhul cinayetleri kapsayan iddianamede yer almamıştı.

Duruşmalar Başlamadan Davanın Nakledilmesi

20.11.2014 tarihinde, Yargıtay 5. Ceza Dairesi, davanın görülmesi gereken Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin talebi üzerine, henüz ilk duruşma gerçekleşmeden davanın güvenlik gerekçesiyle Mardin’den Ankara’ya nakledilmesine karar vermiş ve gerekli incelemelerin yerinde yapılmasını ve mağdur yakınlarının duruşmaya katılımını engelleyecek olmasına rağmen dosyayı Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermişti.

HSYK’dan Kovuşturma İzni İstenmesi

Davanın ilk duruşması 03.03.2015 tarihinde Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde gerçekleşmişti. Ancak mahkeme heyeti ilk duruşmada verdiği ara kararında, suç tarihinde sanıklar Eşref Hatipoğlu‘nun Diyarbakır İl Jandarma Komutanı, Hasan Atilla Uğur‘un da Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı olarak görev yaptığını belirtmişti. Davaya konu eylemlerin, 30.04.2014 tarihli HSYK Genelgesine göre, 2802 Sayılı Yasanın 82. maddesinde belirtilen “görevden doğan, görev sırasında işlenen suçlar” kapsamında olmaları nedeniyle yargılamayı durdurmuş ve kovuşturmanın devam edebilmesi için, kovuşturma şartının gerçekleşip gerçekleşmediği hususunun HSYK tarafından tespit edilmesi gerektiğine karar vermişti. Davanın 03.06.2015 ve 19.10.2015 tarihlerinde gerçekleşen ikinci ve üçüncü duruşmalarında, henüz HSYK’dan konuya ilişkin bir cevap gelmediğinden duruşmalar ertelenmişti.

HSYK, henüz dördüncü duruşma gerçekleşmeden verdiği 03.12.2015 tarihli kararında, Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsalar bile, bu tür suçlar için izin alınmasına gerek olmadığına, en üst düzey kolluk amirlerinin görevlerini kötüye kullanmaları ve görevlerini ihmal etmeleri iddia edildiğinden hâkimlerin kovuşturma yapabileceğine karar vermişti.

15.01.2016 Tarihli Duruşmada Neler Oldu?

Davanın dördüncü duruşması 15.01.2015 tarihinde Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, (belirlenen saatten 40 dakika geç) saat 10.40’ta başladı. Dokuz sanıktan yalnızca Eşref Hatipoğlu duruşma salonunda bizzat hazır bulundu. Aralarında Hasan Atilla Uğur’un da bulunduğu üç sanık ise SEGBİS sistemi ile duruşmaya katıldı.

Mahkeme heyeti yukarıda detaylı bir şekilde açıklanan HSYK kararını açıkladıktan sonra herkesi tek tek dinleyeceğini ve kimsenin bir diğerinin konuşmasına müdahale etmemesi gerektiğini hatırlattı.  HSYK’nın kovuşturma izni gerekmediğine ilişkin kararı üzerine bu duruşmanın, sanıkların ve tanıkların dinleneceği ilk duruşma olacağı tahmin ediliyordu. Ancak duruşma başladığında müdahil avukatlarından Av. Erdal Kuzu söz aldı ve kısa bir tespit ile talepte bulunmak istediklerini belirtti. Av. Kuzu öncelikle davanın suçu işlediği yerde değil, Ankara’da görülmesinin tabii hakim ilkesine aykırı olduğunu hatırlattı.  Daha sonra özetle, mahkeme heyetinin görülecek olan davaya ilişkin devleti koruma refleksi taşıdığını ya da en azından sanıkların söz konusu suçu işlemediği yönündeki görüşünü farklı şekillerde beyan ettiğini, bu anlamda gerçekleştireceği yargılamanın sınırlarını belli ettiğini, bu nedenlerle de mahkeme heyetinin çekilmesini talep ettiklerini bildirdi. Ayrıca zaten mahkeme heyetinin de önceden, katılanların kendilerine güvenmediklerinden bahisle çekilme talebinde bulunduğunu ve aslında zorunlu olarak bu davayı görmeye devam ettiklerini hatırlattı.

Av. Kuzu bu görüşünü üç temel gerekçeye dayandırdı. Öncelikle, Av. Kuzu, müdahil avukatların HSYK’nın benzer durumlar için verdiği emsal kararları mahkemeye heyetine sunmasına ve kovuşturma iznine gerek olmadığı hususunu yeterince açıkça ifade etmelerine rağmen, mahkeme heyetinin HSYK’dan yine de kovuşturma şartının gerçekleşip gerçekleşmediği hususunda karar vermesini isteyerek uzun süre boyunca davayı sürüncemede bıraktığını ifade etti. İnsan öldürmenin hiçbir şekilde tevdi edilmiş bir görevden kaynaklanamayacağını hatırlattı. Mahkeme heyetinin bu eyleminin ihsası rey anlamına geldiğini söyledi. Bu noktadan sonra gerçekleşecek yargılamanın da yalnızca sembolik olacağını düşündüklerini ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik bir çaba göremediklerini ifade etti. Bu nedenle mahkeme heyetine olan güvenlerini kaybettiklerini de ekledi. Aynı şekilde CMK’da savcının reddedilmesi gibi bir usul olmamakla birlikte, benzer yönde mütalaa veren savcının da aynı gerekçelerle etik olarak davadan çekilmesi gerektiğini belirtti.

Av. Erdal Kuzu, ikinci olarak, soruşturma sürecinde, Kızıltepe ilçesi Aysun köyünde yapılan bir kazıda iki kişinin daha cenazesine ulaşıldığını, bu cinayetlerin aslında Dargeçit’teki başka bir soruşturmanın konusu olduğunu, bu iki kişiye ilişkin dosyaların Ankara’daki dosya ile birleştirilmesi talebinde bulunduklarını ve Midyat Ağır Ceza Mahkemesinin bu talebi kabul ettiğini ancak 5. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin bu karara muvafakat vermediğini ifade etti. Av. Kuzu bunun da bir ihsas-ı rey teşkil ettiğini, kamuoyunun yaşanan ağır suçların ayırdında olduğunu ancak mahkeme heyetinin bu olayları basit bir yargılama olarak ele aldığını ve mümkün olduğunca çabuk bitirmeyi amaçladığını söyledi. Bahsi geçen ara kararın hukuka aykırı olduğunu ve mahkeme heyetinin konuyu bütün boyutlarıyla ele almayı reddederek, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması yönünde çaba göstermediğinin anlaşıldığının altını çizdi.

Erdal Kuzu son olarak, mahkeme heyetinin hem HSYK’dan izin istediğini hem de tanıkların ifadesini almaya çalıştığını, bu çelişkili durumun hem müdahil avukatlarının hem de sanık avukatlarının tanıklara soru sorma haklarının gasp edildiği anlamına geldiğini ifade etti.

Bu üç gerekçeyi sıraladıktan sonra Av. Kuzu, mahkeme heyetinin amacının belli olduğunu, aynı Temizöz ve Musa Çitil davalarında olduğu gibi, yargılamanın sanıkları aklama eylemine dönüştürülmeye çalışıldığını düşündüklerini belirtti. Mahkeme heyeti çekilmezse de kendilerini reddettiklerini ekledi.

Sanık müdafileri ise, bu talebin yasal dayanaktan yoksun olduğunu, yargılamanın sadece suçun işlenip işlenmediğini tespit ettiğini, oysaki müdahil avukatlarının sanki bu suç işlenmiş ve suçlular belliymiş gibi davrandığını ifade ettiler. Mahkemenin kimseye özel olarak güven vermek durumunda olmadığını, bu taleplerle yargılamanın sürüncemede bırakıldığını eklediler. Ayrıca HSYK kararının kesinleşmediğini, karara karşı itirazlarını sunduklarını belirttiler.

Cumhuriyet savcısı, mahkeme heyetinin çekilme ve reddi yönündeki taleplerin usul ve esasa aykırı olduğundan kabul edilmemesi gerektiğini ifade ettikten sonra mahkeme heyeti konuyu tartışmak üzere kısa bir ara verdi.

Aranın ardından mahkeme heyeti, çekilmelerini gerektiren bir durum olmadığını ve red talebinin değerlendirmek üzere yetkili merciiye gönderileceğini belirtti. Bu sırada karar verilene kadar, ancak gecikmesinde sakınca bulunan işlemleri yapabileceklerini ifade etti. Hazır bulunan sanıkların dinlenmesi, gecikmesinde sakınca bulunan bir işlem olmadığından, bu kertede sanıkların dinlenmesine gerek olmadığına ve bir sonraki duruşmanın yetkili merciinin kararından sonra belirlenmesine karar verdi. Ancak müdahil avukatları bu durumun yargılamayı sürüncemede bırakacağını belirterek şimdiden bir duruşma günü belirlenmesi hususunda ısrar edince, bir sonraki duruşmanın 27.04.2016 tarihinde görülmesine karar verildi. Bu zamana kadar yetkili merciinin red talebine ilişkin karar vermiş olması bekleniyor.

Yayınlanma tarihi

15 January 2016

Kategori Listesi

Uncategorized

Etiket Listesi