Farz-ı muhal, seçilmiş bir coğrafyada, seçilmiş kimi alanları, bir sosyal deney ünitesi olarak görelim. Sınırları belli bir alanda birtakım insanlar bir aradadırlar. Mahpuslar, oranın yerlileri olan insanlardır. Korucular, yerli halkla bağlarını koparan ve “güç” olmayı tercih eden deneklerdir. Askerler ise devlet mekanizmasının kontrollü ve hatta kimi zaman ödül olarak kontrolsüz güçlerine sahip diğer denekleridir. Asker ve korucuların iş birliği düzenin kendisidir. Yapılan edilenler ise devlet içindir. “Devlet”. Tanımlanamaz, in midir cin midir belli olmayan kutsal.
90’lar boyunca hemen bütün Kürdistan coğrafyasında bu tip kapatılmış alan olan köyler, ilçeler, mezralar oldu. Vahşetin cirit attığı yerler, devlet himayesinde kontrol altında tutulan alanlardı. Denekler arasında, ona verilmiş görevinin dışına çıkan fireler de oldu. Dargeçit Davası’nda rastladığımız isim Uzman Çavuş Bilal Batırır’da olduğu gibi.
Dargeçit Davası’nın 6. duruşması Adıyaman’daydı. “Güvenlik” gerekçe gösterilerek, yalnızlaştırılması ve -tabiri mazur görün- arada kaynaması için nakil edilen davalardan sadece biri Dargeçit Davası. Mardin’in Dargeçit ilçesinde 29 Ekim 1995 tarihinde iki öğretmen ve bir korucunun oğlunun PKK tarafından kaçırılmasıyla gözaltılar başlıyor. Gözaltına alınan Süleyman Seyhan (57), Seyhan Doğan (14), Davut Altınkaynak (13), Nedim Akyön (16), Mehmet Emin Arslan (19), Abdurahman Olcay (20), Abdurrahman Coşkun’dan (21) kemikleri yıllar sonra bulunana kadar bir daha haber alınamayacaktır.
“Sabıkanız var mı?” sorusu
Dönemin devleti temsil eden ve yargılandıkları iddiasıyla duruşma tutanaklarında adları geçenler ise Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren, Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire, Dargeçit Merkez Jandarma Karakol Komutanı Mahmut Yılmaz, Karakol Komutan Yardımcısı Haydar Topçam ve Uzman Çavuş Kerim Şahin’dir. Bunun dışında, Faruk Çatak, Mahmut Ayaz, Naif Çelik, Ramazan Savcı, Kemal Kaya, Mehmet Acar, Faik Acar, Hüseyin Altunışık, Mehmet Emin Çelik, Sadık Çelik, Fethullah Çelik, Osman Demir, Bahattin Ergel adlı 13 korucu, hazırlanan ikinci bir iddianameyle davaya dahil edilmişlerdir.
Uzman Çavuş Bilal Batırır isminden başta bahsetmiştik. Süleyman Seyhan’ın cesedi, 6 Mart 1996’da, Bilal Batırır’ın Seyhan’ın ailesine cesedin yerini söylemesi ile bulunur. Elleri arkadan bağlanmış, kafası koparılmış ceset yakılmıştır. Bundan kısa süre sonra, Bilal Batırır da ortadan kaybolur.
Duruşmaya ilk kez katılan Mehmet Tire’ye prosedür gereği birtakım sorular soruluyor. Baba adı, adresi, telefon numarası gibi. “Sabıkanız var mı?” sorusu önemli. “Yok,” diyor Tire. Büyük olasılık, olmayacak da hiçbir zaman. “Devlet adamı” denilenlerin, suç işlemedikleri konusundaki fikirlerinin istikrarı, devlet denilen hayali bir organizasyondaki “dostluklarından” dolayı yine istikrarlı bir şekilde birbirini kollamalarından kaynaklı.
Suçlamaları kabul etmiyor. Kayıplardan haberi yok. Basından takip ettiği kadar biliyor. 3 Kasım’da (1995), BTR aracının bir aksilik alev almasından dolayı gözünden yaralandığı için GATA’da tedavi görmüş. 17 Kasım’da taburcu oluyor ve 2 aylık hava değişimi alıyor. 4 Kasım-17 Mart arası hiçbir şekilde Dargeçit’te bulunmadığının bilgisini duruşma boyunca tekrarlıyor. Kendisinden 4-5 gün sonra göreve gelen isim, Muhammed Demirel. Bilgisine başvurulacak isim olarak onu gösteriyor. Devlet adamlığı dostluğunun bozulmasının birkaç istisnai örneğinden biri oluyor. İkincisi de şu: Birliğindeki Bilal Batırır, ortadan kaybolduğunda ne yapmış? Konu hakkında incelemede bulunmuş. Batırır’ın, PKK’ye katıldığı söyleniyormuş. Laubali bir ortam olsa, “hadii canım” diye tepki vermemek mümkün değil.
Çelişkili Beyan mı? Hafıza Oyunları mı?
Hayat Altınkaynak dinleniyor. 13 yaşındaki Davut Altınkaynak’ın annesi. Arama gecesi amcalarında olduğu için askerler, anneyi de alarak Davut’un yanına gitmişler. 3 gün boyunca aynı yerde tutulmuş anne oğul. Böyle söylüyor. Lakin eski savcılık ifadesinde, nezarethaneye götürüldüklerini, orada birçok kişi olduğunu, ancak gözleri bağlı olduğu için bu şahısların kimler olduğunu bilemediğini, fakat oğlunun arkadaşı olan Nedim Akyön’ün (16) bir ara gelip başını dizine koyup uyumak istediğini söylüyor. Duruşmada ise kendi oğlunun başını dizine koyduğunu söylüyor. Herkesin acıyla baş etme yöntemi farklı. Yıllar sonra dizindeki çocuğun oğlu olduğunu niye düşünmesin? Hafıza oyunlarının, insana bir omuz verdiği oluyor. Çelişkili ifade tanımlamasını kullanmak, itici profesyonel yaklaşım olur ki Mehmet Tire’nin avukatı “çelişkili beyan” diyor. Su istemiş annesinden Davut. Bu ifade hiç değişmemiş. Ağlıyor. Salonda oturan bizler de.
Koruculuk Sistemi
Duruşma sonrası, kaybettirilen Abdurrahman Olcay’ın kardeşi Hasan Olcay’la konuşuyoruz. Abisi, lise son sınıf öğrencisiyken, gözaltına alınıyor. 23 Kasım 2014’e kadar kendisinden haber alınamıyor. Bu süre zarfında birçok yere başvuruyorlar. 2013’ün Haziran ayında, Kızıltepe, Aysun Köyü’nde kemikler bulunuyor. Adli tıp sonucu, kemiklerin abisine ait olduğunun haberini veriyor. “Böyle binlerce faili meçhul var. Çok azından haberimiz var. Anlatılmayan çok hikaye var,” diyor Hasan. “Özellikle kadınların anlatamadığı çok hikaye var.”
Korucuları soruyorum ona. Aynı ilçede yaşayan, aynı kültüre sahip ama kolluk kuvvetlerinin arasına karışan korucularla yaşamak nasıl bir şey?
“7-8 yaşlarındaydım. Çelik ve Yılmaz soyadlı korucu aileleri hatırlıyorum. Çocukları bizle top oynamak istediklerinde oynayamazdık. Onların aileleri de bizi istemezdi. Birbirimizin ötekisi olmuştuk.”
Korucu olmak zorunda bırakılmış insanların hikayelerini de hasbelkader biliyoruz ama gönüllü olanlar çoğunlukta. Niye olabilir?
Hasan, bir isim veriyor. Korucuymuş. Sonra belediye başkanı olmuş. “Düşün, bir ilçede sen ötekileştirilmişsin ama belediye başkanı oluyorsun. Bu aslında muazzam bir devlet projesi. Yokken, güç olabiliyorsun yani. Korucular sevilmezler. Aşağı görülürler bizim oralarda. Ama işte güç. Seni evinden alan kar maskeli biri senin tanıdığın olabilir.”
Sabıkası olmayan Mehmet Tire, az evvel, o dönemde hava değişikliğinde olduğu için suçları kabul etmediğini söylemiş. “Güçlü olmak”, bu kadar basit açıklamayı rahatlıkla yapabiliyor olmak da demek.
“GATA’dan istediği şekilde rapor düzenlemiş. Devletin oğlu olarak kendini gördüğü için istediği her şeyi yaptırabilir,” diyor Hasan.
Bu arada, karar beklediğimiz kısa aradaki sohbette, müşteki avukatı Erdal Kuzu, Diyarbakır Devlet Hastanesi’nde de, Mardin Devlet Hastanesi’nde de kaydının bulunmadığını söylemiş. Dosyada varmış bu bilgiler ama oraya gelene kadar sanırım bu önemli detay bilgi önemli bile değil.
“Mehmet Tire, 2 kişinin alındığını kabul ediyor. Onlardan biri abim, diğeri Abdurrahman Coşkun. ‘Onları il jandarmaya sevk ettik’ diyor. Sonra salınmışlar. Kemikleri Kızıltepe’de çıkıyor. Bu nasıl oluyor? Bu başlı başına kanıttır. Sen bir mülki amir olarak, bunları kim sevk etti, sorgulandıktan sonra ne oldu bilmez misin?” diye soruyor Hasan.
Konuşan ve daha sonra susturulan Çavuş Bilal Batırır
Uzman Çavuş Bilal Batırır’ı soruyorum ona. Orada ne olmuş olabilir?
“Vicdanının sesini dinlemiş. Kabuslar mı görmüş, kim bilir. Süleyman Seyhan’ın cenazesinin yerini bir şekilde ailesine ulaştırıyor. İhbar doğru çıkıyor. Bundan sonra Bilal Batırır ortadan kayboluyor. Ben hukukçu değilim, eğitimim yok ama biraz mantık yürüten der ki, bu adam ortadan niye kayboldu? Eşi konuşmuyor ama anlayabiliyorum. Korkuyordur, muhakkak tehdit almıştır.”
Konu, “Barış süreci gerilerde kaldı”ya geliyor. Bu tip davaların sonuçlandırılmasının şart olduğunu söylüyor Hasan ve sorunun kaynağı kurutulmadığı sürece bitmeyeceğini anlatıyor:
“13 yaşında bir çocuğun asit kuyusuna atılması sözün bittiği yerdir. İnsani olarak bir anlam çıkaramazsın. 13 yaşındaki bir çocuğu asit kuyusuna atılabiliyorsan bütün Kürtleri atıyorsun demektir. Bu öyle bir nefrettir ki 13 yaşındaki çocuğa bu yapılıyor. Bu trajedi PKK’yi bugüne getiren şeydir. O zamanki mülki amirlerin yaptığı iğrençlikler, PKK’nin büyümesini sağlamıştır. Meseleye buradan bakılmıyor. Terör örgütü diyorsun ama kaç milyon kitlesi var. Niye? İşte bu yaşananlar.”
Hasan, zamanın birinde AKP’ye oy vermiş biri. “Süreç” denilen döneme inanmış. Barış bu sefer sağlanacak gibi düşünmüş.
“34 yaşındayım. Karakola düşmüşlüğüm yok. Soydaşlığım yok, insanız sonuçta. İnandım. Erdoğan’ı beğeniyordum. Gerçekten radikal bir söylem geliştirmişti, ezber bozulmuştu. Beni ikna etti. Barışçıl bir dil kullandı. ‘Anneler ağlamasın, kimseler ölmesin, biz niye çatışıyoruz, niye huzur içinde yaşamayalım’ dedi. Muhalefete karşı, meclis kürsüsünde dedi ki, ‘Abdullah Öcalan’la nasıl görüşürsün! diyorlar. Bu ölümleri kim durduracaksa onla görüşürüm’. Bunu duyduğum an ikna oldum. Heyecanla oyumu verdim. Hayatımda iki pişmanlığım var. Biri de bu.”
Sanık Mehmet Tire müdafisi Erhan Tokatlı, davanın kumpas davalarla irtibatı olduğunu ve dolayısıyla paralel yapının hazırladığı delillerin dikkate alınamayacağına dair sözler sarf etti. Her topun atılabildiği, bir zamanların “derin devlet”i yerine artık “paralel yapı”mız var.
“Devlet Adamlığı”ndan bahsetmiştik. Mehmet Tire, 2009-2014 arasında Demokrat Parti’den Muğla’nın Bodrum ilçesi Gümüşlük Belediye Başkanı seçilmiş. “Dargeçit JİTEM Davası” başlayınca partisinden istifa edip, 2013’te AKP’ye geçmiş.
Diğer sanık Hurşit İmren, CHP’den Sivas Çepni Belediye Başkanı olmuş. 2014’te Cumartesi Anneleri’nin itirazları sonucunda CHP’den adaylığı düşürülmüş.
Öldürülen insanların kemikleri yıllar sonra AKP döneminde bulunmuş. Maktul yakınları için bir kabristan yerinin olması hiç yoktan önemli ama işte bu kadar. Devlet ideolojisine bir şekilde yine devam.