SİBEL HÜRTAŞ
Yeniden yargılama tartışmaları Ergenekon davasını yeniden gündeme getirdi. Dava süresince yaşanan hak ihlalleri, basılmamış bir kitap nedeniyle Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanması, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden burs alan öğrencilerin araştırılması gibi sınır aşan uygulamaların bir an önce telafi edilmesi gerekmektedir. Ancak diğer yandan Ergenekon davasının tüm aktörleri hakkında yok yere iddianameler hazırlanmış gibi bir algının oluşması da 2000’li yıllarda karşı karşıya kaldığımız anti-Hıristiyan kampanyayı anımsadığımızda rahatsız edici bir manzara çıkarıyor ortaya.
Ergenekon davası başta Hıristiyan karşıtı kampanya olmak üzere toplum vicdanını yaralayan hiçbir konuyu merkeze almadığı için bu algının oluşması oldukça kolay oldu. Bu nedenle çabuk unutuldu. Ama yine de azınlıklara bu gökyüzünü dar eden kampanyayı anımsamak yeniden yargılanması tartışılan bu yapının anlaşılmasına katkı sunabilir.
MGK Toplantısı Süreci Başlattı
Hıristiyan karşıtı kampanyayı ateşleyen süreç MGK’nın misyonerliği tehdit olarak gündemine aldığı 24 Nisan 2001 tarihinde başladı. Bu toplantıdan sonra misyonerlik MGK toplantılarının değişmez gündem maddelerinin birisi olurken, sivil toplum örgütleri de birdenbire misyonerliği gündemine aldı. Örneğin Ankara Ticaret Odası, önce misyonerlik ardından Patrikhane ile ilgili hazırladığı iki raporla Hıristiyanları kamuoyu gözünde adeta şeytanlaştırdı.
Hıristiyanlara Davalar
Aynı süreçte Hıristiyanlara yönelik sistematik davalar açıldı. Ankara’daki Protestan Vakfı kapatılırken Kurtuluş Kiliseleri Derneği’ne dava açıldı. İzmir/Karataş Protestan Kilisesi Derneği pastörü Zekai Tanyar gibi çok sayıda din adamına keyfi nedenlerle idari para cezaları kesildi. Ancak en acı olanı çok sayıda misyoner gözaltına alınıp tutuklandı. Kutsal kitaplarına da suç eşyası denilerek el konuldu.
Misyonerler hakkında bu süreçte açılan davalar daha dikkatle incelendiğinde bu davaları başlatan suç duyurularının bir çoğunun Büyük Hukukçular Derneği isimli bir dernek tarafından yapıldığı öğrenildi. Bu dernek daha sonra Orhan Pamuk hakkında “Bu topraklarda 30 bir Kürt, 1 milyon Ermeni öldürüldü” sözleri üzerine dava açılmasına neden olan dernekti. Dernek üyeleri Pamuk hakkındaki dava duruşmalarında düzenlediği eylemlerle adeta bir linç havası yarattı. “Misyoner çocukları” yazılı pankartların altına Hrant Dink’ten Murat Belge’ye kadar çok sayıda aydının ismi yazılarak hedef gösterildi. Anımsayacaksınız aydınların yüzlerine tükürülmesi gibi çirkin hareketler işte bu eylemler sırasında yaşandı.
Büyük Hukukçular Birliği’nin bu eylemlerine çok sayıda dernek de katıldı. Onlardan biri de Mersin’de silah ve Kuran üzerine Türklük yeminleri ettirilen Kuvayi Milliye Derneği idi. Ergenekon davasının eklerinde bu derneğe üye iki kişinin daha sonra Orhan Pamuk’a suikast hazırlığında olduğuna ilişkin telefon konuşmalarının yer aldığı belgeler ortaya çıktı.
Başka dernekler de bu eylemlerde sık sık karşımıza çıkıyordu. Uluslararası Noel Baba Barış Konseyi, Kuvvacılar Derneği, Ulusal Birlik Hareketi Platformu, Özel Güvenlik Sektörü İş Adamları Derneği, Ayasofya Derneği ve Büyük Güç Birliği gibi dernekler bunlardan sadece birkaçı. Kısa bir araştırma bu derneklerin birçoğunun aynı adreste olduğunu, tüzüklerinin de aynı kişi tarafından kaleme alındığını ortaya koyuyordu. Dahası yöneticileri de aynıydı: Sevgi Erenerol, Ergun Poyraz, Muammer Karabulut ve Oktay Yıldırım…
2005 yılından bu yana yoğunluk kazanan ve ete kemiğe bürünen azınlık karşıtı eylem ve protestoların hepsinde de işte bu derneklerin imzaları vardı. 2005 yılında Fener Rum Patrikhanesi önünde ardıardına düzenlenen eylemler, Galatasaray Meydanı’nda Pontus Soykırımı Anıtı’nı, Fransız Konsolosluğu önünde “Sözde Ermeni Soykırımı Yasa Tasarısını” protesto edenler yine bu isimlerdi. Ermenistan Katolkosu 2. Karakin’in aracının yumurta yağmuruna tutulması, Çağlayan’da “Papa’yı istemiyoruz eylemi”… Böyle yazınca ifade özgürlüğü açısından anlaşılabilir gibi görünen eylemlerin hemen hepsi azınlıklara karşı öfke ve kin kusan, onları şeytanlaştıran eylemlerdi.
Daha sonradan bir uzman çavuş olduğu ortaya çıkan ve Zirve Davası kapsamında verdiği ifadede TUSHAD adına çalıştığını söyleyen İlker Çınar’ın televizyon ekranlarından eksilmediği bu süreçte Hıristiyanları şeytanlaştıran kitaplar da düğmeye basılmış gibi bir anda piyasaya çıkmıştı. Onlardan biri bu derneklerin yöneticilerinden Ergun Poyraz’ın “Misyonerler Arasında 6 Ay” isimli kitabıydı. Misyonerlerin kamuyou nezdinde “şeytanlaştırılması” için mümtaz bir role sahip olan bu kitap Hristiyanlardan “sapık” olarak söz ederek nefret söyleminin en çarpıcı örneklerinden birisini ortaya koyuyordu. Ergenekon iddianamesinde Poyraz’a yazdığı kitaplar için Jandarma bütçesinden ödeme yapıldığı iddia edildi.
Bu kampanya sırasında ismi en fazla ön plana çıkanlardan biri de Türk Ortodoks Patrikhanesi Sözcüsü Sevgi Erenerol’du. Ergenekon iddianamesinde, yukarıda bahsi geçen derneklerin buluşma noktasının da Patrikhane olduğu öne sürüldü.
Hrant Dink’e Dava
2000’li yıllar işte böylesi büyük ve kapsamlı bir Hıristiyan karşıtı kampanyaya sahne olmuştu. Eylemler, düzenleyiciler ve katılımcıların aynı olması bu kampanyanın nasıl da tek bir merkezden idare edildiğinin göstergesiydi. Kampanyanın nasıl da adım adım işlediğini anlayabilmek için belki sadece Dink davasını anlatmak bile yeterli olacaktır.
Büyük Hukukçular Derneği, Orhan Pamuk’a dava açtığı gibi AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink hakkında da yazdığı bir yazı nedeniyle suç duyurusunda bulunmuş ve Dink hakkında Türk Ceza Yasası’nın Türklüğe hakaret suçlamasını düzenleyen 301. Maddesinden dava açılmıştı. Davanın tüm duruşmaları yukarıda anlattığımız derneklerin düzenlediği eylemlerin gölgesinde gerçekleşti. Eyleme katılanlar duruşmaları adeta bir linç gösterisine dönüştürüp Dink’i insanların gözünde hedef haline getirdi. Bu eylemleri ifade özgürlüğü içinde değerlendirenlere Dink’i ölüme götüren sürecin duruşmalardaki linç kampanyası ile başladığını anımsatmak gerekir.
Nitekim bu kampanyanın sürekli katılımcılarından biri olan Veli Küçük, Dink hakkındaki 301 davasının duruşmasına katıldığında büyük bir tedirginliğe neden olmuştu. Küçük, duruşma için her ne kadar “Sadece 4 dakika kaldım” dese de Orhan Dink, Küçük’ün duruşmaya girmesinin ardından yaşadıkları tedirginliği, şöyle anlatacaktı.
“Ağabeyim, ‘Küçük mahkemeye geldi huzurumuz kalmadı’ dedi. İşin artık tehlikeli boyuta vardığını söyledi. Küçük’ün ne demek olduğunu da biliriz, Kerinçsiz grubunun da. Ağabeyim ‘Adres gösteriliyorum’ diyordu. En ciddiye aldığı grup da Küçük’ün grubuydu. Küçük’ten doğrudan tehdit gelmiş değil. Bu kişilerin bu tür hatalar yapacağını düşünmek mümkün değil. Küçük’ten sonra kurşun gelebilirdi ve geldi…” [1]
Ancak tüm bu manzaraya rağmen Ergenekon davası azınlık karşıtı kampanyayı sorgulamayı hiçbir zaman iş edinmedi ve büyük bir şansı kaybetti. [2]
[2] Yazıdaki bilgiler Ergenekon davasının 1. İddianamesinden derlenmiştir.