Temizöz ve Diğerleri Davası‘nın konu aldığı olayların cereyan ettiği Şırnak, aynı zamanda Hafıza Merkezi’nin kayıp yakınları ile yaptığı görüşmelerin de merkezindeki şehir. Hakikaten de, 1990’lı yıllara ilişkin toplumsal hafızadaki yeri ve bir ölüm ve yıkım mekanı olarak maruz kaldığı şiddet ile Şırnak bu dönemin anlaşılması için ayrı bir parantezi hak etmektedir.Şırnak üzerine mekansal bir not aynı zamanda Temizöz Davası kapsamında tanıklıklarını aktardığımız zorla kaybetme ve yargısız infaz olaylarına dair bağlamı anlamak için de son derece faydalı olacaktır. Tam da bu sebeple, Hafıza Merkezi’nin Konuluşulmayan Gerçek: Zorla Kaybetmeler raporunun Şırnak üzerine olan ‘Mekan Üzerine Birkaç Not’ başlıklı bölümünden aktarıyoruz:
İMZALA: Cemal Temizöz Suçsuz ise #21İnsanıKimÖldürdü?
Konuşulmayan Gerçek: Zorla Kaybetmeler, Mekan Üzerine Birkaç Not
Şırnak’ın her bir ilçesi 1990’lı yılların politik ikliminin belirlediği ve şekillendirdiği ilçeler. 1989 yılında ortaya çıkan, Yeşilyurt köylülerine dışkı yedirme olayı; 1992 Newroz’unda Cizre’de halkın üzerine ateş açılarak resmi kaynaklara göre 57, Cizre’de görüştüğümüz kişilere göre ise yüzlerce kişinin öldürülmesi; 19 Ağustos 1992’de “PKK Şırnak’ı bastı” iddiasıyla kentin haftalarca abluka altına alınarak kapatılması; 15 Ocak 1996’da Güçlükonak Katliamı’nda 11 köy korucusunun öldürülmüş ve yakılmış bedeninin bulunması; 25 Ocak 2001’de yeni açılmış olan Halkın Demokrasi Partisi Silopi İlçe Başkanlığı’nın biri başkan biri ilçe yöneticisi olan iki yöneticisinin, Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz’in zorla kaybedilmesi, 80’lerin sonundan 2000’lerin başına kadar kentin hafızasına kazınmış deneyimleri oluşturuyor. Şırnak 1990’lı yıllar boyunca zorla kaybetmelerle, sokak ortasında insanların infaz edilmesiyle, helikopterden atılan insan bedenleriyle, akşamüstü saat dörtten sonra çıkılmayan sokaklarıyla, içine alınan insanların akıbetinin ne olduğu bilinmeyen beyaz Renault Toros’larıyla anılıyor. Bu dönemin ruhunu belki de en iyi, uzun yıllar Şırnak’ta Tuğgeneral rütbesiyle görev yapmış ve özellikle Silopi kayıp yakınlarının anlatımlarında ismi çok geçen Mete Sayar’ın 1992 yılında kendisini ziyaret eden bir gazeteci grubuna Şırnak’a ilişkin söylediği şu sözler karakterize ediyor: “Ben burada güzel bir tablo yapmaya .alışıyorum. Bu tabloya küçük bir leke yapmaya kalkarlarsa o tabloyu Şırnaklıların başına geçiririm. Nitekim geçirdim de…”
Şırnak ve ilçelerinde görev yapan askerler, Cem Ersever, Veli Küçük, Arif Doğan, Levent Ersöz, Mete Sayar ve Cemal Temizöz gibi isimlerin de içinde olduğu ilginç bir liste oluşturuyor. Neredeyse tamamı belirli suçlardan hüküm giymiş Şırnak korucularının en bilinenleriyse Kamil Atak, Bahattin Aktuğ ve Hazım Babat. Askerler ve korucularla birlikte çalışmış olan itirafçıların en bilinenleri de Bedran kod isimli Adem Yakın, Ferit kod isimli Fırat Altın (Abdülhakim Güven), ve Tayfun kod isimli Hıdır Altuğ. Cemal Temizöz, Kamil Atak, Kukel Atak, Temer Atak, Adem Yakın, Hıdır Altuğ ve Fırat Altın aynı zamanda Temizöz ve Diğerleri dosyasının sanıkları. Bu isimlerin büyük bölümü görüştüğümüz bütün kayıp yakınlarının anlatımlarında tek tek geçti; kayıp yakınları askerlerin, korucuların ve itirafçıların aralarındaki iş bölümünü ve ortaya koydukları politikaları ayrıntılarıyla anlattı.
Kaybedilme rakamlarına Şırnak özelinde göz atmak gerekirse, elimizdeki kesin olmayan verilere göre Şırnak ili ve ilçelerinde 12 Eylül 1980’den bugüne kadar toplam 211 kişi zorla kaybedilmiş; Cizre 79 kişiyle en çok zorla kaybetmenin olduğu ilçe, Silopi ise 69 kişiyle ikinci sırada. Güçlükonak’ta 22 kişi, Şırnak merkez ve köylerinde 21 kişi, İdil’de 11 kişi, Beytüşşebap’ta 3 kişi, Uludere’de ise 6 kişi kaybedilmiş. Kaybedilenler çok büyük oranda 1993-1997 yılları arasında kaybedilmiş ama kaybetmeler 2001’de dahi devam ediyor. Keza Şırnak’ta, sınırlı sayıda da olsa, 1993 öncesinde de zorla kaybetmeler olduğunu görüyoruz.
Ancak eklemek gerekir ki Şırnak sadece zorla kaybetmelerin görüldüğü bir yer değil. Arka plan bölümünde sözünü ettiğimiz 1990’ların başında yürürlüğe sokulan ‘alan hakimiyetini kurmak’ konsepti çerçevesinde görülen diğer iki sistematik hak ihlali de Şırnak’ta karşımıza çıkıyor: Zorla göç ettirme ile yasadışı ve keyfi infazlar. Kayıp yakınlarının anlatımlarına göre, Şırnak’ın neredeyse tüm k.yleri, 1990’lı yılların başında korucu olmaya zorlanıyor ve olmayı kabul etmeyenler boşaltılarak yakılıyor. Zorla göç ettirme pratiği sadece Şırnak’ın köyleriyle sınırlı değil. Cizre merkezde bulunan Cudi mahallesinde yaşayan, bir görüşmeye göre 7 bin aile bir başka görüşmeye göre ise bin aile, 1992 yılının başında zorla göç ettiriliyor. Bu ailelerin, görüşmecilerin deyişiyle ‘yurtsever aileler’ olduğu, Cudi mahallesinin de Cizre’nin ‘en yurtsever mahallesi’ olarak anlatıldığı düşünülünce, göç ettirilenlerin Kürt siyasetine yakınlığıyla bilinen kişiler olduğu anlaşılıyor. Cudi mahallesindeki bu zorla göçten sonra gidenlerin evlerine geçici köy korucuları yerleştiriliyor. Keza havan toplarıyla par.alanan evler, askerlerin silah atışları sonucu hayatını kaybeden siviller ve sokak ortasında ‘kimliği belirsiz kişilerce’ infaz edilen kişilerin hikayeleri Şırnak tarihinin bir parçası. Dolayısıyla Şırnaklılar sadece zorla
İddianamede Temizöz suç çetesi
14.07.2009 tarihli Temizöz ve Diğerleri dosyasının 2009/972 No’lu iddianamesi, Kamil Atak’ın kardeşi Mehmet Nuri Binzet ve geçici köy koruculuğu yapmış bir kişiyle, Sokak Lambası ve Tükenmez Kalem ismi verilen iki gizli tanığın ifadelerine dayanarak yazıldı.
Bu tanıkların anlattıkları hem birbiriyle tutarlı bir bütün oluşturuyor hem de cinayetlere ve suçlara ilişkin izler tanıkların anlattıklarını bütünüyle doğruluyor. Buna göre kaybedilen veya infaz edilenler arasından bedeni bulunanların üzerinden hiçbir zaman kimlik belgesi çıkmıyor çünkü gizli tanıkların ve Binzet’in ifadesine göre, failler aldıkları kişilere önce en az birkaç gün işkence yaparak onları konuşturmaya, bölgede kimlerin PKK güçlerini desteklediğini öğrenmek amacıyla isim verdirmeye ve yer göstermeye zorluyorlar; sorgulama ve işkence zaman zaman Kamil Atak’ın ve Kukel Atak’ın evlerinin altındaki sığınakta yapılıyor; kimlikleri alınan kişi veya kişiler infaz edildikten sonra kimlikler Cemal Temizöz’e teslim ediliyor; itirafçılar ve kimi askerlerden oluşan ve ‘sorgu ekibi’ olarak adlandırılan ekip jandarma komutanlığında kullanılan silahları değil, kalaşnikofları kullanıyor; infaz ettikleri kişileri ya çok üstünkörü bir şekilde taşların altına koyuyor ya da infaz ettikleri yerde olduğu gibi bırakıyorlar; infazlarda Hizbullah köyü olan ve Kürtçe adı Basîsk, Türkçe adı Kuştepe olan köy özellikle tercih ediliyor ve köydeki Hizbullahçılarla işbirliği içinde çalışılıyor. İddianameye göre ‘sorgu ekibi’ Yavuz isimli uzman çavuş, itirafçılar Bedran kod isimli Adem Yakın ve Tayfun kod isimli Hıdır Altuğ, Selim Hoca ve Tuna kod adlı iki askeri personelden oluşuyor. Geçici köy korucuları olan Kukel Atak ve Temer Atak da hem sorgulama sürecinde hem de infazlarda bu ekibe katılıyor. Cemal Temizöz ve Kamil Atak ise ekibin başı rolündeler, özellikle Cemal Temizöz talimatları veren ve her infazdan sonra nüfus cüzdanlarının teslim edildiği otorite konumunda. İddianameye göre:
“(…) Yukarda anlatılan eylemlerde; maktullerin gözaltına alınmaları, alan kişilerin aynı kişiler olması, beyaz renkli Renault marka bir araç ile alınmaları, kalaşnikof tüfeği ya da tabanca ile öldürülmeleri, benzer yerlerde öldürülmeleri, öldürüldükten sonra birçoğunun özensiz 8-10 cm toprak altına üzerine taş koyulmak suretiyle gömülmeleri, üzerlerinden kimlik belgelerinin çıkmaması gibi verilerin benzerlik arz ettikleri,
Yukarda anlatılan öldürme eylemlerinden birçoğunun adli evraklarının eylemden kısa bir süre sonra görevsizlik kararı ile Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine rağmen, gizli tanık beyanları ile birebir uyumlu olduğu. Yer, zaman, kişi, olay şekli, olayda kullanılan silah ve sonuçları itibariyle eylem içerisinde olmayan bir kişinin bu bilgileri bilmesinin mümkün olmadığı, bundan dolayı gizli tanıklar SOKAK LAMBASI ve TÜKENMEZ KALEM ile tanık Mehmet Nuri BİNZET’in beyanlarının doğruluk arz ettiğinin değerlendirildiği,
Talimatımız üzerine, 1990-2000 yılları arasında Cizre ilçesinde meydana gelen faili meçhul olaylara ilişkin Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlettirilen tabloya göre; 1993-1994-1995 yıllarında toplam 48 adet faili meçhul adam öldürme dosyasının varlığından bahsedilip, 1996-1997 yıllarında ise toplam faili meçhul adam öldürme dosya sayısının 7 olduğunun dikkat çekici olduğu,
Böylece tüm değerlendirmeler ışığında şüpheli Cemal TEMİZÖZ’ün liderliğinde 1993 yılından itibaren Cizre ilçesinde suç işleyen bir teşekkül meydana getirdiği, bu teşekkülün mensuplarının şüpheli Cemal TEMİZÖZ’ün talimatı ile kasten öldürme de dahil olmak üzere birçok suç işledikleri, bu teşekkülün amaçladıkları suçların işlenmesi sırasında terörle mücadele edilmesi amacıyla devlet tarafından kendilerine sağlanan her türlü imkanı da kullandıklarının mevcut delillerden anlaşıldığı, (…)”.
Sorgu ekibi: Korucular ve itirafçılar
‘Sorgu ekibi’nde korucular ve itirafçılar çok özel bir rol oynuyor: Ölüm mekanizmasının ‘yerelleşmesi’ ve yerel ilişkilerin, toplumsal dokunun ve bunun bilgisinin kontrgerilla faaliyetlerine aktarılması esasen korucular ve itirafçılar üzerinden yürüyor.
İtirafçılar daha çok PKK ile ilişkili konularda rol alıyor: Örgütün ilişkileri nasıl kurulur, kimler nasıl roller oynar, PKK milisleri kent bölgesinde nasıl tanınır, kır ve kent arasındaki ilişkiler nasıl ve kimler aracılığıyla yürür gibi soruların cevaplarını, kendi örgütsel deneyimlerini de kullanarak, itirafçılar veriyor ve bu alanın bilgisini üretiyor. Korucular ise daha çok aşiretler arası ilişkiler, bu ilişkilerin kontrgerilla faaliyetlerinde ne şekilde mobilize edileceği, hangi aile ile nasıl
ilişkiler kurularak yakınlaşılacağı, aileler ve aşiretler arasındaki husumetlerin nasıl düşük yoğunluklu savaş stratejilerinin bir parçası haline getirileceğinin bilgisini üretiyor.
Tabii ki çok daha yüzeysel katmanda ayrıca kimin ‘PKK ile içli dışlı’ olduğunun, kimin ‘örgütü desteklediğinin’ ve kimin ‘devletin yanında’ olduğunun da tasnifini yapıyorlar. Ancak ‘ölüm mekanizmasının yerelleşmesi’ bundan çok daha fazlasını içeriyor: Mekanın, mekanda kurulu olan siyasal ve toplumsal ilişkilerin, mekanın demografik yapısının ve bunun siyasi sonuçlarının, aileler ve aşiretler arası ilişkilerin ve husumetlerin bilgisinin ‘sorgu ekibi’ne katılması aynı zamanda sorgu ekibinin imha pratiklerinin ve belki bizzat kendisinin yerelleşmesi, mekana gömülmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla ‘sorgu ekibi’ sadece mekanın bilgisini edinmiyor, aynı zamanda kendi pratiklerini mekana gömüyor, kendisini mekanın içkin bir parçası haline getiriyor.
Hem basındaki itirafçı ifadeleri, hem de Temizöz ve Diğerleri dosyasındaki tanıkların ve gizli tanıkların ifadeleri kaybedilenlerin yakınlarıyla yaptığımız görüşmelerde onların anlattıklarıyla birebir örtüşüyor. 1990’lı yıllar boyunca, özellikle OHAL sisteminin yapısının ve ‘düşük yoğunluklu savaş’ stratejisine uygun olarak oluşturulmuş kontrgerilla yapılanmasının sağladığı imkanlardan yararlanarak Şırnak, bir ölüm ve yıkım mekanına dönüştürülüyor. Dünyanın, özellikle de iç savaş veya etnik çatışma yaşayan diğer ülkelerinde de gördüğümüz bu dönüşüm, mekanın sistematik bir şekilde ölümle, şiddetle, işkenceyle ve yok etmeyle özdeş bir hale dönüştürülme çabasıyla mümkün oluyor.
Bir mekanı ölüm ve yıkım mekanına dönüştürmek için sadece fiziksel şiddet yeterli değil, fiziksel şiddet işin olmazsa olmaz başlangıç noktası. Ancak, Endonezya devletinin Doğu Timor’daki nüfusa karşı izlediği baş eğdirme politikalarını incelerken söylendiği gibi mekanın ölüm ve yıkım mekanına dönüştürülmesi bundan çok daha fazlasını içeriyor. Buna göre ilk taktik muazzam geniş bir işkence repertuarıyla birlikte insan öldürmek ve fiziksel şiddetin kendisi. İkinci taktik devletin karşı karşıya geldiği gücün tüm pratiklerini, sembollerini, dilini ve örgütlenme biçimlerini bir bütün olarak hedef alan sembolik şiddet. Özellikle sorgulamalarda kullanılan dil ve çatışma bölgelerinde yürütülen askeri kampanyaların üslubu buna örnek olarak verilebilir. Üçüncüsü ise ‘düşmanın şeytanlaştırılması’ diyebileceğimiz süreç; yani, çatışmanın diğer tarafının sürekli ‘şeytani’ birtakım kötücül pratiklere referans vererek söylemsel olarak yeniden kurulması ve devletin farklı aktörlerinin kendi hukuk-dışı pratiklerini bu şeytanlaştırmaya dayanarak meşrulaştırmaları. Son taktik ise zorla göç ettirme gibi pratiklerle çatışmaya konu olan bölgenin nüfusunu sürekli olarak denetleme ve dönüştürme çabası.