Hasan Ocak’ın ailesi, takipsizlik kararına itiraz edecek. Ret yanıtı gelirse Anayasa Mahkemesi’ne ve belki de yeniden AİHM’ye başvuracaklar.
Cumartesi Anneleri’nin mücadelesinin başlamasına neden olan kayıplardan biri Hasan Ocak. İlkokul öğretmeniydi. 1995 yılının 21 Mart Salı günü, kahvaltısını yapıp Avcılar’daki evinden çıktı ve bir daha geri dönemedi. Ocak’ın işkenceden geçirilmiş cansız bedeni, 25 Mart 1995’te Beykoz’da ormanlık alanda bulundu. Her yerde oğlunu arayan aileye haber verilmedi. Aile, cenazesini 17 Mayıs 1995’te, Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’nda buldu. İşkenceyle öldürüldüğü Adli Tıp’ta belgelenen Ocak’ın dosyasında, şimdiye dek, ne o dönemin polis şefleri ne de Ergenekon davasındaki gizli tanık ifadeleriyle ortaya atılan iddialar sorgulanmadı. Takipsizlik kararıyla kapatılan dosyada, şüpheli olarak yalnızca iki polisin ifadesi var. Ocak ailesinin avukatı Gülseren Yoleri, takipsizlik kararını Cumhuriyet’e değerlendirdi.
– Savcı kararında, ‘çok sayıda tanık dinlendi’ diyor. Şüpheliler kısmında isimleri sıralanan Veli Küçük, Osman Yıldırım, Osman Gürbüz, Hanefi Avcı, Korkut Eken’in ifadesi neden alınmadı?
Eski savcılardan biri, emniyete yazı yazarak, özel bir ekiple soruşturmanın derinleştirilmesini, Veli Küçük, Osman Yıldırım, Osman Gürbüz, Hanefi Avcı, Korkut Eken’in ifadelerinin alınmasını istemişti. Bu yazının akıbetini öğrenmek için emniyete gittiğimde bir polis ‘Savcının alamadığı ifadeyi biz nasıl alalım? Bu isimlere “gel bize ifade ver” nasıl diyelim? Yazıyı işlem yapmadan iade edeceğiz’ dedi. Öyle de yaptılar. Yeniden savcılığa gittik. O savcı değişmişti. Gelen savcı, bu isimleri ifadeye çağırmadı. Ergenekon davasına bakan mahkemeden, bu isimlerin ifadelerinin soruşturma dosyasına gönderilmesini istemişti. Biz yine savcıyla görüşmeye gittik. ‘İzinde’ dediler. Bir süre sonra o savcı da değişti. Son gelen savcı acele dosyayı kapattı.
Dosyada şüpheli olabilecek, o tarihte emniyette görev yapan polislerden sadece Bayram Kartal ve Erdoğan Oğuz’un ifadesine başvuruldu. Onlar da Hasan’ın gözaltına alındığını ve tüm suçlamaları inkâr ettiler.
– Şimdiye dek kaç savcı değişti?
Sayısını tam bilemiyorum ama 21 yılda çok savcı değişti. Hiçbiri de ne başlangıçta ne de Ergenekon davasında ortaya çıkan bilgilerden sonra etkili bir soruşturma yürütmedi. Hiçbir savcı durum açık net ortada olmasına rağmen elini taşın altına sokmadı. Bütün savcılar gerçeği açıklamaktan, dava açmaktan kaçındı. Devletle karşı karşıya gelmek istemediler. Hukukçu kimlikleriyle değil korkularıyla hareket ettiler.
– Savcı, ‘AİHM’nin mahkûmiyet kararı, Ocak’ın gözaltında öldürüldüğünü belgelemez’ diyor. Bu tespit doğru mu?
Savcının anlatımı kafa karıştırıyor. İşin aslı; AİHM, devleti, sözleşmenin ‘yaşama hakkı’ başlıklı 2. maddesini ihlalden mahkûm etmişti. AİHM, Ocak’ın direkt olarak devlet güçleri tarafından öldürüldüğü kanıtlanamamış olsa da, yaşama hakkının korunmasında devletin pasif davranışlarını, ihmalleri ve tedbirsizliklerini de bu madde kapsamında değerlendiriyor. Devlet güçlerinin soruşturmada takındığı tutumu irdeleyerek bu sonuca gitmişti.
– Savcının, işkenceyle öldürme olayından hiç söz etmeden, ‘kasten öldürme’ suçundan söz etmesi ne kadar doğru?
İşkenceden söz edilmemesinin bir nedeni cezasızlık zırhını güçlendirmek. Savcı, ‘Hasan Ocak işkence ile öldürüldü’ derse devlet güçlerini işaret etmiş olacak. Çünkü, Hasan bulunduğunda kemer, ayakkabı bağı yok. Parmak izi alınmış. Akla direkt gözaltına alınmış, işkence edilmiş olduğu ve sorgu sırasında öldürülmüş olduğu gelecek. Diğer bir önemli nedeni, işkencenin insanlığa karşı suç olarak tanımlanması ve zaman aşımının bu suçlarda işlemeyeceği kuralı. Tüm bunlardan kurtulmanın en kestirme ve basit yolu olayı adli bir olay olarak tanımlamak. Olayın arkasındaki siyasi nedeni, devletle ilişkisini perdeleyecek bir suç tanımı yapmak. Bu da ‘kasten adam öldürmek’ oldu bu dosyada.
– Alınan tanık ifadeleri de takipsizlik kararında es geçilmiş. O ifadeler iddiaları güçlendirmiyor muydu?
Israrlarımız sonucu geçtiğimiz mart, nisan aylarında tanık ifadeleri alındı. Tanıklar, Hasan’ın gözaltına alındığını gören, 21 yıl önce aynı şeyleri söyleyen, Hasan kaybedildiğinde kendileri de gözaltında olan insanlardı. Bir önceki savcı almıştı tanık ifadelerini. Bu işlemleri yaparken bize çok kızgın olduğunu belli etti hep. Israrımızdan, işin peşini bırakmamamızdan rahatsızdı. Biz Veli Küçük’lerin ifadesinin alınmasında ısrar ettiğimizde ‘somut delil getirin, nerden belli bu suçla ilişkili oldukları, ilişkili olduklarını belgeleyin ben de çağırıp dinleyeyim’ minvalinde söylemlerde bulunmuştu. Daha ötesi, Hasan’a işkence edilirken ya da öldürülürken çekilmiş kamera kaydı olur ki; maalesef bu yok. Her şey ayan beyan ispatıyla ortada olsaydı savcı neyi soruşturacaktı?
– Savcı, takipsizlik kararında, ‘gözaltında gördük diyenler var ama bu konuda herhangi bir belirleme yapılamadı’ diyerek ne demek istiyor?
Savcı, her cümlesini ‘belirlenememiştir’ diye bitirmiş. Olay bu kadar ortadayken bu belirsizlik akla iki şey getiriyor: Ya isteyerek ya da başlarına bir şey gelir korkusu ile gerçekler açıkça gizlenmeye çalışılıyor, suçlular korunuyor. Ya da bu kadar delile rağmen 21 yıldır bir olayı çözmekten aciz bir emniyet teşkilatı ve savcılık makamı var ortada. Savcı olayı işkence sonucu ölüm olarak tanımlasaydı, gerçekler ortaya çıkarılana kadar soruşturma devam edebilecekti. Ancak bu bir hata değil. Maalesef, işkenceyi ve gözaltında kaybetmeyi mazur gören siyasi iradenin vesayetinde bir yargı var.