Gülistan Zeren – 25 Mart 2021
Mahkeme: 21. Asliye Ceza Mahkemesi
Dosya No: 2020/559
27 Mayıs 1995’ten bu yana her cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemi ve basın açıklaması düzenleyerek gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetinin açıklanması ve faillerinin yargılanması talebiyle bir araya gelen Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın 700. Hafta buluşmasına polis müdahale etti. 25 Ağustos 2018’deki 700. buluşmada gözaltına alınan 46 kişiye polise mukavemet edildiği gerekçesiyle açılan davanın ilk duruşması 25 Mart 2021’de İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Duruşma Öncesi
Duruşma öncesi Çağlayan Adliyesi önünde Cumartesi Anneleri/İnsanları tarafından basın açıklamasının gerçekleştirileceği günler öncesinden kamuoyuna sosyal medya hesapları araçlığıyla duyurulmuştu. Adliye önünde basın açıklamasının yapıldığı meydana gelene dek çok fazla sayıda güvenlik görevlisinin ve bariyerlerin yanından geçtik.
Açıklama esnasında “Bu davada yargılanan bizim hakikat ve adalet arayışımızdır” pankartı açılmıştı. Açıklamaya CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, HDP İstanbul İl Eş Başkanı Elif Bulut, çok sayıda CHP ve HDP Milletvekili, Bağımsız Milletvekili Ahmet Şık, Cumartesi Anneleri, demokratik kitle örgütleri ve çok sayıda insan hakları savunucusu katıldı.
Açıklamada ilk sözü alan gözaltında kaybedilen Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız, “Galatasaray Meydanı bizim arkadaşlarımızla ve kayıplarımızla buluşma yerimiz. Bize göstermedikleri mezar yerine biz orayı mesken bilmiştik. Bugün burada biz değil kayıplarımız yargılanıyor” dedi.
Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın 25 Ağustos 2018’deki 700’üncü buluşması Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklanmıştı. Polisin biber gazıyla müdahale ettiği eylemde çok sayıda kayıp yakını gözaltına alındı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, polis müdahalesiyle ilgili, “İzin vermedik çünkü artık bu istismarın ve kandırmacanın son bulmasını istedik. Anneliğin terör örgütünce istismar edilmesine, teröre kılıf yapılmasına göz mü yumsaydık”, demişti.
İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, 700 hafta boyunca aynı mekânda aynı kurallara tabi olan bir eylemin engellenmesinin kabul edilemeyeceğini belirterek sözlerine başladı. Türkdoğan, “Galatasaray Meydanı’nda süren eylemimiz failler yargılanana dek sürecek. Asıl davacı olan biziz, şikâyetçi olan biziz. Siz hangi faili yakaladınız ailelere dava açıyorsunuz. Böyle bir dava hiç olmamalıydı”, dedi.
Türkdoğan’ın sözleri kaybedilen yakınlarının akıbetinin açıklanması ve faillerin cezalandırılması talebiyle yıllardır adalet mücadelesi yürüten Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın bu taleplerinin yerine gelmesi için gerekli somut adımların atılmamasının yanısıra bugün, bir “karşı dava”nın sanıkları olarak mahkeme önüne çıkarıldıklarına tanıklık ettiğimizi özetliyordu.
Basın metnini okuyan, gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı Jiyan Tosun, Galatasaray Meydanı’nın Türkiye’de işlenmiş insan hakları ihlallerine ilişkin en önemli hafıza mekânlarından biri olarak sembolik anlamını hatırlattı. “Bizler bir insana yönelmiş en vahşi saldırı olan gözaltında kaybetme gerçeğini hatırlatmak, unutturmamak için 699 hafta boyunca Galatasaray Meydanı’nda, Türkiye’nin en uzun barışçıl buluşmalarını gerçekleştirdik. O meydanda, inkâra karşı hakikatin tarihini yazdık. Galatasaray’ı bir hafıza mekânına çevirdik… Çünkü Galatasaray Meydanı çeyrek asırdır hayatımızın bir parçasıdır. Kayıplarımızı ararken o meydanda yaşlandık, çocuklarımız o meydanda büyüdü, torunlarımız o meydana doğdu. Mezarsız sevdiklerimizin mezarlarına bırakamadığımız karanfilleri götürdüğümüz yerdir o meydan, mezar yerimizdir. Galatasaray Meydanı kendi yazdığımız tarihimiz ve hafızamızdır, bedeli ne olursa olsun vazgeçmeyeceğiz! “dedi.
Polisin müdahalesinden sonra Galatasaray Meydanı, demir bariyerler ve zırhlı araçlarla çevrilerek kayıp yakınlarına yasaklandı. Yakınların bugün yalnızca İnsan Hakları Derneği önünde, polis kordonu içinde basın açıklaması yapmasına müsaade ediliyor.
25 Ağustos 2018 tarihinde 700’üncü hafta buluşmasının ağır bir polis şiddetiyle engellediğini vurgulayan Tosun şunları söyledi: “Ve bizleri işkence ederek yaraladıkları için kamu görevlileri hakkında şikâyetçi olduk. Darp görüntülerini ve darp raporlarımızı sunduk. Ancak tüm başvurularımız, suç duyurularımız hakkında ‘İşleme konulmama kararı’, bu karara yaptığımız itiraza da ‘…İncelenmeksizin reddine’ denilerek yok sayıldı.”
“Gözaltında kaybedilen insanlarımızı aradığımız için, anayasal haklarımızı kullanarak yaşadıklarımızı kamuoyuna anlattığımız için, devletin, hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlattığımız için suçlanmayı kabul etmiyoruz”.
Duruşmaya Katılım
İçişleri Bakanlığı kararıyla Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelmeleri engellenen Cumartesi Anneleri/İnsanları’na “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” suçlamasıyla, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan açılan davanın ilk duruşması, katılımın çok olması nedeniyle İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi yerine İstanbul 33. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapıldı.
Duruşmaya, Cumartesi Anneleri, CHP Milletvekilleri Gülizar Biçer Karaca, Gamze Akkuş İlgezdi, Turan Aydoğan, Ali Şeker; HDP Milletvekilleri Oya Ersoy, Züleyha Gülüm, Dilşat Canbaz Kaya, Musa Piroğlu, Ali Kenanoğlu, Bağımsız Milletvekili Ahmet Şık. Ayrıca, Uluslararası Af Örgütü ve Hakikat Adalet ve Hafıza Merkezi gibi sivil toplum kuruluşları davayı izlemek için oradaydılar.
İstanbul 33. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bulunduğu katta, duruşmaya destek için gelen kalabalık grubun içerisinde Cumartesi Anneleri/İnsanları, sanık avukatları ve sivil toplum temsilcileri vardı. Duruşma salonuna giden koridorun başında bir turnike yerleştirilmişti ve 2 adliye güvenlik görevlisi hazır bulunuyordu. Duruşma saati yaklaştığında sanıklar ve avukatları çağrıldı. Adliye görevlileri öncelikle sanıkların ve avukatlarının ismini okuyarak turnikeden tek tek geçişleri başlattı. Daha sonra sarı basın kartı bulunan basın çalışanlarına da müsaade edildi.
Uluslararası Af Örgütü ve Hafıza Merkezi’nin dava izleme faaliyeti için gelen çalışanları güvenlik görevlilerine durumu izah edip müzakere ederek turnikeden geçip salonun önüne gelebildiler.
Duruşma salonunun kapısı önünde de uzun bekleyiş devam etti. Koronavirüs pandemisi şartlarının oluşturduğu riske rağmen, dar bir alanda çok sayıda kişi fiziksel mesafelenmenin mümkün olmadığı koşullarda, duruşmanın başlamasını bekledi.
Salona öncelikle sanıklar ve avukatları alındı. Duruşmanın yapılacağı salon, sanık sayısı göz önünde bulundurulduğunda oldukça küçüktü. O gün savunma yapmayacak olan bazı sanıklar kendi inisiyatifleriyle salondan ayrılarak, gazetecilerin ve sivil toplum temsilcilerinin davayı izleyebilmelerine imkan tanıdı. Hâkim, güvenlik görevlilerinden salon kapısının açık bırakılmasını isteyerek dışarda kalmak zorunda kalan kişilerin de duruşmayı izleyebilmelerini sağladı. Daha sonra duruşma devam ederken yükselen itirazlar üzerine kapıda bekleyen güvenlik görevlilerinden, izleyenlerin görüşüne mümkün mertebe engel olmayacak şekilde durmalarını rica etti.
Duruşmanın Seyri
Duruşma savcısı ve Hakim salonda yerlerini almışlardı. Ancak savcının yüzü, önünde duran bilgisayar ekranı engel oluşturduğu için seyirci sıralarından görünmüyordu.
İlk olarak sanık avukatlarından İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan söz alıp sanık savunmalarına geçilmeden önce tüm sanıklar için derhal beraat talebinde bulundu. Türkdoğan, “Cumartesi Anneleri’nin adalet arayışını TBMM’nin resmi raporları bile haklı bulmaktadır. Bu eylem kesintisiz olarak sürdürülmüş bir sivil itaatsizlik eylemidir. Cumartesi Anneleri ile Şubat 2011’de o dönemki Başbakan olan Erdoğan’la Başbakanlık ofisinde dahi görüşmüştür. Bu eylem 700 hafta boyunca devam eden, yarım saat ya da bir saatte bitirilen, kendi kaidesi olan bir etkinliktir. Keyfi bir şekilde yasaklanmıştır. Bu yasağın kanuna aykırı olduğunu düşünüyoruz. Sanık savunmalarına geçmeden bütün hususları dikkate alarak beraat kararı verilmesi gerektiği kanaatindeyim” dedi.
Türkdoğan, “Toplantıların en az 24 saat önceden yasaklanması ve bunun 24 saat önceden tebliğ edilmesi gerekmektedir. Somut olaya baktığımızda yasaklama kararı ve tebliğin geleneksel olarak yapılan toplantıdan önce yapılmadığı görülecektir. Dolayısıyla kanuna aykırı toplantı kavramının kullanılması kanunun kendisine bile bizatihi aykırıdır. Toplantının zor kullanılarak engellenmesi ve çok sayıda kişinin gözaltına alınması kanuna aykırıdır. Toplantıya katılanlar kanuna aykırı ve suç oluşturabilecek herhangi bir eylemde bulunmamış ve söz söylememişlerdir” diyerek sözlerine devam etti.
Ancak beraat talebi reddedildi ve yargılanan kayıp yakınları ve hak savunucularının beyanlarına geçildi.
Gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak ilk sözü alan sanık oldu. Oldukça güçlü bir ses tonuyla hitap eden Ocak sözlerine şöyle başladı:
“Boynumda gördüğünüz fotoğraf benim abim Hasan Ocak. Gözaltında kaybedildi. İşkenceden çıkarken gören tanıklar vardı ama yaptığımız başvurular sonuçsuz kaldı. Bundan 26 yıl önce kapı kapı dolaşıp abime ne olduğunu öğrenmeye çalıştık. Yaptığımız bütün başvurular sonuçsuz kaldı. 58 gün sonra ağabeyimin cansız bedenine adli tıptaki bir ceset fotoğrafıyla ulaştık. O fotoğraf gözlerimden hiç silinmiyor. 26 yıldır adalet istiyoruz. Ne kadar başvuru yaptıysak sonuç çıkmadı. AİHM’e giderken istediğimiz devletin mahkûm edilmesi değil, adaletti”.
“Sadece Bir Mezar İstemek Nasıl Bir Suç Olarak Görülebilir?”
Her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda bir araya geldikleri kişilerle bir aile haline geldiklerini söyleyen Ocak savunmasına devam ederken tüm salona geçmişin ağır yükü çöktü. Savunmanın yarattığı etkiyi yalnızca gözleri dolan veya yutkunmakta zorluk çeken seyircilerin yüzünden değil, duruşma hakiminin düzenlemeye çalıştığı dosyadan uzaklaşarak Ocak’a dikkat kesilen bakışlarından da okumak mümkündü.
“Ağabeyim için gitmiştim ama daha büyük bir aile olduk. Orada biz acılarımızı birlikte yaşadık. Berfo annenin tabutunu orada uğurladık. Bu ailelerin tek istediği bir mezar. Sadece bir mezar istemek nasıl suç olarak görülebilir? Aklım, mantığım almıyor. Adalet mülkün temeli de Cumartesi Anneleri’ne niye gelmiyor bu adalet? 699. hafta boyunca her cumartesi Galatasaray Meydanı’na gittim orada hiçbir şekilde yasalara aykırı bir şey yapılmadı. 700. haftada sabah saat 10’da oradaydım annemle birlikte. Bize eylemin yasaklandığına dair bir bildirim ulaşmadı. Hatta polisler o gün yanımıza gelip ‘Kolay gelsin, hazırlık mı yapıyorsunuz?’ diye sordu. Her hafta eylem yaptığımız Galatasaray Meydanı’nı niye bize kapattılar? 84 yaşındaki annem yanımdaydı. Ben annemi koruyamadım. Baston ile yürüyen annemin darp edildiğini gördüm. Ağır işiten Ali abimin yere düşen kulaklığını aradığını gördüm. Herkes bize adaleti borçlu. Sizin göreviniz bizi yargılamak değil, bizim hakkımızı korumanızdır”.
Ardından söz alan Ali Ocak da, “Şöyle ifade edeyim. 699. hafta boyunca eylemimizde devlet suç tespit edemedi. Yasak çağrısını duymadım. Asıl şiddet gören, saldırıya uğrayan bizdik. Beraatimi talep ediyorum” dedi.
“Annem Abimin Elbisesini Yıllarca Temiz Tuttu, Bir Gün Gelecek Diye”
12 Eylül döneminde gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren’in kardeşi Faruk Eren ise “Kayıp yakını ne demek olduğunu anlatmak istiyorum” diyerek sözlerine başladı ve şunları söyledi:
“Abimin gözaltına alınışının birçok tanığı olmasına rağmen devlet ‘biz almadık’ dedi. Gözaltı süresi bitti, abimden haber yok. O zamandan beri Hayrettin Eren kayıp. Annem, abimin elbisesini yıllarca temiz tuttu, bir gün gelecek diye. En sonunda bari kemiğini verin dedik. Zaman zaman dayak yedik, gözaltına alındık. Kardeşim kaybedilmiş, ben nasıl vazgeçeyim? ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek’ sloganı iddianamede var. Yine olsa yine atarım. En son şunu söyleyerek bitireyim. 40 yıllık süre çok uzun bir süre. Her seçim dönemi abim için seçmen kağıdı geldi. Askerlik celbi geldi. Bize işkence sürdü. 80’lerin ikinci yarısı, 90’ların sonunda gözaltında kayıp bir devlet politikası haline geldi. Kayıplarımızın akıbetini sormaya bedeli ne olursa olsun devam edeceğiz.”
Ardından söz alan sanık Cüneyt Yılmaz “Kayıp yakını değilim. Hak savunucusuyum” diye belirterek sözlerine başladı. Savunmasının devamında,“700. haftadan evvel her 100. haftalarda yapıldığı gibi çağrıda bulunduk. Eylem anında bir anons duymadım. Burada olmamızı anlamlı bulmuyorum. Beşiktaş’taki patlamadan sonra polislere karanfil verdik. Dipçikle vuruldu, küfür edildi bize. Bu insanların yanında olmanın suç olduğunu düşünmüyorum. Bizi engelleyenler kayıpların sorumlularıdır” diye ekledi.
“Bu Benim İçin Vicdani Bir Sorumluluktu”
Sanık Ali Yiğit Karaca da çağrıyı sosyal medya üzerinden gördüğünü ve eylemin o gün yasaklanmış olduğundan haberi olmadığını söyleyerek savunmasına başladı. Eyleme katılmanın anayasal bir hak olduğunu belirten Karaca, 700. Hafta eylemine katılmasını “Vicdan ve adalet duygum duyarsız kalmama izin vermezdi” sözleriyle ifade etti.
Ardından söz alan sanık Rober Koptaş, “Mübarek diyebileceğim bu insanların mücadelelerine yeterince destek olmuş değilim. 700. Haftada oradaydım. Bu benim için vicdani bir sorumluluktu. Galatasaray Meydanı, Cumartesi Anneleri için analarının ak sütü gibi helaldir. İlk kez hayatımda gözaltına alındım. Yerde otururken gözaltına alındım. Gözaltı otobüsünde küfre ve hakarete maruz kaldık. Bu muamelenin kendisinin yargılanması gerektiğini düşünüyorum. Toplanmak, gösteri yapmak, en barışçıl şekilde bir vatandaşlık hakkı. Bunu suç haline getirenler suç işliyor”, dedi.
“O Polislerin Yargılanması Gerekirken Kendimizi Burada Bulduk”
Son olarak söz alan sanık Deniz Koç da benzer bir savunma yaparak şunları ifade etti:
“Vicdani olarak o gün orada olmam gerektiğini hissettim. Orada siyaset yapılmaz, slogan atılmaz, alkış yapılmaz. Polis müdahalesinde özellikle kadınların üzerine çullandıklarını gördüm. Gözaltına alındıktan sonra da gayri insani muamele gördük. O polislerin yargılanması gerekirken kendimizi burada bulduk.”
Sanık Avukatlarının Savunmaları
Sanık ifadelerinden sonra sanık müdafilerinin savunmasına geçildi. Av. Ahmet Cihan, beyanında uluslararası sözleşmelere atıf yaptı. Barışçıl toplanma özgürlüğünün ilgili metinlerine değinerek Cumartesi Anneleri/İnsanları eyleminin hukuki olarak suç olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığını belirtti.
Avukat Ahmet Cihan’ın kardeşi Süleyman Cihan’ın, Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı 12 Eylül darbesi davasında, “iddia edildiği gibi intihar etmediği, işkencede öldürüldüğü” ifade edilerek ailenin bu davaya müdahillik talebi kabul edilmişti. Av. Ahmet Cihan kardeşi için hukuki mücadele yürütmeye bugün de devam etmekte.
Daha sonra söz alan, Av. Emel Ataktürk hakikati bilme hakkı ekseninden bir savunma yaptı. Konuşmasına beraat talebinin 3 unsuru olduğundan söz ederek başladı: Toplanma sebebi olan hukuk dışı infazların gerçek olması, bu bağlamda hakikati bilme hakkının doğması ve failler saptanıp cezalandırılmadığı sürece ifade toplanma haklarının kullanılmasının suç teşkil etmemesi.
Av. Ataktürk, “Türkiye’nin, taraf olduğu küresel ve bölgesel sözleşmeler, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ve Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nin karar ve tavsiyeleri ile AİHM içtihatları ve uluslararası teamül hukuku bağlamında, zorla kaybetme/ hukuk dışı ve keyfi infazlar gibi ağır insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda ihlallerle ilgili hakikati ortaya çıkarma, failleri tespit ederek suçun ağırlığıyla orantılı cezalara çarptırma, mağdurlara onarım ve telafi sağlama ve ihlallerin tekrarını önlemek için gerekli tüm adımları atma ve cezasızlığı sonlandırma yükümlülüğü altında” olduğunu ifade etti.
Hakikati Bilme Hakkı
“Hakikatin ortaya çıkarılmasına ve cezasızlığın sonlandırılmasına yönelik hiçbir yükümlülüğü yerine getirmeyen resmi otoritelerin bir yandan ağır insan hakları ihlallerine karşı failleri her türlü denetleme/hesap verme mekanizması dışında tutarak korumaları, diğer yandan sevdiklerinin akıbetinin saptanması için “Hakikati Bilme Hakkı” bağlamında meşru haklarını kullanan Cumartesi Annelerini/İnsanlarını, yasal düzenlemeleri de amacı dışında kötüye kullanmak suretiyle hırpalaması ve kriminalize etmesi ulusal ve uluslararası hukukun ihlalidir.”
Av. Ataktürk ayrıca, mağdurlar ve yakınları insan hakları ihlallerinin gerçekleştiği koşullar hakkında hakikati öğrenene kadar bu hakkın zamanaşımına uğramayacağını da vurguladı. İdari ve yargısal kurumların TBMM raporlarını, mağdur yakınlarının ve tanıklarının anlatımlarını hiçbir zaman dikkate almadığını ifade eden Ataktürk, böylelikle ihlallerin gerçek boyutlarının ve hakikatin örüntülerinin ortaya çıkmasına engel olunduğuna dikkat çekti.
İnsan Onurunun Korunması İlkesi
Cumartesi Annelerinin/İnsanları’nın Galatasaray Meydanı’nda sürdürdüğü eylemlerine yönelik polis müdahalesini ve ardından açılan davayı Av. Ataktürk “insanlık onurunun korunması ilkesinin” ihlali olarak değerlendirdi:
“Zorla kaybedilenlerin başına neler geldiğinin ortaya çıkarılması hukuksal bir zorunluluk olduğu kadar insan onurunun korunması ilkesinin de gereğidir. Sevilen bir kişinin cenazesinin nerde olduğunun, başına ne geldiğinin bilinmemesi yas tutulamamasına sebep olur, kaybedilenin yakınlarını yaşam boyu acı içinde yaşatır ve yukarda değinildiği gibi bu bağlam ayrıca işkence kapsamındadır.”
“Resmi otoritelerin zorla kaybetme ve hukuk dışı infazları inkar ettikleri, idari ve yargısal makamların hakikatleri açığa çıkarmak için Anayasa, ulusal ve uluslararası mevzuat gereği üzerlerine yüklenen hiçbir sorumluluğu yerine getirmedikleri dikkate alındığında Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın ihlallerin tanınmasına, hakikat ve adalet arayışlarına ilişkin taleplerini kamusal bir alan olarak Galatasaray Meydanı’nda toplanarak barışçıl yöntemlerle dile getirilmeleri tümüyle meşrudur. Bu nedenle Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın yasalar ve uluslararası sözleşmelerle koruma altında olan meşru haklarının kullanımı nedeniyle yargı tacizine maruz bırakılmaları toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü ihlali olduğu kadar hakikati bilme hakkı bağlamında bilgi edinme ve ifade özgürlüklerinin de ihlalidir.”
“Siyasi ve Keyfi Ceza ile Karşı Karşıyayız”
Son olarak söz alan Av. Kerem Altıparmak ise eylemi yasaklama gerekçesi olarak 3 belge sunulduğunu dile getirdi. Avukat Altıparmak, “Cumartesi Anneleri eylemi her cumartesi yapılmaktadır. İdari yargıdaki davada davalı idareler, Cumartesi Anneleri eylemini yasaklamalarının gerekçesi olarak 3 ayrı belge sunmuştur. Davalı idarelerin sunduğu belgelerin somut bilgi verenlerinin ilkinin tarihi 19 Mart 2016, ikincisi 14 Mart 2018 ve üçüncüsü 12 Temmuz 2018’dir. Diğer belgeler ise genel niteliklidir. Yasaklanan eylemin tarihi ise 25 Ağustos 2018’dir” diye konuştu.
Savcılığın ceza talebinin ölçüsüz ve hukuka aykırı olduğunu belirten Av. Altıparmak, şöyle devam etti:
“Savcılık 699 kez gerçekleşmiş barışçıl bir eylemin 700. tekrarında makul bir gerekçe olmaksızın tüm sanıkların cezalandırılmasını istemektedir. Bu talep AYM içtihatlarına aykırı olarak ne toplantıyı organize edenlerle katılanlar arasında bir ayrım yapmakta ne de toplantının çok sayıda tekrarı dikkate alındığında söz konusu hukuka aykırılığı ortaya koymaktadır. Bu talep ölçüsüzdür, demokratik toplumda gerekli olduğu hiçbir şekilde iddia edilemez. Bir demokraside bir bakanın hoşuna gitmediği için, onun tarafından suç olarak görüldüğü için toplantılar yasaklanamaz.”
“Anayasa Mahkemesi’nde bildirim gerekçesi barışçıl bir şekilde eylemin yapılabilmesi içindir. Her gün toplanıldığını bilmiyor ki bildirim gerekçesi öne sürülüyor. 2,5 yıl sonra bildirim yapılmadığı bahane edilmiş” diyen Altıparmak, “699 hafta toplanılmış yerde herhangi somut bir gerekçe sunulamamış. Siyasi ve keyfi ceza ile karşı karşıyayız. Çok meşru ve barışçıl toplanma hakkı var. Derhal beraat kararı verilmemiş ise de şu an beraat kararı için davanın olgunlaştığı kanaatindeyiz” ifadelerini kullandı.
Sanık avukatları son olarak beraat taleplerini yineledi.
Ara Kararlar
Beyanların ardından savcı mütalaasında, dinlenmeyen tanıkların dinlenmesini, savunmaların tamamlanmasını istedi. Mahkeme ara kararında,
- İfade vermeyen sanıkların dinlenmesine,
- İddianame tebliğ edilemeyen Ercan Süslü ve Hasan Akbaba’nın açık adreslerinin tespit edilmesi için kolluğa yazı yazılmasına,
- İddianame tebliğ edilemeyen Kenan Yıldızerler ve Onur Yanardağ’ın avukatlarının müvekkillerinin adreslerini bildirmelerinin istenmesine,
- Olay tutanağına yasak kararının yazılı tebliğ edildiği belirtilen Avukat Gülseren Yoleri’ye tebligat yapıldığına dair belgenin kolluktan istenmesine,
- Bu celse duruşmaya gelip ifade vermeyen sanıklara bir sonraki duruşma için davetiye çıkarılmasına,
- Bir sonraki duruşmanın adliyenin büyük duruşma salonlarının birinde yapılmasına karar verdi.
Bir sonraki duruşma 12 Temmuz 2021 günü saat 10.00’da görülecek.