Hilmi Şeker Roboski Davasını Anlattı: Hakikatin Alternatifi Yoktur

DUVAR

Cihan Ülsen

‘Roboski Davası –Mehmet Encü ve Diğerleri Başvurusu’ kitabını hazırlayan yargıç Hilmi Şeker, cezasızlığın ‘toplum ve evlatlarına yönelen eylemlere sürdürülebilir kurumsal bir destek’ olarak da tanımlanabileceğini ifade etti. Şeker, Roboski’de gerçeğin ortaya çıkarılmasından önce ailelere tazminat verileceğine dair açıklamalar yapılmasıyla ilgili “Mağdurların devletten istediği, tazminat değil çoğulcu bir muhakemenin vücuda getirdiği hakikattir. Hakikatin alternatifi yoktur” dedi.

Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı bünyesinde yayın hayatına başlayan Kırık Saat Yayınları’nın ilk kitabı Hilmi Şeker’in “Roboski Davası –Mehmet Encü ve Diğerleri Başvurusu” yayımlandı. Ülkede cari olan ve artık cerahat noktasını da aşan hukuki gündemleri Roboski davası bağlamında yeniden tartışmaya açması açısından son derece önemli bir çalışma ile karşı karşıyayız. Kitap, bir yandan Roboski dava sürecinde yaşananları ele alırken diğer taraftan bu dava özelinde kamuoyunca uzun tartışmaların yarattığı tahribatları hukukçu titizliği ile elden geçiriyor.

Hilmi Şeker’in  çalışmasının ülkedeki hak ve hukuk arayışına önemli katkılar sunacağı açık. Bu bağlamda kitabın odağında yer alan Roboski Davası’nı ve bu davanın etrafında tartışılagelen cezasızlık, yüzleşme, hakikatlerin ortaya çıkarılması ve hukuk üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.

Roboski Davası – Mehmet Encü ve Diğerleri- kitabı son derece önemli bir çalışma. Herkesin -özellikle yargılama süreci ile ilgili- hakkında bir fikrinin olduğu ancak bu yargılama sürecinin içerisinde tam olarak neler yaşandığına dair kimsenin açık ve net konuşamadığı Roboski Davası ile ilgili bir çalışma yapma fikri en çok hangi düşüncenizden güç alarak kitap fikrine dönüştü?

Cezasızlığın en çok kendisini adli süreç, norm ve usullerin istismarı ve yozlaştırılması aracılığıyla var ettiği tecrübelerle sabittir. Bu peçeleme biçimini, yine hukukun içinde kalarak deşifre etmek, cezasızlığın fobisidir. Eli kalem tutan, hukukçuyum diyen herkesin bu maruf formla mücadele etmesi umulmaktadır. Cezasızlığın hukukun içine çekilmesi ve burada tutulup, bitirilmesi bu ve benzeri moral desteklere ihtiyaç duyar. Bireyin yaşamını hedefleyen saldırı ile sığınakların teşhis ve tanısına dair materyalin her türlü öznel birikimden bağımsız olarak yarına taşınması, hak ihlalleriyle etkin mücadele geleneğinin oluşması açısından hayatidir. Hak ihlalleriyle soluksuz mücadelenin kodlanması, depolanması ve gerektiğinde kullanılmasıyla mümkündür. Hafıza inşası, toplumun sinir uçlarıyla oynayan meselelerin tozlanmasını önlemeyi de içerir. Günün birinde meseleye ilgi duyan birinin arşivlere inmesi olasıdır ve kitap bellekleri yoklayacak bir merakın beklentilerinin karşılamaya amade olmalıdır.

Bilinç, birikim ve sorumlulukla buluşup etikle kontrol edilmediği zaman, yargıçlık sıradan bir kamu görevine dönüşür. Yargıç olmak ve kalabilmek; toplumu savunmayı, onunla hemhal olmayı, sıradanlığın girdabında kaybolmamayı, bireyin yaşam, özgürlük ve mal varlığına kol kanat germeyi ve toplumun adalet talebini dert edinmeyi gerektirir.

Kitabın önsözündeki vurgular çalışmanın ipuçlarını ve yazarın meramını anlatması açısından son derece önemli. Önsözde hukuk güvenliği ve hukukun belirliliği ilkesi çerçevesinde cezasızlık ve yüzleşme kavramlarının altını çiziyorsunuz. Yüzleşme meselesi önemli, onu sonraya bırakarak özellikle cezasızlık meselesini sormak istiyorum. Cezasızlık bir kavram olarak son 40 yıldır dünya ile beraber Türkiye’de de tartışılıyor. Hatta tartışılmasının ötesinde Türkiye’de bir cezasızlık pratiği gelişti, adeta bir refleks haline geldi.  Devletin bizzat yarattığı veya göz yumduğu aktörler eliyle yahut devlet ve kurumlarının denetlenmemesi sonucu meydana gelmiş olan ağır ve sistematik hak ihlalleri ile ilişkili olarak cezasızlık hakkında neler söylersiniz?

Bir önceki soru ile akraba bu soru ile çalışma arasında yoğun ve yaygın bir ilişki var. Cezasızlık, toplum ve evlatlarına yönelen eylemlere sürdürülebilir kurumsal bir destek olarak da tanımlanabilir. Sorunun içerisinde gizlediği örtülü yanıttan da anlaşıldığı gibi, cezasızlık, sadece adli arterlerden beslenmemekte, adliye öncesi ve sonrasına yayılan kişi özne ve dizgelerden ciddi ve sistematik destekler almaktadır.

Cezasızlık, devleti ayakta tutan hukuk ve pratiğine olan inancı kırmakla kalmaz, yurttaş ile devlet arasında hukuk üzerinden kurulan güveni örseler, güvenin tazelenmemesi ne zaman ve nerede dineceği bilinmeyen sürdürülebilir bir adlileşmeye ortam hazırlar. Cezasızlık, diyalektiğin özel versiyonu olan hak arayışını, kısıtlayan bir olgu olarak, susmayı ve sedasızlığı tahkim ederek, demokrasinin yargıdan beklentisini boşa çıkarır. Demokratik bir yargı aracılığıyla, hakikatin etrafında kenetlenemeyen toplumlar, huzursuz toplumlardır ve konuşamayan toplumlara adliyelerin yetişmesi seraptır.

‘ROBOSKİ DAVASINDA TAKİPSİZLİK CEZASIZLIĞI ÖZENDİRİCİ OLMUŞTUR’

Cezasızlık kavramının tanımı ve amacına yönelik önde gelen iki referans belgede ( BM Genel Kurul’unun “Ağır uluslararası insan hakları hukuku ihlalleri ve ciddi uluslararası insancıl hukuk ihlalleri mağdurlarının çözüm ve tazminat hakkına dair temel prensipler ve kurallar ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “ciddi insan hakları ihlalleri bakımından cezasızlığın sona erdirilmesine yönelik rehber ilkeler”) cezasızlıkla mücadelenin dört temel amacı şöyle sıralanıyor: adalet hakkı, hakikati bilme hakkı, tazminat hakkı ve bir daha tekrarlanmama hakkı. Kavramın tanımı ve amaçlarını Roboski Davası çerçevesinde nasıl değerlendirmeliyiz?

Koruyucu bu metinlerin ortak paydası, hak ihlalini denetlenebilir metodoloji ile açığa çıkarmak, olayın hangi koşullarda nasıl meydana geldiğini tereddütsüz olarak gün yüzüne çıkarmaktır. Bu kazının, adil yargılamanın gereklerine uygun veya nitelikli şekilde gerçekleştirilmesi için yeteri kadar standart ve rehber mevcuttur. Adalet hakkı, daha ziyade adli süreçlerin hakikati açığa çıkarma irade, yeti ve yeteneğinin disipline edilmesi ve sapmaların önlenmesine odaklanır. Hakikate erişmek, adil ve güvenilir ya da öznel ve nesnel risklerden uzak bir muhakeme olmadan imkansızdır. Buralar cezasızlık anlayışının pusu alanlarıdır. Böylelikle adli süreçleri, nevi şahsına münhasır adımlarla, dönüştürerek hedefleriyle uyumlu hale getirir. Adalet hakkı, içine hakikate erişimi de alan ve olabildiğince geniş objektif bir kapsama denk gelir.

Hakikati bilmeyi isteme, her muhakemeyi motive eden bireysel toplumsal ve kamusal özellikleri olan insani bir imkan olarak anlaşılmalıdır. Hakikat burada her türlü müeyyide veya yaptırımdan özerk; şekli gerçeklik, gerçeklik olarak tasnif edilen amaçların da üzerindedir. Buradan bakıldığında Uludere mağdurlarının, olayın art alanına odaklanmaları, burada neler olup bittiğini öğrenmek istemeleri anlaşılırdır. Yargıcın, her geçen gün kendisini acıyla çoğaltan ve kapı kapı dolaşan bu merakı gidermesi, cezasızlığın geriletilmesi açısından yaşamsaldır.

Tazminat, yaşatılan acıya biçilen parasal karşılıktır ve hakikat hakkından feragatin bedeli olamaz. Tazminat, hakikatin açığa çıkarıldığı zemin ve koşullarda mağduriyeti görece giderme, teskin etme olanağına kavuşur. Dolayısıyla mağduriyeti parayla gidermeye kalkışmak, cezasızlıkla mücadele edemez, aksine mağdurları aşağılama ve cezasızlığa har vurup harman savuracağı uçsuz bucaksız bir alan açar.
Hiçbir toplum, bilme hakkından feragat etmez ve onu maddi alternatiflerle ikame etmeyi denemez. Hakikat bu yönüyle yüzü topluma dönük, onu inandırmaya özgülenen bir yargıdır. İnandırma, bireyi iknadan daha fazlasına tekabül eder. Tazminat, hakikate bağımlı o olduğunda varlık gösterebilen, görece kayıpların gerisinde bıraktığı sendromu aşan ancak, caydırıcı gücü olmayan giderim formudur. Pekiştirirsek hakikatten vazgeçen çözüm caydırıcı değil özendirici, teşvik edici olur.

Tekrarlanmamayı talep hakkı, ancak hukuksuzluğun yeniden uç vermemesi için alınabilecek optimum adli idari her türlü önlemi içerir. Roboski davasında takipsizlik ve türevi yargılar, önceli faili meçhul cinayetlerle birlikte düşünüldüğünde, cezasızlığı özendirici olmuştur. Cezasızlığın şımarıklığı, geleceğine tahakküm eden ve yapılandıran bu maziye yaslanmasındandır. Merakın, üstü örtülen sırra erişme talebinin engellenmesi acıya acı katmaktır. Bu uygar bir hukukun işi değildir. Cezasızlık bu acıyı sürdürülebilir kılmakla altın çağını yaşamaktadır.

Unutmamak gerekir, “yapanın yanına kar kalmak” sözü bu toprakların hukuka armağan ettiği bir vecizdir. Hukukun bu ithalle baş edebilmesi ihlalin kökleriyle birlikte mayalandığı çatlaklardan alınmasına bağlıdır. Dava çatlaklara yerleşen cezasızlığın girdabında unutulmaya mahkum edilmektedir.

Tekrarı önlemede en etkin araç, hak ihlallerinin hakikat yargısı aracılığıyla deşifre edilmesidir. Deşifre, kadim bir caydırıcı olmakla birlikte tek başına cezasızlıkla mücadele edemez. Cezasızlığın besi kanallarını kesecek, bir strateji değişikliği ve bu değişikliği yarına taşıyacak taktik adımlar, yapısal ve fiziksel iyileştirmelerdir. Yargının bu defolarla mücadele veya mukavemet yeteneğinin kazandırılarak pekiştirilmesi önemlidir. Önemli olan bir diğer husus, bu patojenlerin etki ve sonuçlarının sürekliliği olan bir bilinç çalışmasına konu edilmesidir. Yargı tecrübeleri hafife alınmayacak bir materyaldir. Böyle bir anlayış, oluşturduğu eksiksiz alt yapı ve güçlü bir organizasyon ile yapılanın cezasız kalmayacağına dair kanının yerleşmesi ve kurumsallaşması için çalışmalıdır. Topyekün ve sürdürülebilir bir irade, bu parametrelerden beslenir. Aksi halde tekerrür kaçınılmazdır. Tekrar, duyarsızlıktan, tepkisizlikten ve örtülü kabulden beslenir.

Somut olayda cezasızlık daha ilk aşamada usul ve süreçler üzerinden yargıyı kuşatmıştır. Bu kuşatmanın yarılması için devreye alınan başvuru da kendisini usuli işlemlerle peçeleyen cezasızlıkla mücadeleden imtina etmiştir. Bu gelişme, şema dışındaki Avrupa kamu düzenini de ne yazık ki tesirine almıştır. Takipsizlik ve ardılı süreçler cezasızlığın, insan hak ve özgürlükleri ya da yaşam özgürlük ve mal varlığı üzerindeki gölgesini muhafaza ettiğine delalet etmektedir.

‘BU, MODERN HUKUK SİSTEMİNİN KÜLTÜREL BİR YENİLGİSİ OLARAK DA ANLAŞILMALI’

Hukuksal tatmin ile hukuksal tazmin meselesi hakkında neler düşündüğünüzü merak ediyorum. Çünkü olayın hemen ardından dönemin hükümet sözcüsünün “resmi özür dilenmesini beklemenin yanlış olacağı ancak hayatını kaybedenlerin yakınlarına tazminat ödeneceğini” söyleyen açıklamaları oldu. Sonrasında da Başbakanlık tarafından kişi başına 123 bin TL tazminat ödenmesi gündeme geldi. O zaman çok ciddi tartışmalar da yaşandı. Başta adalet hakkı ve hakikati bilme hakkının es geçilmesi suretiyle ailelere sadece tazminat ödenmesinin teklif edilmesini nasıl yorumlamalı?

Dünya, ceza adalet sisteminin adalet ve hakikat beklentisini karşılamayacak denli eskidiğinin farkındadır. Kuram ve teori dipten gelen bu homurdanmanın yeni adli yöntem ve araçlarla aşılması için yoğun bir çaba içindedir. Bu modern hukuk sisteminin, kültürel bir yenilgisi ve öze dönüş talebi olarak da anlaşılmalıdır. Önerilerden biri, zarardan etkilenen herkesi eylemin neden ve sonuçları etrafında toplayarak, eylemin sebep olduğu zararları toplumsal ve kültürel dinamiklerin katılımıyla onarmak şeklindedir. Bu cari olana nazaran, daha yerel ve doyurucu motifler içermektedir. Onaran adaletin tasarladığı hüküm, yavan bir özgürlüğü bağlayıcı cezadan ziyade, hakikatle örtüşen zarar giderici ve iyileştirici bir vargı olacaktır.

Burada hakikatin açığa çıkarılmasının her şeyden özerk ve tek başına bir adalet değeri vardır ve bu gerçekle yüzleşmek, adil bir giderim veya sağaltımın sıfır noktasıdır. Onaran adalet bu akıl ve diliyle hakikatin; failin ağır bir cezaya mahkum edilmesi ve adam çalıştıran devletin, sorumluluğunu bir miktar tazminatla bertaraf etmeye indirgenmesine izin vermemektedir. Burada sağaltan veya eylemin gerisinde bıraktığı sendromu aşan sahici ve yegane giderim hakikate ulaşmadır. Bu olmazsa olmazıdır. Mağdur ve toplumun devlet ve yargıdan beklediği tam budur.

Burada adalet hakkı, hakikate ulaşma hakkını gerçekliği için bir kolaylaştırıcı rolü üstlenir. Devletin bir sorumlu olarak, mağduriyeti eskiyen ceza adaletinin giderim formuyla tazminde sebat etmesi, hakikat talebini görmezden gelme olarak kodlanmaktadır. Meşru ilgili ve toplumsal talepleri tedirgin ve huzursuz eden budur. Bu cezasızlığın sevdiği bir flora ve faunadır.

Bu topraklarda fail ve eylemin, gerisinde bıraktığı mağduriyetin nakitle aşılmasına dair bir gelenek mevcuttur ve bu tecrübeye göre nakitle tazmin acının hakikatle hafifletilmesi koşuluna bağlıdır. Bu misyon tahakkuk etmeden giderimin, objektif kapsamına maddi tazminatın dahil edilmesi anlamsızdır.

Burada hakikatin emsalsiz ve ikamesiz bir adalet değeri vardır ve tazminat hakikatin, ardılı tali bir hak ve yükümlülüğe tekabül etmektedir. Mağdurların devletten istediği, tazminat değil çoğulcu bir muhakemenin vücuda getirdiği hakikattir. Hakikatin alternatifi yoktur.

Mağduriyetin sadece parayla aşılması, kültürel acıyı derinleştiren bir aşağılama biçimi olarak anlaşılmaktadır ve kamu otoritelerinin bundan sakınması gerekir. Toplum, hakikati tazminata indirgeyen veya tazminatı hakikatle ikame eden, genetik yapısıyla uyumsuz bu teklifi haliyle reddetmektedir.

Roboski davası ile ilgili ilk soruşturma başlatan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Haziran 2013’te “görevsizlik kararı” vererek, dosyayı askeri savcılığa sevk etti. Askeri savcılık tarafından da Ocak 2014’te şüpheli olarak adı geçen 5 askerin “kanunun emrini icra kapsamında kendilerine verilen görev gereklerini yerine getirdikleri, görev gereklerini yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri, dolayısıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren bir sebep bulunmadığı” belirtildi ve kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi. Askeri Mahkeme ise oy çokluğu ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik itirazı reddetti. Sonrasında Anayasa Mahkemesi süreci var tabi. Anayasa Mahkemesi eksikliklerin öngörülen süre içinde giderilmemesinden ötürü başvuruyu idari kararla reddetti.  Hak arama özgürlüğü bağlamında yaşanan bu süreci, bir hukukçu olarak cari olan hukuk algısı ve pratiği ile birlikte nasıl değerlendirirsiniz?

Meydana gelen olay, gerçeklik yargısının ilgi alanındadır. Özellikle gerçeğin açığa çıkarılması ve cezasızlıkla etkin mücadele, mahkemenin görev tanımına sadakatle mümkündür. Bir başka otoritenin, hakikatin tartışılma olanağını sıradan gerekçelerle ve de görev tanımının dışına çıkarak bertaraf etmesi, adalet beklentisine hayal kırıklığı yaşatmıştır. Eylemin hangi koşullarda nasıl ve ne şekilde tahakkuk ettiği ile eylemin ceza hukukundaki karşılığını tayin ve tespit görevi hiç kuşkusuz olay mahkemesinindir. Hukuk mezunu herkes, eylemlerin, hukuka uygunluk haline tekabül edip etmediğine ilişkin olumlu veya olumsuz kuşkunun aşılması işinin mahkemenin görev tanımı içinde olduğunu bilir.

Burada kritik olan, savcılık kuşkuyu beslemek, olgunlaştırıp aşılması için mahkemeye göndermek yerine, yargılama yaparak, beraatle özdeşleşen bir hüküm vermiştir. Bu yöntem muhakemeden rol çalmaktır ve cezasızlığın umumiyetle tevessül ettiği bir yöntemdir.

Daha da önemlisi, bu ve benzeri olaylarda cezasızlığın umumiyetle, hukuka uygunluk sebeplerinden yararlanması, onları istismar ederek varlığını idame ettirmesidir. Maddi ceza hukukunun eylemi meşrulaştıran ve cezasızlık gerekçesine dönüştüren yaklaşımın, usul hükümlerini yozlaştıran yorumlarla yaptığı işbirliğinin vardığı yer, yargılamayı hükümden düşürmektir. Roboski davasında yapılan budur ve itirazın kalbi burada atmaktadır.

Yaşanan tereddütler bir yana AYM, hukuki güvenlik kavramının yanı başında konuşlanarak, Roboski mağdurlarının adalet talebini gönül gözüyle görmekten imtina etmiştir. Oysa bu mahkemeden beklenen, şekil noksanı üzerinden, nitelikli yargılama veya görünen adalet talebini bertaraf etmek değil, takipsizliğin yargılama rolünü hukuka aykırı biçimde temellük eden kararının dolaşıma çıkmasını ve sisteme entegre olmasını önlemekti.

Yargılama talebi bir haktır ve bu hakkın biricik misyonu etik bir muhakeme aracılığıyla hakikatle, hükmü buluşturmaktır. Yargılama rafa kalktığı için toplum ve kamunun, muhakemeyi açık yargılama, gerekçe ve hükmün açık tefhimi gibi kadim haklar üzerinden olayın gerçekliğini denetleme imkanı da yitirilmiştir. AHİM’in de yerel şema içindeki bu ardışık ihlalleri takdir marjıyla peçelemesi, cezasızlığın göreli krizini aşmasını kolaylaştırmakla kalmamış, üzerine titrediği hak arama özgürlüğünün, iç dinamiklerince darbelenmesine seyirci kalmayı da yeğlemiştir. Derdest tutulan davayla, Roboski faillerinin, yaşamlarının kalan kısmını şüpheli olarak sürdürmeleri, davanın gerisinde bıraktığı bir başka tortudur.

‘ADİL YARGILANMA HAKKININ HER ŞEYDEN ÖZERK BİR DEĞERİ VARDIR’

Anayasa mahkemesinin kararı çokça tartışmalara yol açtı. Mahkeme kararına ilişkin olarak görüşler iki kısma ayrılıyor. Bunlardan ilki, usulü öne çıkaran, meseleyi usul kurallarının öncelikleri doğrultusunda izah eden yaklaşım. Diğeri ise, maddi gerçeğin bulunması idealine odaklanan esasa ilişkin yaklaşım. Sizin deyiminizle, kadim ve soluksuz bir  mücadelenin bakış açısı ile yarattığı etki ve sonuçları irdeliyorsunuz. Bu açıdan bu iki bakış açısı neden bu kadar önemli? Hukukun belirliliği ilkesine göre sabit bir bakışın kabulü mümkün değil midir?

Uygar bir hukuk, sentezden beslenir. Yargı pratiğinin en büyük açmazı, esnekliği reddeden aşkın yorum ve içtihada haddinden fazla bağlılıktır. Bir metinden tek bir sonuç çıkarma inadı, kendisini çoğu kere hukuki belirlilikle peçelemektedir. Göreliliği reddeden kadim bu ısrarın yarattığı krizin, memleketi götürdüğü yer, hak ve özgürlük liginin düşme hattıdır.

Roboski Davası’nın kaderini, yerine göre esnemeyi reddeden yahut yerel görülebilirlik eşiğini aşılmaz kılan tutucu bu anlayış belirlemiştir. Usul kurallarının kültleştirilmesi, yaşam hakkına saygı gösterme yükümlülüğüne aykırılık iddiası gibi, vahim bir olayın mahkemelerce tartışılması talebinin, salt şekil kurallarına sadık kalmadığı için reddi sonucunu kaçınılmaz kılar. Roboski davasında yapılan tam da budur.

Oysa esnekliği öneren yorum, hukuki güvenliğin fobi ve kaygılarını hiçe saymamakta, aksine olayın bağlamından koparılmadan başvurunun hakkaniyete uygun yargılanma talebinin olabildiğince benimsenmesini salık vermektedir. Adil yargılanma hakkının, her şeyden özerk bir değeri vardır ve değerle temin edilmek istenen, ağır ihlal iddialarının, yoktan bahanelerle
yargılanmasını önlemektir.

İkisi arasında, yarattıkları sonuçlar açısından dağlar kadar fark vardır. İlkinde katı şekil şartları, ağır bir insan hakkı ihlal iddiasını sudan sebeplerle adliyeden tart ederken, diğeri esnek bir yorumla, bu davanın esastan görülmesi için adliye kapılarını sonuna kadar açık tutar.

Karşı oyun duruşma salonunun kapısının açık tutulması konusundaki çabası, önemli ve değerli olmakla birlikte gidişatı önlemede yetersiz kalmıştır.

Roboski Davası –Mehmet Encü ve Diğerleri Başvurusu, Hilmi Şeker, 160 syf., Kırık Saat Yayınları, 2020.

Bir de AİHM süreci var. AİHM iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle 17 Mayıs 2018’de yapılan başvuruyu reddetti. Mahkeme gerekçe olarak Anayasa Mahkemesi kararına paralel bir şekilde dava avukatlarının, eksik olduğu bildirilen belgeleri 15 günlük sürede değil, 17 günde göndermesini hata olarak kabul etti. Yaşanan bu süreçleri açıklarken -özellikle Anayasa Mahkemesi kararına istinaden- “Abartılı hukuki güvenlik anlayışının hazırladığı tuzağı, hukuki güvenliğe sığınarak aşmak, içteliği zehirleyen bir başka çelişkidir” diyorsunuz. Cümlenizi açmanızı isteyeceğim. İçteliği zehirleyen tam olarak nedir? 

Hukuki güvenlik, belirli bir usule tabi olarak yargılanmayı isteme hakkı ve belirlilik gibi, aynı genetik atadan gelen kurumlarla hedeflenen; kişinin, objektif bir riskle karşılaşmadan hukuki yazgısını belirlemesine imkan vermek, bireyin yarınını tasarlamasına olanak tanımaktır.

Hukuki güvenlik, eşitlik ilkesinin buluşudur ve eşitlik kendisini, önceden bilinen usul ve şekil şartlarıyla var eder. Burada eşitlik, bir yandan benzer olayların sonuç üzerinden farklılaşmasını önlemeye hizmet ederken, öte yandan olayın özgünlüğünden kaynaklanan taleplerin, farklılık ölçüsünde eşitsizlik talep etmesine izin verir.

Hukuki güvenliği arşa çıkaran bir yaklaşım, aşırı şekli yorumlarla, farklılıkların adalet talebini dışlayarak, eşitsizlik üzerinden bir birlik inşa eder. Ya da eşitliği sağladığı görüntüsü vererek, olayın özgünlüğünden kaynaklanan yatay eşitliğin istisnaya uğramasını önler. Böylelikle, olayları aynılaştıran bir çözümü, adalet diye servis eder.

Roboski Davası’nda; özgünlüğüne güvenerek adalet talep eden bir başvuru, konuya çözüm önerme yeteneği olmayan yahut konuyla alakasız emsallerin potasında eritilmiştir. Bu eşitlikle özdeşleşen, içtihatların, sıklıkla başvurduğu bir tuzaktır ve bu zoraki aynılaştırma AYM nin bu olaydaki adil yargılama söylemini samimi olmaktan çıkarmaktadır.

Anayasa Mahkemesi kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği karar da herkesi şaşırttı. Özellikle ihlal edilen hakkın özü konusunda önemli içtihatlarda bulunan, geniş bir yorum sahasında hak ve özgürlük alanı açan ve yaşayan hukuk prensibine göre kararlar veren bir mahkeme için verilen kararı muhafazakar ve haklara yönelik ölümcül bir darbe olarak okuyabilir miyiz? 

Burada davanın görülemezliği tetikleyen temsilci hataları ve meydana geldiği koşulların özenle değerlendirilmemesi ile ihlal arasındaki bağın koparılması, misyonuyla yollarını ayırdığına dair kuşkuları beslemektedir. AİHM, yerel şema içinde konuşlanmış bir denetleyici olmamakla birlikte, Sözleşme’nin korumaya aldığı haklara yönelen maniplasyon ve kusurlarla cepheden etkin olarak mücadele edeceğini defalarca açıklamıştır.

Roboski’ de Sözleşme defalarca, bir çok açıdan ağır bir saldırıya maruz kalmasına rağmen, özerk kavramlar doktrini gibi değerli ve etkili araçla, başvurunun kaderini belirleyen yorumlara müdahaleden, anlaşılmaz bir kararla imtina edilmesi, hukuk dışı yorumlara bekledikleri fırsatı bahşetmiştir. Spekülasyonun mayalanmasına ortam hazırlamak, Sözleşme’nin korumaya aldığı haklarla, almaşık bir Avrupa Kamu Düzeni inşa etmeyi taahhüt eden AİHM’nin işi olmamalıydı.

Dayanılan gerekçelerin zayıflığı, kararın toplumsal destek almasını önlemektedir.

Yine Anayasa Mahkemesi kararının bir diğer boyutu davanın avukatlık boyutu. Davada 31 avukatın ismi var ama sadece birine tebliğ yapılıyor. Dava avukatına yapılan tebligatla mahkemece avukattan belirtilen eksikliklerin 15 gün içinde tamamlanması isteniyor ancak verilen süre içerisinde eksiklikler tamamlanamıyor. Akabinde süre ile ilgili geç bildirilen bir mazeret var. Sonrasında ise sonuçları herkesçe malum. İhmallerden kaynaklı gelinen mahkeme sürecinden sonra bir takım tartışmalar olsa da bu konunun çok fazla tartışılmadığını ve bu konuda -avukatlar cephesinde- özeleştiri yapılmadığı kanaatindeyim. Roboski davası bağlamında bu avukatlık meselesine nereden ve nasıl dahil olmamız gerektiği hususunda görüşlerinizi merak ediyorum.

Avukatlara atfedilecek kusurları, üç temel başlık altında sınıflandırmak mümkündür. Bunlardan ilki; başvuruyu destekleyen materyallerin önceden belirlenen usullere göre ve zamanında sunulmamasıdır. Bu vekillerin yarattığı ilk krizdir. İkincisi, belirlenerek sınırlanan noksanlıkların, verilen ek süreden sonra tamamlanması, üçüncüsü süre aşımının sağlık sorunlarına dayandırılmasına rağmen, sağlık raporunun, vaktinde ve usulüne uygun olarak arz edilmemesidir.

Gecikmenin yarattığı risk, başvurucuya göre usulüne uygun, AYM’ ye göre hem usulsüz hem geç olarak sunulan sağlık raporuyla aşılmaya çalışılmaktadır. Mahkeme ile başvuru arasındaki tartışma ağırlıklı olarak burada yoğunlaşıp, derinleşmektedir.

Hukuki yardımın birden çok vekille verileceği açıklanmasına rağmen, davanın görülebilmesi için gerekli ihtiyaçların eksik karşılanması, dış ilişkilerin tek vekille sınırlandırılması, temsilin açıklanmaya muhtaç iç ilişki ve çelişkilerine delalet eder.

Buradan bakıldığında temsilin, sağlıklı bir dikey ilişki inşa edecek, başvurunun usuli eksikliklerden ötürü reddini önleyecek, yatay bir işbirliği ve dayanışma için, olağan bir çaba sarf ettiğini söylemek şimdilik mümkün görünmüyor.

‘HUKUK AYAĞINA GELEN BU FIRSATI KULLANMALIDIR’

Bu tartışmalar devam ederken dönemin Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı katıldığı bir televizyon programında “Uludere konusunun, uçak konusunun tekrar inceleneceğini düşünüyorum” sözlerinin ardından dava avukatları, Haziran 2019’da Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurdu. “Yeni delil varlığı” sebebiyle Roboski dosyasının yeniden açılmasını talep etti. Soruşturma dosyası yetkisizlik kararı ile Uludere Cumhuriyet Başsavcılığı’nda şu an. Bu süreci nasıl yorumluyorsunuz? Yargılama sürecinin geleceği ile ilgili bir öngörünüz var mı?

Başvurunun kapsamını değiştiren her yenilik, sözde yargılanmışı yargılanır hale getirecek veya davanın yeniden görülmesi için yeterli olacaktır. Sistem yeniden yargılamayı mümkün kılan acil çıkışlarına sahiptir. Güçlü bir iradenin, bu çıkışlardan yararlanarak, mağdurların davalaşma isteğine olumlu yanıt vermesi önünde nesnel bir engel yoktur.

34 kişinin yaşamına yönelen ve içine mağdurları alan hak ihlali iddiası, yargılansa da fail ve olay üzerindeki kuşku, tüm ağırlığıyla orta yerdedir. Açıklama nesnel yansızlık açısından riskler taşısa da, cezasızlığın direncini kırmak bakımından anlamlıdır. Hukuk, cezasızlığın örselediği güveni tazelemek için, öyle veya böyle ayağına gelen bu fırsatı kullanmalıdır.

Ancak, toplumsal taleplerin itkisiyle, bazı soruşturma dosyaları telekten indirilse de; gerçeklik talebinin, cezasızlığı alt eden bir hükümle sonlandırıldığına dair doyurucu bir tecrübeden söz edilemez. Çeyrek asırdır benzer sebeplerle adalet arayan Kulp Davaları’nın birinde sanıkların beraat etmesi, diğerinde ise çekinik bırakılan umudun bireysel başvuruyla yeşertilmesi, cezasızlığın yarattığı ikilemin boyutlarına delalet eder. Sürprizlerle, med-cezirlerin cirit attığı yerde, kahin olmak imkansızdır.

Ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı dönemlerle,  koşul ve durumlarla ilgili olarak, “Geçmişle yüzleşme / hesaplaşma” kavramı önemli. Bu anlamda geçmişle yüzleşme ya da hesaplaşma kavramlarından hangisinin tercih edilmesi gerektiğine dair tartışmalar güncelliğini koruyor. Siz ne dersiniz, geçmişle yüzleşme mi hesaplaşma mı?

Yüzleşmeyi kültürel veya onarıcı adaletin jargonu, hesaplaşmayı ise iktidar ilişkilerinden beslenen ceza adaletinin biçimlendirdiği bir kavram olarak değerlendiriyorum. Tercihim; demokratik ve çoğulcu, fail, sorumlu ve mağdurların katılımıyla sorunun kökten ve kesin çözümüne imkan verdiği, barışçı ve kapsayıcı olduğu için yüzleşmeden yanadır.

Burada uyuşmazlığı yaratanlar, ondan etkilenenlerle yüzleşerek, birlikte ve ortaklaşa bir çözüm üretirler. Yüzleşme ile vücuda gelen hakikat, bağlayıcılık ve saygınlık debisi yüksek bir hükümdür. Yüzleşme, öte yandan etik ilişkilerden adalet üreten bir metodolojiye de tekabül eder. Bu cezasızlıkla mücadelenin beklentileriyle uyumlu bir yaklaşım tarzıdır ve özellikle tekerrürü önlemek ve caydırıcılığı kurumsallaştırmak bakımından hayatidir.

Hesaplaşma; hakikati açığa çıkarmaktan ziyade, sorunu ceza ve desteği maddi giderimle derinleştirip, genişletmeye hizmet eder. Sinesinde mutasyona uğrama potansiyeli yüksek, düelloya yatkın ve pusu becerisi gelişmiş, adlileşmeye yazgılı ve toplumsal barışı tehdit eden ihtilaflar barındıran gayri demokratik bu yöntemden uzak durulmasını öneriyorum.

Kitabınızın sonunda, eleştiri ve empati arasında anlamlı, yapıcı ve yol açıcı bir bağ kurmuşsunuz, benzer asgari zemine ihtiyaç duyan çalışmalara teşvik olması açısından, bu söylemi biraz daha açar mısınız? Bu mesele üzerinden gelişecek diyalektiğin bellek ve yüzleşme açısından nasıl bir önemi var?

Eleştiri konumuz açısından aşkınlaşma ile mücadelenin geliştirdiği özellik ve aparat olarak anlaşılmalıdır. Çalışma karar mercilerinin vücuda gelen süreçlerdeki hatalarını belirleme ve kodlama teşhis ve tanınmasını temine özgülenen eleştirel bir başlangıç olarak konumlanmıştır. Empati, bir anlama çaba ve biçimidir ve eleştirinin start alması için nesnel bir misyon üstlenmektedir. İçeri ve dışarıda kapısını çaldığı her adli ve idari mekandan dışlanan Roboski Başvurusu’nun katlanan acılarından habersiz ve onu anlamakta güçlük çeken veya anlaşılmaz bulan bir araştırma ve inceleme hakikate katkı sunamaz.

Mağduriyetle duygudaşlık, cezasızlıkla etkin ve verimli mücadeleyi tahrik eden zorunlu ilk harekettir. Dolayısıyla empatinin; hiç değilse şimdiden başlayarak, nesnel yargıyı zehirleyen ya da üçüncü göz olmaklığı engelleyen amil olarak lanse edilmesinden vazgeçilmelidir. Yargıç ile yargılanan özne ve nesne arasındaki ilişkisizlik çarpık ve hatalı nesnellik tanımlarının eseridir. Eskimiş nesnel yansızlık tanımı cinayetleri failsiz bırakma alışkanlığının zulasında sakladığı ve gerektiğinde başvurduğu gizilgücü yüksek bir araçtır. Yurttaşın yaşatılan dram ve trajediyle göz göze gelmeden, onlarla hemhal olmadan böyle bir çalışmanın erekleriyle buluştuğundan söz edilemez.

Eleştirmek, bellek yapımının istifade edeceği değerli taşıyıcı; eleştiri ise belleği oluşturan paha biçilmez bir materyaldir. Çalışmamız Roboski davasının koyak ve kuytularında dolaşarak, bilhassa kavram ve terimlerin özerk anlamlarından uzaklaşılarak davanın niçin, nasıl ve kim tarafında hangi araç ve yöntemler izlenerek dışlandığını eleştirel bir yaklaşımla anlamaya ve betimlemeye çalışmıştır.

Çalışma cezasızlığın monologla aşılma güçlüğünü aklından çıkarmamıştır ve her fırsatta meseleye ilgi duyanları, meselenin etrafında toplanma ve tartışmaya davet ederek, son sözü diyalektiğe bırakmaktadır. Diyalog ve diyalektikten neşet son söz; aynı zamanda yüzleşmenin üzerinde yürüyeceği, ihtiyacı ölçüsünde yararlanacağı asgari ve de nesnel bir zemine de tekabül eder.

Hilmi Şeker Kimdir?

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1988’de mezun olduktan sonra, bir müddet avukatlık yaptı. Çalışma yaşamını yargıç olarak sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde ve günlük basında yayımlanmış hukuk-edebiyat konulu yazıları ve insanın olanaklarını geliştirmeye özgülenen Esbab-ı Mucibe’den Retoriğe Hukukta Gerekçe (2010), İlkeler Işığında Ön İnceleme Kurumu (2012) ve Medeni Hak ve Yükümlülüklere İlişkin Davalarda Süreç Adaleti (Usul Hukuku ve İstinaf Yorumu) (2018) adlı üç kitabı mevcuttur.

Yayınlanma tarihi

6 March 2020

Kategori Listesi

Etiket Listesi