Gökçer Tahincioğlu | Yüzleşme
Hayatta kalabilenler canhıraş yardım istedi ama sadece silahlı bir helikopter geldi bölgeye. Helikopterden açılan ateşle, yaralılardan bazıları da hayatını kaybetti.
26 Mart 1994 günü, ülke tarihine siyah harflerle yazılması gereken bir gelişme yaşandı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve TSK ile birlikte bazı unsurların ‘terörü bitirmek adına’ sözünün üstüne söz söylenemediği o günlerde havalanan dört savaş uçağı Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin üzerinde bombalarını bıraktı.
Hayatta kalabilenler canhıraş yardım istedi ama sadece silahlı bir helikopter geldi bölgeye. Helikopterden açılan ateşle, yaralılardan bazıları da hayatını kaybetti.
Kalanlar, yardım gelmeyeceğini anlamıştı. Zaten yardım bir yana savcı, adli tıp uzmanı, ambulans bile gelmeyecekti köylere. Tarlalardaki, köy meydanındaki cenazeler bir araya getirildi. Köylüler, namaz bile kılmadan, kazma-kürekle, elleriyle kazdığı mezarlara yakınlarını defnedip, köyden apar topar ayrıldı. Bir daha geri dönemeyeceklerdi.
Ölen 38 kişiden 24’ü çocuktu. Sabah 10.30 sıralarında gerçekleşen bombalamalar sırasında köy meydanında oyun oynuyorlardı birçoğu. 7’si bebekti o çocuklardan. Erkekler erken saatlerde tarlalara gittiklerinden anneleri ve köyün yaşlılarıyla birlikte evlerinde can verdiler.
‘Düşen’ bomba
Medyaya konu birkaç gün sonra yansıdı. “Bomba düştü” başlığıyla yapılan birkaç küçük haberde, operasyon sırasında 12 kişinin öldüğü haberleri yapıldı. Ne savaş uçaklarının sivil köyleri bombaladığı bilgisi vardı haberlerde, ne ölenlerin sivil köylüler olduğu.
Herkes susuyordu.
DEP milletvekilleri, konuyu TBMM gündemine taşıyarak, köy muhtarının verdiği ifadeyi aktardı. Muhtar açık biçimde köyün uçaklar tarafından bombalandığını söylüyordu. Şırnak Başsavcılığı’na da suç duyurusunda bulunmuştu.
Gelen yanıtlar, bir ülkeyi yönetenlerin, köylerin savaş uçaklarıyla bombalanmasını nasıl karşıladığını da gösterecekti.
Değişen bir şey yok: Derin sessizlik
T24, geçtiğimiz günlerde, Anayasa Mahkemesi’nin, katliamdan tam 26 yıl sonra, savaş uçaklarının köyleri bombaladığını resmen kabul ettiğini, köylülerin yaşam haklarının ihlal edildiğini, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye maruz kaldıklarını karar altına aldığını kamuoyuna duyurdu.
Birçok haber sitesinin kaynak bile göstermeden kullandığı gelişme, kendisini ülkenin “büyük medyası” diye sunan gazete ve televizyonlara yansımadı. Tek bir haber bile yapılmadı. Kendisini “muhalif” olarak kodlayan gazete ve televizyonlar bile habere yer verme gereği duymadı.
Tıpkı Roboski’de 28 Aralık 2011’de savaş uçaklarıyla yapılan bombardıman sonucu 34 kişinin yaşamını yitirmesinden sonra saatler süren derin sessizlik gibi.
Sorumlular itinayla aklandı
Dönemin siyasilerinin konuyla ilgili ibretlik açıklamalarına geçmeden önce, geride kalan 26 yılda, katliamın sorumlularının nasıl itinayla aklandıklarını anımsamakta yarar var.
- Köy muhtarının suç duyurusuyla başlayan soruşturma sürecini inatla takip eden, yıllar sonra Diyarbakır’da, Dört Ayaklı Minare’nin altında vurularak öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, sorumluların açığa çıkartılması için insan üstü bir gayret gösterdi. Ancak karşısında kimseyi cezalandırma niyeti olmayan siyaset, yargı ve askeri kurumlar vardı.
- İlk soruşturmayı Şırnak Başsavcılığı yürüttü. 1994’ün Nisan ayında başlatılan o soruşturma sadece 10 günde tamamlandı. Savcılık, saldırının PKK tarafından düzenlendiği sonucuna vararak, terör soruşturması yürütülmesi için dosyayı Diyarbakır DGM Başsavcılığı’na gönderdi. Diyarbakır DGM Başsavcılığı, dosyayı bir süre elinde tutup, kamuoyu konuyu tartışmayı bıraktığında, bombalamanın PKK tarafından yapıldığını gösteren kanıt bulunmadığını belirterek dosyayı Diyarbakır Başsavcılığı’na iletti. Başsavcılık da bir süre dosyayı tutup yeniden DGM’ye gönderdi. Tahir Elçi, dosyanın peşindeydi. Israrları üzerine ilk kez 2 yıl sonra tanık ifadeleri alındı. Korkan tanıklardan bazıları uçak görmediğini söylüyor, bazıları ise uçakların üzerlerine bomba attığını anlatıyordu. İfadeler alındıktan sonra yeni işlem yapılmadı. 1997’den 2004’e kadar dosya uyutuldu.
- 2004’te, Tahir Elçi, yeni bir suç duyurusunda bulundu. Bu suç duyurusu sonunda, dosya yeniden açıldı. Diyarbakır Başsavcılığı, PKK tarafından olayın gerçekleştirildiğini gösteren kanıt olmadığı, iddiaların bombalama üzerinde yoğunlaştığını bildiren bir görevsizlik kararı daha verdi. Dosya artık askeri savcılığın görev alanındaydı. Dosya, Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı’na gönderildi.
- Askeri savcılık, Hava Kuvvetleri’nden, olay tarihinde, 10.00-12.00 arasında uçuş yapılıp yapılmadığını sordu. Gelen yanıtta, herhangi bir uçuş faaliyeti yapılmadığı bildirildi. Askeri Savcılık, bunun üzerine dosyayı 2006’da yeniden sivil savcılığa gönderdi.
- Elçi’ye, o dönem talep etmesine rağmen dosya verilmedi ve sadece görevsizlik kararının örneği iletildi. Sivil savcılık, yeniden kendisine gelen dosya kapsamında jandarmadan uçuş bilgilerini talep etti, ancak jandarma da kayıt olmadığı yanıtını verdi. Savcılık, daha sonra, ısrarla uçakların köyün üzerinde dolaşıp bomba attığını söyleyen tanıkların ifadelerini aldı. Tahir Elçi ise soruşturmaların sonuç vermediğini görerek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu.
- Dosya aynı dönemde yeniden Şırnak’a gönderildi. Şırnak İl Jandarma Komutanlığı da kayıtlarında o gün, o bölgede uçuş olduğunu gösteren bilgi bulunmadığını bildirdi. Ek ifadeler sonunda savcılık, “ister uçakla bombalanma iddiası olsun, ister terör örgütü yahut yabancı ülkeler tarafından gerçekleştirilen bir saldırı olsun, bu olayın sıradan bir olay olarak nitelendirilmesi mümkün değildir” diyerek dosyayı Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na iade etti.
- Diyarbakır DGM yerine kurulan Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı; Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı ve Malatya Erhaç 7. Ana Jet Üssü’ne bölgede o gün uçuş olup olmadığını yeniden sordu. Komutanlıklardan gelen yanıt aynıydı: Kayıtlarda uçuş görünmüyor.
- Tarihi yalan, yaklaşık 18 yıl sonra, savcılığın Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne yönelttiği soruyla açığa çıktı. 2012’de Genel Müdürlük, Elçi’nin talebi üzerine yöneltilen soruya, Şırnak üzerinde uçuş gerçekleştirilmediği yanıtını verdi. Ancak yanıt ekinde, Şırnak’ın batısı ve kuzeybatısında iki F-4 uçağının uçuş yaptığı, iki adet MK83 bomba taşıdıkları, 10.24’teki uçuşun 11’de hedefe varıldıktan sonra 11.20’de tamamlandığı, iki F16’nın da yine bomba yüklü olarak 11’de kalktığı, 11.20’de hedefe vardıktan sonra 12’de iniş yaptığı açıkça anlatılıyordu.
- Savcılık, bunun üzerine, Genelkurmay’dan bu uçuşlardan sorumlu personelin isimlerini istedi. Genelkurmay ise ısrarla bilgi olmadığını söylüyordu.
- Bunun üzerine, dönemin Jandarma Asayiş Komutanı olan ve emekliye ayrılan Hasan Kundakçı‘nın ifadesinin Ankara’da alınmasını istedi. Gelen yanıtta, faks mesaj formunda imzası bulunan üç askerin isimleri yer aldı. Bu kişiler de ifadeleri alındığında, bilgilerinin olmadığını söyledi.
AİHM’den gizlendi
- Aynı yıl, 2013’te, AİHM, yargı süreci devam etmesine rağmen dosyayı karara bağladı. Türkiye, 2 milyon 310 bin Euro tazminat ödemeye mahkûm edildi. AİHM, açık biçimde savaş uçaklarının köyleri bombaladığını, uçuş bilgilerinin Türkiye tarafından AİHM’den gizlendiğini, köylülere insan haysiyetiyle bağdaşmayacak muameleler yapıldığını, yaşam haklarının da ihlal edildiğini belirtti. Soruşturmanın yeniden açılması ve etkin biçimde yürütülmesi gerekiyordu. Hükümetten de bu yönde açıklamalar geldi. Ancak devletin pratikleri hangi dönem olursa olsun değişmiyordu.
- 2014’te dosya sorumluların asker olduğu gerekçesiyle Diyarbakır Askeri Savcılığı’na, oradan da Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderildi. Askeri Savcılık, 9 Nisan 2014’te, zamanaşımı gerekçesiyle dosyayı kapattı. Kararda, askeri uçakların olayla ilgisi olduğuna yönelik kanıt olmadığı iddiasını geçirmeyi de ihmal etmedi.
- Elçi, bunun üzerine Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Ancak bu başvurudan 1 yıl sonra vurularak öldürüldü. Avukat Neşet Giresun, ısrarla dosyayı takip etti ve 2020’de nihayet karar çıktı. Anayasa Mahkemesi, 26 yıl sonra, savaş uçaklarının köyleri bombaladığını kabul etti ve köylülere tazminat ödenmesine hükmetti. Mahkemeye göre, soruşturma kapandığı ve zamanaşımı süresi dolduğu için yapılacak başka bir şey kalmamıştı.
Çiller’in unutulmaz sözleri
Yaşananların sadece adli boyutunu görmek yanıltıcı… “Terörü bitiren başbakan” olabilmek adına akıl almaz yollara başvuran dönemin Başbakanı Tansu Çiller, gazeteci Yıldıray Oğur‘un da konuyla ilgili yazısında aktardığı biçimde, bölgeden gelen köy muhtarlarının, “Köylerimi asker yaktı, askeri helikopterler operasyona katıldı” sözlerine, “Her gördüğünüz helikopteri bizim helikopter sanmayın. Bu PKK’nın helikopteri de olabilir. Rus, Afgan, Ermeni helikopteri de olabilir. Çünkü bazen sınırı ihlal edip girebiliyorlar” yanıtını verdi.
Elbette, PKK da hükümet de asker de örgütün elinde helikopter olmadığını biliyordu.
Dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe de soru önergelerine şu yanıtı verdi:
“26 Mart 1994 günü Şırnak, Merkez, Koçağılı Köyü kuzeyindeki Stoker Tepe ile Kuşkonar Köyünün kuzeyindeki kayalıklarda 1 000 civarında teröristin toplandığı, Şırnak İl Merkezi ile bölgede bulunan Askerî Birliklere eylem hazırlığı içinde bulundukları duyumunun alınmasını müteakip teröristlerin bulunduğu Stoker Tepe ile Kuşkonar Köyünün kuzeyindeki kayalıklara hava harekâtı düzenlenmiştir. 2. Hava harekâtı sonucunda teröristlerin telsiz konuşmalarından 150 civarında ölülerinin olduğu anlaşılmıştır. Teröristlere verdirilen bu zayiat sonucu; Güvenlik Birimlerine terörist gruplarla ilgili bilgilerin Koçağılı ve Kuşkonar köylüleri tarafından verildiği değerlendirilerek aynı gün teröristler tarafından anılan köylere 82 mm.’lik Havan, Roket ve uzun namlulu silahlarla saldırı düzenlenmiş ve bu saldırı sonucunda Koçağılı Köyünden (13) kişi ölmüş, (13) kişi yaralanmıştır. Kuşkonar Köyünden ise Resmî Makamlara, saldırı hakkında bugüne kadar herhangi bir müracaat olmamıştır. Arz ederim.”
Menteşe’ye göre 150 PKK’lı öldürülmüştü ve PKK intikam için uzun namlulu silahlarla köyü taramıştı. Ancak, bombalar, konunun bu şekilde kapatılamayacağı kadar büyüktü. Emniyet yetkilileri de aynı dönemde, köylülere avukatların, “Bombalandık derseniz tazminat kazanırsınız” dediğini iddia eden tutanakları savcılıklara gönderiyordu. Olayın örtbas edilmesi için muazzam bir çaba vardı.
1993’te, “Elimizde PKK’ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var” açıklamasını yapan, bu açıklamalardan sonra o Kürt işadamlarının devlet bağlantılı çeteler tarafından birer birer öldürülmesine karşı sessiz kalan Çiller döneminin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş‘in açıklaması da vahimdi:
“Uçaklardaki kayışların gevşemesi nedeniyle bombalar yanlışlıkla ’38 köylünün’ üzerine düşmüş!”
Aynı günlerde, olayı kamuoyu gündemine taşımaya çalışan DEP’li milletvekilleri ise sahte telefon kayıtları gerekçe gösterilerek, TBMM’de gözaltına alındı. DEP milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Selim Sadak ve Sedat Yurtdaş 1994’ün Mart ayında tutuklandı.
Savaş uçaklarının bilançosu
Savaş uçaklarının sivil köylüleri bombalaması ile ilgili dosya tazminatlar ödenerek kapatıldı. Dosyanın avukatı Tahir Elçi, 2015’te öldürüldü.
Dosya henüz AİHM’de bile karara bağlanmamışken, 2011’de Roboski’de savaş uçakları yine sivilleri vurdu ve 34 kişi yaşamını yitirdi. Bu konudaki başvuruları Anayasa Mahkemesi, usul yönünden reddetti.
Genelkurmay Askeri Savcılığı ise “kaçınılmaz hata” diyerek, takipsizlikle dosyayı kapattı.
Ne 1994’te, ne 2011’de savaş uçaklarının kendi yurttaşlarını bombalaması ile ilgili ilgili olarak tek bir sorumlu yargılanmadı, hâkim önüne çıkartılmadı. “Olur böyle şeyler” hukuku ile sorumlular gizlendi, yaşamlarına “kahraman” olarak devam etmelerine olanak tanındı. Hayatta kalan köylüler ise bitmek bilmeyen bir trajediye mahkûm edildi. Ülke ise zaten sessizliğe uzun yıllar önce mahkûm edilmişti.