Berza Şimşek
Cumartesi Anneleri’nin 700’üncü eyleminde gözaltına alınan 46 kişiye, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçundan 6 aydan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Davanın ilk duruşması bugün, İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Savcı Fatih Dönmez’in hazırladığı iddianamede sanıklara, “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmama” suçu yöneltiliyor.
O gün eyleme katılmak üzere alanda bulunan milletvekillerinin dosyaları ise dokunulmazlıkları olduğu gerekçesiyle ayrıldı.
Bugünkü duruşmada Maside Ocak, Ali Ocak, Faruk Eren, Deniz Koç, Cüneyt Yılmaz, Murat Koptaş, Adil Can Ocak ve Ali Yiğit Karaca’nın savunması alındı.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Avukat Öztürk Türkdoğan, söz alarak derhal beraat kararı verilmesi gerektiğini söyledi. Hakim bu talebi reddetti ve dava 12 Temmuz’a ertelendi.
İnsan Hakları Deneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, BBC Türkçe‘ye yaptığı açıklamada davayı, “Cumartesi Anneleri’nin 700’üncü buluşması 25 Ağustos 2018’de oldu. O tarihten 2,5 yıl sonra dava açıldı. Dolayısıyla bu, davanın hukuki olmaktan çok siyasi kaygıyla açıldığını belirtiyor bize” sözleriyle değerlendirdi.
Yoleri, son dönemde özellikle insan hakları açısından daha olumsuz gelişmelerin yaşandığını ve bu davanın da bunun bir parçası olduğunu söylüyor:
“İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi, İHD Eş Başkanı Öztürk Türkdoğan’ın gözaltına alınması. Bunların hepsi iktidarın politik tutumunun teyidini göstermek bakımından önemli olan gelişmeler. Bu da gösterge davalardan bir tanesi.”
Ne Olmuştu?
Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995’ten beri Cumartesi günleri İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak için oturma eylemi düzenliyor ve basın açıklaması yapıyor.
25 Ağustos 2018’deki 700. eylemde bir araya gelenlere Beyoğlu Kaymakamlığı’nın toplanmalarını yasakladığı bildirilmişti.
Cumartesi Anneleri ile onlara destek vermek için gelenler, eylemlerini sürdürmekte kararlı olduklarını belirtince, polis plastik mermi ve biber gazıyla müdahale etmişti.
47 kişi de darp edilerek gözaltına alınmıştı.
1995’te kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı ve İHD Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon üyesi Besna Tosun (Koç), gözaltı sırasında yaşananları BBC Türkçe’ye şöyle anlattı:
“Aracın içinde saatlerce ters kelepçeyle bekletildik, küfürlere, hakaretlere maruz kaldık, fenalaşan arkadaşlarımız oldu. Komisyon üyesi bir arkadaşımız fenalaştı, tansiyonu çıktığını düşündük ama gözaltından çıktıktan sonra yoğun bakıma kaldırıldı. Aslında kalp krizi geçirmiş.”
BBC Türkçe’nin gördüğü, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın hazırladığı darp raporunda, Tosun’un gözaltı sonucu fiziksel ve ruhsal travma yaşadığı ve oluş biçimi dikkate alındığında bunun “işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele” olarak değerlendirilebileceği kaydediliyor.
Takip eden haftalarda İHD’de buluşup Galatasaray Meydanı’na gitmeye çalıştıklarını anlatan Tosun, “Her hafta önümüz polis tarafından kapatıldı ve gidişimiz engellendi. 15 hafta boyunca dar bir sokak arasında polis tarafından darp edildik. Biz darp raporları ve olay anının görüntüleriyle birlikte suç duyurusunda bulunduk. Bunlara takipsizlik kararı verildi ama gözaltına alınanlara dava açıldı” diyor.
Bakan Soylu: Anneliğin terör örgütünce istismar edilmesine göz mü yumsaydık?
Müdahaleden iki gün sonra, Cumartesi Anneleri’nin kaybedilen yakınlarının “yasa dışı örgüt üyesi” olduklarını söyleyen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, eylemlerin yasaklanma nedenini şöyle açıklamıştı:
“Yapılmak istenen çok açık. Annelik kavramı üzerinden bir mağduriyet oluşturup, hem teröre bir mağduriyet maskesi giydirmeye çalışıyorlar, hem de toplumu ayrıştırmaya çalışıyorlar.
“İzin vermedik, doğrudur, çünkü artık bu istismarın, bu kandırmacanın son bulmasını istedik. Anneliğin terör örgütünce istismar edilmesine, teröre kılıf yapılmasına göz mü yumsaydık?”
Besna Tosun, Süleyman Soylu’nun bu açıklamasına, önceki haftalarda polisin güvenliği sağlama gerekçesiyle eylem alanını bariyerlerle kapattığını ve arama yaptıktan sonra girişe izin verdiğini hatırlatarak yanıt veriyor:
“Teröristtik madem 699 hafta boyunca neden güvenliğimizi aldınız, ne değişti? Birden terörist olduk. Aynı İçişleri Bakanlığı’nın polisleri, ‘Biz sizin güvenliğinizi sağlamak için buradayız’ dediler yıllarca. 699. haftadan sonra aynı polisler bizi İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla darp ettiler.”
Erdoğan 2011’de Cumartesi Anneleri ile görüşmüştü
2011 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumartesi Anneleri ile Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde görüştüğünü de hatırlatan Tosun, “Madem terörist anneleriydik neden aynı hükümetin başbakanı bizi davet etti ve Cumartesi Anneleri ile bir araya geldi? Bu görüşmede, ‘Sizin sorununuz kabinenin sorunudur. Ben bu sorunu çözeceğim’ şeklinde söz verdi?” diye soruyor.
Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun da davetliler arasındaydı ancak Diyarbakır-İstanbul uçağı rötar yapında görüşmeye geç kaldı, geç kalınca alınmadı.
Görüşmeye katılan dönemin İHD İstanbul Şube Başkanı Abdulbaki Boğa, Erdoğan’a bir komisyon kurularak bu olayların araştırılması ve mezarların kazılması talebini ilettiklerini belirtmişti.
Cemil Kırbayır raporu: ‘Devlet ilk defa kabul etti’
Görüşmenin ardından Erdoğan’ın talimatıyla, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nda “gözaltında iken kayboldukları iddia edilen kişilerin akıbetinin araştırılması” amacıyla bir alt komisyon kuruldu.
Komisyonun “Berfo Ana” olarak bilinen, eylemlerin simge isimlerinden Berfo Kırbayır’ın oğlu Cemil Kırbayır ile ilgili hazırladığı 350 sayfalık raporun sonuç bölümünde şu ifadeler yer aldı:
“Komisyonumuz; Cemil Kırbayır’ın gözaltında iken işkence gördüğüne, bu işkence sonucunda hayatını kaybettiğine ve cesedinin ölümüne sebebiyet veren sorgulamaları yapan kamu görevlilerince ortadan kaldırıldığına inanmaktadır.”
Tosun bu raporun öneminden bahsederken, “Devlet ilk defa birinin gözaltında işkenceyle katledilip kaybedildiğini kabul etmiş oldu” diyor.
İHD’nin aktardığına göre Komisyon raporun ardından, 1980’de gözaltında kaybedilen Kırbayır’ın sorgulamasını yapan Emniyet, MİT ve Sıkıyönetim Komutanlığı’nın o dönemdeki görevlileri ile dönemin sıkıyönetim komutanı hakkında, Kars Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.
Bunun üzerine Kars Cumhuriyet Başsavcılığı, yeni bir soruşturma başlattı.
Soruşturma sırasında, daha önce takipsizlik kararı verildiği ve aileye tebliğ edilmeden dosyanın kapatıldığı anlaşıldı.
2014 yılında ailenin başvurusu üzerine mahkeme takipsizlik kararını kaldırıldı.
Ancak Kars Cumhuriyet Başsavcılığı 2019’da, takipsizlik kararını kaldıran kararın iptal edilmesi istemiyle başvuru yaptı.
Dosya şu an, Adalet Bakanlığı’nın “kanun yararına bozma” talebiyle yaptığı başvuru nedeniyle Yargıtay’da inceleme aşamasında. Yargıtay’ın bu yönde bir karar vermesi halinde dosyanın zaman aşımından kapatılması söz konusu.
1980 darbesinden beri yüzlerce kişi kaybedildi
Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası ve 90’lı yıllarda TSK ile PKK arasındaki çatışmalar sırasında kayıplar arttı.
“Bunun Kürtlere yönelik sistematik bir kaybetme politikası olduğunu” düşünen Besna Tosun, babasının neden kaybedilmiş olabileceğine ilişkin sorumuzu şöyle yanıtlıyor:
“1990’da her gün köyümüze baskın yapılırdı ve koruculuk dayatılıyordu. Ya silahlanıp korucu olacaksınız ya da köyü terk edeceksiniz. Benim babam buna karşı aylarca, yıllarca savaştı. Buna direndiği için de gözaltına alındı, haftalarca işkence gördü, daha sonra da tutuklandı. 3,5 yıl cezaevinde kaldı ve çıktığında da mücadelesini sürdürdü.”
Türkiye’de toplam kaç kişinin zorla kaybedildiğine ilişkin resmi bir veri yok. Hafıza Merkezi’ne göre, 12 Eylül 1980 darbesinden bugüne toplam kaybedilen kişi sayısı, kesin olmamakla birlikte 1352.
İHD’nin verilerine göre ise aynı tarihten beri 940 civarında kişi gözaltında kaybedildi, bunlardan yaklaşık yarısının cenazesine ulaşıldı, diğerlerinin akıbeti ise belirsiz.
Besna Tosun, 12 yaşındayken evlerinin önünde, mahallenin ortasında babasının “3 sivil polis” tarafından zorla bir arabaya bindirilip götürülmesine tanık olmuş.
Tosun, sonrasında yaşanan süreci şöyle anlatıyor:
“Biz hemen aracın plakası ile karakola başvurduk. Birkaç telefon görüşmesi yaptıktan sonra anneme, ‘Bizim yapabileceğimiz bir şey yok’ demişler ve aracın plakasının sahte olduğunu söylemişler. Dilekçeyi bırakıp çıkmıştı annem. Ertesi gün bir gelişme var mı diye sormak için gittiğinde, dilekçesinin işleme konulmadığını ve çöpe atıldığını öğrendi. 20 yıl sonra biz dosyayı yeniden açtığımızda gördük ki aslında plaka hiç soruşturulmamış, sahte değilmiş. Özel yaşamın gizliliği gerekçe gösterilerek kime ait olduğu bilgisi verilmedi.”
Tosun: Sevdiklerimizden vazgeçmeyeceğiz
İnsan hakları dernekleri, genellikle açılan soruşturmaların takipsizlikle sonuçlandığını ya da davaların zamanaşımına uğradığını ve bu nedenle kaybedilme olaylarında cezasızlığın büyük bir sorun olduğunu kaydediyor.
Tosun da Galatasaray Meydanı’ndaki Cumartesi Anneleri eyleminin önemli olma nedenlerinden birinin bu olduğunu düşünüyor:
“Resmi başvurularımız sonuçsuz bırakıldı ve önümüzdeki hak aramanın bütün yolları kapatıldı. Dolayısıyla bizim Galatasaray Meydanı’ndan başka bir yolumuz kalmadı. Buraya gidiş sebebimiz de bu gerçeği gündemde tutmak ve görünür kılmak. Sesimizi kamuoyuna duyurmaktı.
“Bizler o meydanda çocuk olduk, o meydanda gençtik, o meydanda anne olduk, o meydanda yaşlanıyoruz. Ben 38 yaşındayım. Hayatımın 26 yılına bakıyorum her karesinde Galatasaray Meydanı var.”
Türkiye’nin en uzun süredir devam eden sivil itaatsizlik eylemi olarak kabul edilen ve 27 Mayıs 1995’ten beri Cumartesi günleri Galatasaray Meydanı’nda düzenlenen Cumartesi Anneleri eylemi, 1999 yılında aylar süren polis müdahaleleri sonucu 10 yıllığına kesintiye uğramış, 2009’da yeniden düzenlenmeye başlanmıştı.
25 Ağustos 2018’deki 700’üncü eylemden beri ise Galatasaray Meydanı’nda eylem yapılmasına izin verilmiyor.
Besna Tosun, her şeye rağmen Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçmeyeceklerini söylüyor:
“Orası sevdiklerimizin mezarı gibi aslında. Çünkü sevdiklerimizi kaybettiler. Sevdiklerimizi hatırlayabileceğimiz bir mekan da yok. Galatasaray Meydanı sevdiklerimizle kurabildiğimiz tek bağ. Bu kadar dirençle sahip çıkmamızın nedenlerinden biri de bu. Bize ‘Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçin’ derken, ‘Sevdiklerinizden vazgeçin’ diyorlar aslında. Biz bu yüzden bu kadar direniyoruz. Hayır, sevdiklerimizden vazgeçmeyeceğiz.”