BELMA AKÇURA
Dink cinayetinin azmettiricisi olmakla suçlanan Erhan Tuncel’in, İpekçi cinayetini işleyen Ağca ile ilişkisi araştırılmalıdır. Ağca’yı kendisine referans alan Tuncel, Dink cinayetinin tıpkı Marquez’in Kırmızı Pazartesi kitabındaki cinayet gibi olduğunu söylüyor. Bu çok ilginç, çünkü Marquez’in kitabında cinayeti işleyen ikizler mahkemede şöyle diyordu: “Bilinçli olarak öldürdük. Bu cinayeti aynı nedenlerle bin kez de olsa yeniden işleriz.”
Türkiye’de faili meçhul cinayetlerin perde arkasındaki güç odaklarını araştırmaktan giderek uzaklaşan, derin devlet ilişkileri bitmiş gibi davranan, soru sormayan, iddiaları araştırmayan bir medyaya doğru yol alıyor olabilir miyiz?
Belki de yıllar içerisinde edindiğimiz o derin tecrübeyle, arkasında büyük karanlık güçlerin olduğu cinayet davalarının hiçbirinden sonuç alınamamasından dolayı dava takipçiliği konusunda yılgınlık içerisindeyiz.
Bilemiyorum. Ancak nedeni ne olursa olsun; Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi iddiasıyla yargılanan Erhan Tuncel’in, tutuklandığı süre zarfında ne yaptığını, kimin himayesinde saklandığını, Abdi İpekçi’nin katili olarak hüküm giymiş Mehmet Ali Ağca ile buluşmasının perde arkasını sorgulamıyorsak burada gazetecilik adına ciddi bir sorun var demektir.
Medya, biri cinayetten hüküm giymiş çıkmış, diğeri bir cinayetin azmettiricisi olarak aranan Mehmet Ali Ağca ile Erhan Tuncel’in, yani iki gazeteci cinayetinin iki oyuncusunun birbirlerine olan hayranlıklarını dile getirmelerinin sadece ‘aracı’ mıdır? Oysa İpekçi ve Dink cinayetleri arasındaki benzerlik, bu ‘ikilinin’ birbirlerine olan hayranlıklarının çok ötesinde bir duruma da işaret ediyor.
5 yıl önce Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi olarak yargılanan, serbest bırakılan, dosya Yargıtay’dan dönünce tekrar aranan Erhan Tuncel’in Ağca ile görüştükten sonra ‘yakalandığı’ gün basına “ her şeyi anlatacağım” demesi bir tesadüf olmasa gerek…
Bundan yaklaşık 34 yıl önce Abdi İpekçi’yi öldürdüğü iddiasıyla yargılanan Mehmet Ali Ağca’nın da mahkemeye “Bir sonraki duruşmada her şeyi anlatacağım” dedikten hemen sonra nasıl kaçırıldığını hatırlatmak isterim. Üstelik İpekçi cinayetinde Ağca, “her şeyi anlatacağım” dedikten sonra cezaevinden jandarma tarafından kaçırılmıştı. İpekçi’nin katilini kendine referans alan Erhan Tuncel ise gözaltına alındığı gün Dink’in öldürülmesinde jandarmanın rolünü anlatacağını, kiminle irtibatlı olduğu konusunda isim vereceğini söylüyor.
Bu “Beni koruyun, yoksa her şeyi anlatırım” türü bir yerlere gönderilen bir mesaj mı bilmiyoruz. Ancak Tuncel kendisine ne öğretilmişse o kadarını anlatacak bir profil çiziyor. Tuncel’e soru sormayan basın da onun konuşmalarıyla yetiniyor. Nasıl ki medya bir dönem Mehmet Ali Ağca’nın birbiriyle çelişkili ifadeleriyle 30 yıl geçirdiyse şimdi de Tuncel’in ifadeleriyle bir 30 yıl geçirebilirmiş gibi görünüyor.
Oysa gazetecilerin görevi tetikçi, azmettirici gibi iddialarla yargılananlara soru sormaktır. Elbette zanlıların da kendilerini savunma hakkı vardır, ancak bir cinayetin azmettiricisi olarak suçlanan biri gazetelere çıkıp “isimleri açıklayacağım” dediğinde ve hala isim vermemekte ısrar ettiğinde bunun aslında birilerine ‘mesaj’ olup olmadığını sorgulamamız gerekir.
Erhan Tuncel 5 yıl önce verdiği ilk ifadelerinde hep emniyet istihbaratından ve istihbaratın bir süre sonra onu kullanmadığından, ihbarlarının emniyet tarafından ciddiye alınmadığından, emniyete cinayet işleneceğini 17 kez ihbar ettiğinden bahsetti. Bu ihbarların hepsini de polise yapmış, “Dink cinayetinde rolü büyük” dediği jandarmaya hiç ihbarda bulunmamış, verdiği ifadelerde ve mahkemede jandarmadan hiç bahsetmemişti. Jandarma ile bağlantısı olan, ev arkadaşı Tuncay Uzundal’dı. Onu da şöyle anlatmıştı:
“Benim emniyetle ilişkimi bilen tek kişi ev arkadaşım Tuncay’dır. Yasin eve gelip gittiği için o da her şeyi biliyordu. Tuncay, polisi hiç sevmiyordu. Kendisi gardiyan çocuğu olduğu için jandarmaya sıcak bakıyordu. ‘Senin yerinde olsam jandarmaya çalışırdım’ diyordu. Çok sayıda jandarma arkadaşı vardı, sürekli eve geliyorlardı.”
Şimdi ise “Bu cinayette jandarmanın rolü büyük, Ergenekon’un üzerinde bir yapı var” diyor. Diyelim ki dün yalan söylüyordu ve şimdi doğruyu söylüyor. O halde kendisine yeniden soru sormamız gerekir. Örneğin gerek Yasin Hayal’in gerekse Tuncay Uzundal’ın bahsettiği MİT’çi İrfan Kasap’ın gerçekte kim olduğu sorusuna Tuncel yanıt vermeli.
Burada üzerinde durmamız gereken nokta, basın üzerinden birilerine tetikçilerin gönderdiği mesajlardan çok Erhan Tuncel ile Mehmet Ali Ağca gibi tetikçileri buluşturan şeyin ne olduğu sorusudur. Çünkü bu ikilinin irtibatı, bundan sonra davanın nasıl sürdürüleceği noktasında daha da anlam kazanacak gibi görünüyor.
Dolayısıyla, tekrara düşmeden daha önce çeşitli defalar yazdığım bu iki cinayet ve bu cinayetlerin davaları arasındaki benzerliği hatırlatmakta yarar var.
İpekçi ve Dink Cinayetleri ve Davaları Arasındaki Benzerlikler
Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’yi, öldürülmeden önce gazeteyi satın alıp ‘sustururuz’ diyerek, Agos Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’e ise hakkında davalar açıp mahkeme koridorlarında yüzüne tükürerek ve ‘yıldırırız’ diyerek gözdağı vermeye çalıştılar. İpekçi’yi evine çok yakın bir mesafede arabasının içinde, Dink’i işyerine çok yakın bir mesafede, cadde üzerinde pusuya düşürerek öldürdüler.
Öldürülmeden önce İpekçi’yi ClA’den Paul Henze’nin, Dink’i ise MİT’ten Özer Yılmaz’ın uyardığı anlaşıldı. Henze’nin İpekçi’yi ‘yazacakları’ konusunda, Özer’in de Dink’i ‘yazdıkları’ konusunda uyardığı öne sürüldü. ClA’den Henze, İpekçi’yi Türkiye’yi 12 Eylül darbe ortamına hazırladığı iddiasıyla, MİT’ten Özer ise Dink’i mevcut hükümete darbe hazırlığı yapan Ergenekon örgütü üyesi olmakla suçladı. Türkiye’de hiç olmayan bir şey olmuş; İpekçi cinayetinin tetikçisi, cinayetten 5 ay sonra, Dink cinayetinin tetikçisi ise cinayetten 48 saat sonra yakalandığında işledikleri cinayetleri hemen itiraf etmiş, ikisi de cinayetleri önce tek başlarına “milliyetçi” duygularla işlediğini söylemiş ve ardından bu işte kendilerine sadece yardım edenlerin adlarını vermişlerdi. Dink’in “Ermeni” olmasını kendisine ‘sorun’ edip yazdıklarına kızdığı için öldürdüklerini söyleyenler, İpekçi’yi de “Mason” olmakla ‘suçlayıp’ işledikleri cinayete gerekçe bulmaya çalıştılar. Dink cinayetinin işlendiği silahta tetikçinin parmak izleri bulunurken, İpekçi cinayetinde silah hiç bulunamadı. İpekçi davasının yargılanan neredeyse bütün sanıkları Malatya, Dink cinayetinin sanıkları da Trabzon bağlantılı. İpekçi’yi öldüren tetikçi ve azmettiriciler 1970’li yılların MHP’siyle organik bağı olan Ülkü Ocakları ile ilişkili, Dink’i öldüren tetikçi ve azmettiriciler 2000’li yılların BBP’siyle organik bağı olan Alperen Ocakları ile ilişkili. İki cinayet dosyası da iddianameyle sınırlı tutuldu. İki dosya da “tetikçi ve arkadaşlarının eylemleri” demenin ötesine geçemedi. İki cinayet dosyasında da olayda ihmali bulunan kamu görevlilerinin soruşturulmasına ya da yargı karşısına çıkmalarına izin dahi verilmedi. İki cinayette de hakkında soruşturma açılan bir iki kamu görevlisinin dosyası hiçbir zaman ana dosyalarla birleştirilmedi. İki cinayette de çok sayıda MİT, Emniyet ve Asker gibi kamu ve emniyet görevlilerinin adı kamuoyunda tartışılır hale geldiyse de birkaçının dışında hiçbiri hakkında soruşturma yapılmasına izin verilmedi. Sanıkların istihbaratçılarla olan ilişkileri sorgulanamadı.
Dink cinayetinin işleneceğini Jandarmanın bildiği ama sakladığı iddia edildi. Bu iki cinayette de Jandarma hakkında açılan dava, ana davalara eklenmedi. Birinde birkaç er ceza aldı, diğerinde erlerin ifadeleri üzerine jandarma bölge komutanı hakkında dava açıldı, ancak ona da sayısız iddiaya rağmen yalnızca 3 ay hapis cezası öngörüldü. Derin bir yapılanmanın izlerini Dink cinayetinin de gösterdiği bir gerçek. Dink cinayetinde adı geçenlerden bazıları bugün ‘Ergenekon davasının sanıkları arasında yer alıyor.
***
Peki Erhan Tuncel kimle görüşüyor? Tahliyesinin ardından Kumburgaz’da sahil kenarında bir sitede yaşarken Dink davası yeniden görülmeye başlandı. Hakkında yakalama kararı çıkartıldığı günlerde Mehmet Ali Ağca ile görüşüyor. Bu karardan 36 gün sonra yine Kumburgaz’da ve yine aynı civarda ama bu kez bir villada kaldığı ve yürüyüş yaptığı sırada yakalandığı iddia edildi.
Gazeteciler bu villayı tespit edemedi. Villanın kime ait olduğu, Tuncel’in saklandığı sürede kim tarafından korunup himaye edildiği bilinmiyor! Elazığlıların gittiği bir kafede oturup kalkıyor, o civardaki polislerin arandığı halde kendisine niçin “Erhan Bey” dediği sorgulanmıyor, polisler de araştırılmıyor. Mehmet Ali Ağca’nın da o kafeye gitmesi ve sık sık görüşmeleri bir tesadüf mü? İpekçi cinayetinin katili Ağca kendine yeni bir derin devlet mi yaratmaya çalışıyor, bu şimdilik bir muamma…
Muamma olan başka şeyler de var elbette. Örneğin Dink cinayetiyle ilgili suç kapsamında olabilecek hiçbir başvuru ve itiraz 5 yıl boyunca değerlendirilmemişken şimdi açılan bir davayla nasıl bir yol katedileceğini bilmiyoruz. İddianamede bu davada rol oynadığı öne sürülen, çeşitli iddialarla gündeme gelen siyasetçi, mafya, polis, işadamı, istihbaratçı ve asker arasında kurulan ilişkiler ağı, kurumların oynadıkları “rol” davanın seyrini değiştirebilecek bilgiler yer aldı o kadar. Sonuç: 5 yıllık bir kayıpla yine başa döndük. Bundan daha trajik ne olabilir?
Erhan Tuncel şimdi mahkemede konuşacağını ve isim vereceğini belirtiyor. Bir şey daha diyor: Tuncel’e göre; Dink cinayeti tıpa tıp Gabriel García Márquez’in “Kırmızı Pazartesi” kitabına benziyormuş. Neden? Çünkü Márquez kitabında bir cinayetin nasıl göz göre göre işlendiğini anlatıyormuş.
Gazeteciler Tuncel’e şunu hatırlatmıyor: Márquez’in kitabında katiller başka şeyler de söylüyor: “Onu bilinçli olarak öldürdük… Cinayeti işleyen ikizler bu suçu aynı nedenlerle bin kez de olsa yeniden işleyeceklerini beyan eder…”
Dolayısıyla madem Dink cinayeti ile Kırmızı Kitap arasında bağlantı kuruyor, o zaman sormak lazım; “Bu cinayeti aynı nedenlerle bin kez de olsa yeniden işleriz” ne demek? Hangi aynı nedenle? Dink’i Ermeni olduğu için öldürdüklerini söyleyenler aynı nedenle bin kere daha cinayet işleyebileceklerini mi söylemek istiyorlar?
Bu mesaj kime?