Av. Tugay BEK
Ali El Hemdan’ın vurulması sürecini takip eden Av. Tugay Bek, gelişmeleri Evrensel’e yazdı.
On sekiz yaşındaki Ali El Hemdan isimli gencin öldürülmesi üzere Adana Barosu, İHD, ÇHD’yi temsil eden meslektaşarımızla bir inceleme heyet oluşturduk. Olay yerinde inceleme yaptıktan sonra Ali El Hemdan’ın ailesine ziyarette bulunduk. Kalabalık taziye evinin içinde omzunda bolca yıldız olan bir eminiyet amiri de bizi karşılayanlar arasındaydı. Amir, bizim kim olduğumuzu ve ne maksatla geldiğimizi sorup notlarını aldı. Taziye evinin önünde onlarca polis bekliyordu. İçişleri Bakanı’nın bizzat aileyi aramasından olsa gerek, taziye yerinde emniyet, en üst düzeyde temsil ediliyordu. Ali’nin babası oğlunun 18 yaşına yeni girdiğini, tekstlilde çalıştığını, arkadaşları ile gezmeye giderken polislerin durdurduğunu, para cezası kesecekler korkusu ile olay yerinden uzaklaşmak istediği sırada 3 metreden göğsünden vurulduğunu aktardı.
Olay yerine gittiğimizde ise peşimizden çok sayıda polis otosu geldi. Bir gün önce kimlik kontrolünden kaçtığı gerekçesi ile Ali El Hemdan’ın vurulduğu yerde, bu defa olayı incelemek isteyen avukatlara kimlik ve GBT sorgusu yapıldı. Polis, bu olayın üzerine gidilmesi ve olayın araştırılmasından rahatsız olduğunu gizleme gereği duymuyordu.
Olay yerinde görüştüğümüz Hasan isimli genç Ali’nin arkadaşı olduğunu, olay günü üç kişi gezmeye çıktıklarını, polislerin kendilerini durdurup kimlik kontrolü yaptığını, Ali’nin bu esnada sokak arasına girdiğini, peşinden giden bir polisin ise onu vurduğunu aktardı. Gençlerin polisler tarafından durdurulduğu yer ile Ali’nin vurulduğu yer arasında 150 metre kadar bir mesafe vardı. Polisin, Ali’yi öldürmeden önce uzun bir süre kovaladığı iddiası doğru olamazdı.
Heyetteki meslektaşlarımızla birlikte son olarak Cumhuyet Savcısı ile de görüşüp, soruşturma dosyasını inceledik. Cinayeti işleyen polis memuru Fatih Karaca ifadesinde; Ali’nin arama noktasından kaçtığını, belinden silahını çekip mermiyi namluya sürdüğünü, sıkıntılı şahısların oturduğu bir sokak olduğu için, silahının emniyetinin açık olduğunu, dur ihtarında bulunduğunu, oruçlu olmasının da etkisi ile sendeyip düştüğünde silahının ateş aldığını söylüyor. Fatih Karaca, Ali’nin peşinden gitmeden önce silahının namlusuna mermi sürüp, eminiyetini açmakla daha en baştan öldürme niyetinde olduğunu anlıyoruz. Fatih Karaca, silah kullanmaktaki bu aceleci davranışını gerekçelendirmek ve savunmasını güçlendirmek için olay yerinden “sıkıntılı şahısların oturduğu” şeklinde bahsetmiş olmakla bu semte oturanlara karşı bir ön yargısının olduğunu da ifade etmiş oluyor.
Olayın görgü tanığı olan mahalle sakini bir kadın vermiş olduğu ifadesinde “Polisin dur diye bağırması üzerine çocuk da durup yüzünü polise döndü. Polis de çocuğu göğsünden tek atışla vurdu. Polisin düşmesi gibi bir olay olmadı” diyerek cinayet zanlısı polis memurunu yalanlıyor.
Dosya içinde bulunan Ölü Muayene Raporunda da, “sol göğüs üste bir adet mermi girişi” tespitine yer veriliyor. Bu rapor Ali’nin ayağından ve kasığından vurulduğu haberlerinin gerçeği yansıtmadığını ortaya koyuyor.
Sosyal medyada yayınlanan görüntülerde, sedye üzerinde ambulansa yerleştirilmeden önce sağlık görevlilerinin kalp masajı yaptığı Ali’nin daha olay yerinde öldüğü anlaşılıyor. Ali’nin yaralı olarak kaldırıldığı hastanede öldüğü haberleri de delillerle uyumlu değil.
Ali’nin vurulma anı görüntülerin sosyal medyada bir infiale neden olmasıyla polis memuru Fatih Karaca tutuklandı. Sulh Ceza Hakiminin, polis memurunu, kasten insan öldürme suçundan tutuklamış olmasına rağmen, Valilik silahsız, karşı bir saldırıda bulunmayan ve direnç göstemeyen, 18 yaşındaki bir gencin yakın mesafenden, kalbinden tek atışla öldürülmüş olmasını kaza olarak değerlendirmekteki ısrarını sürdürüyor.
İktidar yanlısı medya Ali’nin öldürülmesini , “Kaçarken vuruldu”, “Havaya yapılan uyarı ateşiyle yanlışlıkla vuruldu”, “Ayağından, kasığından vuruldu” başlıkları ile duyurdu. Medyanın ağırlıklı bir bölümü, emniyetin gayri resmi bir şekilde verdiği bilgileri, sormadan, araştırmadan haberlerleştirerek kamuoyunu yanıltı. “Teşkilat”tan servis edilenlerle yetinmek gibi bir alışkanlığı olan medya, polis memurunun işlediği cinayeti mazur gösteren yalan haberler yapmaktan çekinmedi.
Son üç yıl içinde ülkemizde 91’i çocuk olmak üzere 385 insanımız polis tarafından “havaya açılan uyarı ateşi” sonucunda öldürüldü. Bu polislerin büyük çoğunluğu “ayağının kaydığı, yere düşerken de silahının ateş almış olduğu” savunmasını yaptı. Ne yazık ki mahkemelerin büyük çoğunluğu da klişe polis savunmasını yemiş gibi davrandı. Polis teşkilatı ve etkisi altındaki medya suç işleyen memuru savundu. Meslektaş dayanışması ile memurun karıştığı suçlar örtbas edildi. Cinayet işleyen polislerin büyük çoğunluğu ya cezasız kaldı, ya da az bir ceza ile bu işten sıyrıldı.
Türkiye’nin büyük kentlerinden birinde öğle saatinde, insanların gözün önünde işlenen bir cinayetten sonra medya yalan haber yapmaktan; yöneticiler gerçeği ters yüz etmekten, suç işleyen memuru savunmaktan geri durmuyor.
Adana’da işlenen bu cinayette, gerçek ile medya kuruluşları ve iktidarın yansıttıkları arasındaki farkı gördükten sonra, Cizre, Diyarbakır, İdlib ve Trablus’ta yaşananlara ilişkin anlatılan hikayelere gönül rahatlığı ile inanabilir miyiz?
“Ne yazıyorlarsa, ne söyleniyorsa aynen doğrudur” diyebilir miyiz?
Ali El Hemdan’ı bir polis memuru öldürdü. Medya ve iktidar ise gerçeği.