TAHİR ELÇİ*
Son birkaç yılda çoğu toplu öldürme/katliam suçlarına ilişkin açılmış toplam 12 davanın neredeyse tümü “güvenlik” gerekçesiyle Türkiye’nin batı illerine nakledildi.
“Adalet bir kutup yıldızı gibidir, geri kalan her şey onun etrafında döner” sözüyle toplumsal yaşamda adaletin önemi veciz şekilde ifade edilir. Toplumların birlikte ve barış içinde yaşamasının temel dayanaklarından biri adalettir. Bu nedenle barış ve adalet kavramları hep bir arada dile getirildi, “adalet olmadan barış olmaz” denilerek sosyal barışı sağlamaya çalışan bizim gibi toplumlarda adaletin önemine dikkat çekilmeye çalışıldı. Türkiye ’de öteden beri insan haklarının ağır ihlallerinden sorumlu devlet görevlilerinin soruşturulamaması veya yargılanamaması nedeniyle adalet sorunu süregeliyor. Neredeyse Cumhuriyet tarihi boyunca, “devlet adına” suç işleyen kamu görevlileri suç ve cezadan muaf kaldı, bu suçların mağdurlarının adalet mücadelesi de hep sonuçsuz oldu.
Zamanaşımı
Çoğu 1990’lı yıllarda ve Kürtlere karşı işlenen gözaltında kayıp, faili meçhul cinayet gibi suçların üzerinden 20 yıl geçmiş /geçiyor, dosyalar peşpeşe zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle kapatılıyor, böylece mağdurların göremeyeceği adalet ebediyete intikal ediyor. 2005 öncesi işlenen suçlar bakımından, eski Türk Ceza Kanunu (TCK) hükümlerine göre, bir veya birden çok adam öldürme suçlarında sanıklar hakkında 20 yıl içinde yakalama, tutuklama, sorguya çekme, dava açma gibi zamanaşımını kesen bir işlem yapılmadığında, dava zamanaşımına uğruyor. Bu suçların niteliği ve evrensel hukuka göre zamanaşımına uğramaması gerektiği, daha geniş bir yazının konusu olmakla birlikte, halihazırda zamanaşımından binlerce soruşturma takipsizlikle kapanırken, yakın geçmişte devlet görevlilerinin sorumlu olduğu binlerce ağır suçtan ancak birkaçı dava konusu olabildi. Daha çok mağdurların çabasıyla açılan sınırlı sayıda dava ise “dava nakli” yoluyla suçun işlendiği yerlerden uzak merkezlere naklediliyor, sanıklar korunup kollanırken mağdurlar daha da fazla mağdur ediliyor.
Davalar da naklediliyor
Son birkaç yılda çoğu toplu öldürme/katliam suçlarına ilişkin açılmış toplam 12 davanın neredeyse tümü “güvenlik” gerekçesiyle Türkiye’nin batı illerine nakledildi. 1993’te Mardin’de 13 sivil insanın jandarma görevlileri tarafından keyfi ve kısa yoldan infazına ilişkin muvazzaf Jandarma Generali Musa Çitil ve diğerleri hakkında açılan dava Mardin’den Çorum’a nakledildi. 1993’te Muş ili Altınova ilçesinde aynı aileden dokuz kişinin evlerinde yakılarak öldürülmesi ile ilgili çok sayıda jandarma görevlisinin yargılandığı dava Muş’tan Kırıkkale’ye nakledildi. 1993’te Silopi ilçesi Görümlü beldesinde ikisi Hıristiyan-Keldani baba-oğul ve biri köy imamı olmak üzere altı köylünün gözaltında kaybedilmesiyle ilgili, aralarında emekli General Mete Sayar’ın da bulunduğu dava Şırnak’tan Ankara ’ya nakledildi. 1993’te Diyarbakır Lice’de aralarında General Bahtiyar Aydın’ın da bulunduğu 16 insanın öldürülmesi ve Lice’nin büyük ölçüde yakılması ve yıkılmasına ilişkin Diyarbakır Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nde (ÖYM) açılan dava, önce yanlışlıkla ÖYM’nin bulunmadığı Eskişehir’e, ardından İzmir’e nakledildi. 1993’te Diyarbakır Kulp ilçesinde 11 köylünün gözaltında kaybedilmesi ile ilgili aralarında emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk’ün de bulunduğu sanıkların yargılanmasına ilişkin dava Ankara’ya nakledildi. Van ili Çaldıran ilçesinde çok sayıda PKK militanının sağ yakalandıktan sonra keyfi ve kısa yoldan infazına ilişkin dava, Van’dan Ankara’ya nakledildi. Hakkâri ilinde Nezir Tekçi adlı köylünün öldürülmesi ile ilgili dava ise Eskişehir’e nakledilmişti. Yine Diyarbakır, Mardin, Batman ve Şırnak illerinde onlarca kişinin öldürülmesiyle ilgili JİTEM Ana Davası, sadece Cizre ilçesinde ve iki yıl içinde 20 insanın ölümüne ilişkin Jandarma Albay Cemal Temizöz ve Diğerleri Davası ile Kürt aydın-yazar Musa Anter’in öldürülmesi ile ilgili davanın akıbeti ise şimdilik belirsiz. Öte yandan 1990’lı yıllarda Ankara ve İstanbul ’da öldürülen Kürt işadamları Necip Baskın, Savaş Buldan ve Adnan Yıldırım ile ilgili açılan davanın yargılaması sanıkların tümü tutuksuz olarak Ankara’da devam ediyor.
Dava nakli istismar
Davaların naklinde, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, adaletin selameti ve mağdurların korunması gibi yargılamanın temel amaçları bir yana bırakılıp, sanıkların konforu gözetilerek yargılamalar adeta sanıkların ayağına götürülüyor. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 19/2 maddesi, yargılamanın suçun işlendiği yerde yapılması kamu güvenliği için tehlike oluşturuyorsa dava naklinin Adalet Bakanlığı’nca Yargıtay’dan isteneceğini düzenliyor. Halbuki uygulamada, henüz yargılama başlamadan, kamu güvenliği ve sanıklara yönelik bir tehlike işareti ortaya çıkmadan, sanıkların talebi üzerine Adalet Bakanlığı, Yargıtay’dan nakil talebinde bulunuyor, dava nakli sanıkların “keyfine” bağlı olarak Bakanlık ve Yargıtay tarafından bir inceleme ve değerlendirme yapılmadan yerine getiriliyor. En son Şırnak ACM’de açılan davada, mahkemenin bir talebi olmadan, dava savcısının aksi görüşüne ve tutuksuz yargılanan sanıkların savunmaları Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden alınmasına karar verilmiş olmasına rağmen, dava Şırnak’tan Ankara’ya nakledildi. Diğer bir ifadeyle Şırnak’a gelmeyecek sanıkların “Şırnak’taki güvenliği” gerekçesiyle dava nakledildi. Lice’de biri general 16 kişinin ölümüne ilişkin Diyarbakır 7. ÖYM’de görülen dava, yine sanıkların talebi üzerine ama savcının “davanın nakline gerek yok” biçimindeki görüşüne rağmen, dava ÖYM’nin bulunmadığı Eskişehir’e nakledilmişti. Yargıtay’ın nakil talebiyle önüne gelen dosyada mahkemenin adına ve suçun türüne bile bakmadan nakil kararı verdiği anlaşılmıştı.
Adalet Umudu da Bitiyor
Nakil kararı ile davaya bakan mahkemede sanıkların lehine bir önyargı oluşuyor; yargıçlar sanıkların mağdur, mağdurların ise adeta sanık olduğu algısıyla davaya yaklaşıyor. Bir tür “sürgün dava” gibi kabul edilen nakledilmiş dava, suçun işlendiği yerdeki maddi ve sosyal iklimden uzak, yargıcın suçun işlendiği yeri görme fırsatının bulunmadığı, şikayetçi ve tanıkların mahkeme ile yüzyüze gelemediği, bir an önce sanıkların aklanmaya çalışıldığı bir yargılamaya dönüşüyor. Nitekim bugüne kadar nakledilmiş bu tür davalarda bir mahkumiyet kararı görülmedi. Mardin’den Eskişehir’e nakledilen baba-oğul Ahmet ve Uğur Kaymaz’ın davası gibi, öldürülen bir üniversite öğrencisi olan Şerzan Kurt’un da aynı yere nakledilen davasının beraatla sonuçlanan akıbeti hâlâ hatırlarda. Kürt meselesinin çözümü sürecinde, toplumsal iyileşme ve barışın sağlanması bakımından adaletsizliğin oluşturduğu yaraların sarılması öncellikli konulardan biri olmalıyken, zamanaşımı ve dava nakilleriyle mağdurların adalete ve barışa olan umutları öldürücü bir darbe alıyor.
* Diyarbakır Barosu Başkanı