İbn Haldun’un bir tek cümleye sığdırdığı mutlak gerçek, kimileri için insan iradesini teslim alan bir kabullenmişlik ve ümitsizliğe, kimileri için de bitmek bilmeyen bir mücadele azmine dönüşebilir. Evet, “Coğrafya kaderdir”.
Bu coğrafya, bu sürgün yerinde insanı ve dahi doğayı ve hatta inançları ve ideolojileri dönüştüren, zamanı aşan bir kadere dönüşmüştür. İnsanı merkezine alan, barış ve adaleti tesis iddiası ile ortaya çıkan her inanç ve ideoloji, bu coğrafyanın dişlileri arasında öğütülerek iddiasından çok uzağa savrulmanın kaderini yaşıyor maalesef.
Kaderine teslim olmuş büyük halk kitleleri arasında, başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanan ve insan olmanın bütün anlamlarını yüklenen kahramanla da bu coğrafyanın kaderidir. Hayır, kahramanlarının olması övünülecek bir şey değil bir toplum için. Aksine kahramanı çok olan toplumlar çoğunlukla atalet içinde olan toplumlardır. Toplum vasatından ayrılan, bir adım öne çıkan herkesi “kahraman”laştırıp yüceltip ulaşılmaz kılmak, aslında kendi korunaklı alanını normalleştirme zaafını örtme çabasıdır.
Kahramanı çok olan toplumların haini de çok olur bu yüzden. Bu patolojik hal, kalabalıklarda kaybolmayan herkesi ve her şeyi ötekileştirmede ve normal olanı bunun üzerinden tarif etme kolaycılığına kaçmaktadır.
Bu yüzden işte Tahir Eli bu toplumda hainlik ve kahramanlık payesini birkaç aya sığdıran bir yaşamla geçti aramızdan. Bir adım öne çıkmıştı, bıkmadan usanmadan adalet peşindeydi, barışı dilinden düşürmüyordu. Sadce inandığını syleyen, yaşamının hakkını vermeye çalışan biriydi. Bu onu kahraman yapmamalıydı. Çünkü O, insan olmanın gereği olarak inandığı yaşamın peşinden gitmeye yüklediğimiz kadar anlam yüklememişti. Doğru, erdemli bir insan olmaya çalışmıştı hepsi bu. Çünkü O biliyordu, kahramanlığın bir adım sonrası hainlikti. Hain de değildi. Çünkü O evet sadece insan olmanın gereği olarak inandığı yaşamın peşinden gitmişti.
Bütün yaşamı söylediklerinin şahidiydi. Söylediği her şeyin bir fotoğraf karesi olarak zihnimizde karşılığı oldu hep. Her bir cümlesine bitmek tükenmek bilmez bir enerji ile koşuşturduğu duruşmadaki insanlar şahit, Cudi’de yanan ağaçlar şahit, dört ayaklı minarenin bu coğrafyanın bütün yükünü taşıyan siyah taşları şahit. O’nun yaşamını da aramızdan ayrılışını da sadece bunlardan dinlemeliyiz. Bu şahitliklerin dışında başkaca anlam aramaya da gerek yok. O’nun tertemiz yaşamını, zaaflarla dolu kavramlarımızda kirletmeye hakkımız yok.
Bugün hala çatışmaların en yoğun yaşandığı yerler olan Cizre’nin doğduğu yer, Sur’un yaşamını yitirdiği yer olması coğrafyanın kaderinden başka ne olabilir ki? Doğduğunuz ve yaşadığınız yerin çatışmaların merkezi olması ve insanın sembollerden, sloganardan ve bayraklardan daha az değerli olması karşısında Tahir Elçi olsanız siz ne dersiniz? Dilinizden aşağıdaki sözlerden başka söz dökülür mü?
“Biz bu tarihi bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede, insanlığın bu ortak mekânında silap, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz”
Tahir Elçi olsanız, aklınız, vicdanınız ve dilinizin kaderinin bu sözler olduğunu bilirsiniz.
Varsa Tahir Elçi’nin bir kahramanlığı evet savaşın kader olarak kabul edildiği bu coğrafyaya barışla ve adalet çabası ile direnmek oldu. Evet, biliyoruz Tahir Abi, coğrafya kaderimiz ama savaş değil.