28 Kasım 2015’te Tahir Elçi Sur’da vurularak yaşamını yitirdi. O günden 15 Temmuz’a üç kez, “Elçi’yi bilerek vurduk” diyen, “itirafçı” ifadesi yansımış haberlere, bunca kumpastan sonra hâlâ bu ifadelere inanan varsa. Kendi halkına tankla topla ateş açan “askerleri” izledik, canlı yayında. Şimdi bombalı saldırılarda ölenlere tanıklık ediyoruz. Tahir Elçi, bunun için vardı dünyada.
Güneydoğu’daki il ve ilçe merkezlerine yönelik operasyonlar sürerken Nusaybin’den garip haberler geliyordu.
Valinin operasyonlara engel olduğu, cemaatçi olabileceği vs.
Ve hemen ardından Nusaybin’de yetkinin bütünüyle askere verildiği haberleri yapıldı.
Dönemin Mardin Valisi Ömer Faruk Koçak ise 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilk kez bütün bu iddialara yanıt verdi.
Koçak’ın Akşam gazetesindeki sözleri gösteriyor ki soruların Nusaybin’le sınırlı tutulmaması, bütün bir döneme yayılması gerekiyor.
Şöyle diyor Koçak:
“1.5 ay çalışılıp operasyon planı hazırlandı. Tam operasyona başlayacakken bir baktık plan değişmiş. Benim adıma kullanacakları tüm silahların yazılı olduğu bir ‘operasyon talimatı’ hazırlayıp imzalamam için önüme koydular. Reddettim. Dertleri sivil alanlara saldırmaktı. Ardından da bu talimatı gösterip suçu bize atmaktı. Bana baştan ‘evleri yıkın’ talimatı verdirmeye çalıştılar. Bir şekilde infial yaratmak istediler.”
O infial sadece Kürtlerde değil onlarca olayda Türklerde de yaratılmak istendi.
Ve 15 Temmuz’dan sonra, 15 Temmuz’dan hemen önce, “dokunulmaz” kılınan komutanlardan 2.Ordu Komutanı Orgeneral Adem Huduti, 7. Kolordu Komutanı Korgeneral İbrahim Yılmaz ve Tugay Komutanı Salih Kırhan, darbe girişimine katıldıkları iddiasıyla tutuklandı.
Tutukluluk suçluluğu göstermez elbette de Haziran 2015’ten bu yana olup bitenlerle ilgili çokça soru sorma hakkını verir herhalde.
Zira bu isimler sadece Nusaybin’deki operasyonlarda değil, bölgedeki bütün operasyonlarda varlardı.
Ve Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, tam da o operasyonların en büyük ayağında, Sur’daki operasyonu ve çatışmaları sonlandırmak için açıklama yaptığı sırada aramızdan ayrıldı.
Öldürülmesine ilişkin soruşturma “umutsuzca” sürüyor.
15 Temmuz’dan sonra ise sadece Diyarbakır’da 41 hâkim ve savcı, 27 askeri personel, 39 emniyet görevlisi tutuklandı. Bir o kadarı açıkta.
Şimdi o gözle başlayalım soruşturmayı okumaya.
***
28 Kasım 2015’te Tahir Elçi Sur’da vurularak yaşamını yitirdi.
O günden 15 Temmuz’a üç kez, “Elçi’yi bilerek vurduk” diyen, “itirafçı” ifadesi yansımış haberlere, bunca kumpastan sonra hâlâ bu ifadelere inanan varsa.
Onlarca dilekçe verilmiş, onlarca soru yöneltilmiş Diyarbakır Barosu avukatlarınca.
Yanıt yok.
***
Ama bir bilirkişi raporu var dosyada.
Elçi öldürüldükten tam 110 gün sonra, 17 Mart 2016’da, hâlâ olay yerinde bir şey kalmış gibi yapılan keşfin ardından hazırlanan.
Ve rapor, o keşiften sadece 2 gün sonranın tarihi taşıyor.
“Ölümüne neden olan atışın, hangi silahtan, hangi açıyla, kişinin hangi vücut pozisyonuyla gerçekleştiğinin tıbben ve fiziken bilinemeyeceği” yazıyor 19 Mart 2016 tarihli raporda.
Aile ve avukatlar itiraz etmiş 26 Mayıs 2016’da:
“Başsavcılığınızca 17/18 Mart 2016 tarihlerinde yapılan keşif kapsamında hazırlanan rapor, Elçi’nin vurulma anındaki vücut ve baş pozisyonuna göre açısal bir değerlendirmeden ibarettir. Rapor, bilirkişinin uzmanlık sınırlarını aşmak suretiyle vermiş olduğu sübjektif kanaatten ibarettir.”
Dilekçede iki temel itiraz nedeni var:
Nasıl oldu da 1-2 günlük sürede, “adli dosyada kayıtlı bilgiler, tıbbi belgeler, otopsi bulguları, olay anında çekilmiş fotoğraflar ve video görüntüleri” olay yeri inceleme bulgularıyla birlikte değerlendirilerek bu sonuca ulaşıldı? Bulguların her biri ayrı uzmanlık gerektirirken, uzmanlar için bile çok ciddi zaman ve altyapı gerekirken nasıl bu rapor bu hızla tamamlandı?
Tıbbi belge, otopsi raporu, görüntü kayıtları ve olay yeri inceleme bulgularının birçoğu başsavcılık tarafından Adli Tıp Kurumu’na incelenmek üzere gönderilmiş ve aylardır geri gelmemişken, dosyaya girmeyen bu kanıtlar nasıl oldu da incelenebildi?
Peki, dilekçeye yanıt var mı?
Geçen üç aya rağmen yok.
***
Rapor bu tespitle sınırlı değil.
Raporda, olası kurşun gelişleri konusunda, “lazerle” yapılan inceleme sonucunda ulaşılmış bazı tespitler de var.
Avukatlar da farklı bölgelerdeki atış istikametindeki kişilerin uygun atış pozisyonuna sahip olduğu yönündeki tespitlere katılıyor.
Bu tespitlere rağmen bu atış pozisyonunda olan ve isimleri bilinen polislerin neden “şüpheli” sıfatıyla ifade vermediklerini soruyor.
Kaçan militanların arkasından hiç ateş etmediğini, Elçi’yi olay yerinde hiç görmediğini söyleyen, ancak görüntülerde koşarak 8-9 el ateş ettiği, Elçi’nin yanından geçtiği görülen polisin ifadesinin “şüpheli” sıfatıyla neden alınmadığını da.
Bu kişinin ifadesinin olaydan 2 hafta sonra neden tanık sıfatıyla alındığını, olay tutanağını neden imzalamadığını, çelişkilerin neden kendisine sorulmadığını da.
Onlarca soru var dilekçelerde.
Yanıt yok, gelişme yok.
Görüntülerdeki eksiklerle ilgili sorular yanıtsız.
“En önemli görüntü” olduğu söylenen 250 MB’lık görüntü dosyası uzmanlar tarafından bile açılamadı.
Bunun da yanıtı yok.
***
Kendi halkına tankla topla ateş açan “askerleri” izledik, canlı yayında.
Şimdi bombalı saldırılarda ölenlere tanıklık ediyoruz.
Tahir Elçi, bunun için vardı dünyada.
İnsanlar vurulmasın, polis babasıyla birlikte yaşamını yitiren 5 yaşındaki Hüseyin Utku Gülbahar bombaların hedefi olmasın diye.
Annesi toprağa koyduğu kocasını bile unutup, 5 yaşındaki oğlunun korkacağını düşünerek feryat etmesin diye vardı.
Kentler yok edilmesin, “infial” çıkarmak için birileri habersiz insanları, onları savunanları hedef almasın diye vardı.
Geriye, yaralı, dört yanı vurulmuş Dört Ayaklı Minare kaldı.
Ve Elçi’ye ait kırık bir saat, faili meçhul bırakılmaya aday bir dosya, çok can acıtan hikâyeler.