Eğer mahkeme böylesi önemli bir cinayetin aydınlanması için davet kararı veriyorsa, MİT niçin bu yazılara yanıt vermiyor? MİT yanıt vermiyorsa mahkeme tutumundan niçin hızla vazgeçiyor?
Kamu görevlilerinin yargılandığı Hrant Dink Cinayeti Davası’nda bir celse daha geçildi. Dava ne yazık ki sona yaklaşıyor. “Ne yazık ki” diyoruz, çünkü mevcut soruşturmanın genişletilmesi yönündeki talepler karşılık bulmadı. Bu hafta yapılan duruşmada mahkeme heyeti dosyanın mütalaa yazılması amacıyla savcılığa gönderilmesi kararını verdi. Bu, davada karar aşamasına yaklaşıldığı anlamına geliyor.
Hrant Dink Cinayeti Davası’nda kamu görevlilerinin yargılanmaya başlaması hiç şüphesiz önemli bir adımdı. Gerçi bu adım da Dink ailesinin, ailenin avukatlarının, davayı başından beri takip eden Hrant’ın Arkadaşları grubunun ve hak savunucularının ısrarlı talepleriyle olabilmişti. Ancak yine de, cinayetten dokuz yıl sonra, 2016 yılında gelinen bu aşama önemliydi.
Davada ağırlıklı olarak Trabzon Emniyeti, İstanbul Emniyeti, İstihbarat Daire Başkanlığı, Trabzon ve İstanbul Jandarması üzerinde duruldu ve cinayete giden süreçte bu kurumların ve şahısların ihmalleri soruşturuldu. Ancak Hrant Dink’in hedef hâline getirilmesi süreci üzerinde durulmadı.
Gerek Dink’i hedef hâline getiren çevreler, gerek 2004 yılında Hrant Dink’le İstanbul Valiliği’ndeki o meşhur görüşmeyi yapan MİT görevlileri, tüm taleplere rağmen soruşturmaya, dosyaya dâhil edilmedi. Dolayısıyla eksik bir dosyayla bugünlere geldik.
Mahkemenin (bu süreçte mahkeme heyetinin de defalarca değiştiğini hatırlayalım) bu taleplere karşılık vermeyip, davayı mütalaa aşamasına getirmesi hayli kaygı verici.
Duruşmalar sınırlı bir çevrede tutuldu demiştik. Ancak mahkeme bu sınırlı duruşmalarda da, Dink’in hedef hâline getirilmesi ve cinayetin işlenmesi kararını kim ya da kimlerin verdiği meselesinin üzerine gitmedi.
Bu soruların cevapları için savcılığın 2016 yılında yazdığı iddianamede öne sürdüğü tezler, öyle görünüyor ki yeterli bulunmakta. Hatırlanacağı üzere, iddianamede cinayetin Gülen örgütü tarafından işlendiği savı ortaya konmuştu.
Bu da mümkündü, ancak duruşmalar boyunca bunun ne şekilde yapıldığı üzerinde de tam anlamıyla durulmadı. Üstelik cinayetin öncesi ve sonrasına bakıldığında iddianamedeki tezlerle çelişen olgular da göze çarpıyordu. En basitinden, Trabzon Jandarması’nın da cinayetten önceden haberdar olduğu ortaya çıkmıştı ve İstanbul Emniyeti’nin de, bir eylem olacağını bilmesine rağmen, Hrant Dink için koruma tedbiri almadığı besbelliydi.
Bunların hepsinin mahkeme aşamasında detaylı biçimde sorgulanması gerekirdi ve en önemlisi, Hrant Dink’in hedef hâline getirilmesi süreci kamuoyunu tatmin edecek biçimde ele alınmalıydı.
Mahkemenin MİT’in dinlenmesi konusundaki tutumu da kaygı verici. Yoğun talepler sonucunda, Valilik’teki görüşmeye katılan MİT görevlilerinin dinlenmesi için karar verilmiş, MİT’e yazı yazılmış, MİT’ten yanıt gelmeyince bu karardan vazgeçilmiş, sadece cinayet döneminde MİT’te görev yapan bir ismin dinlenmesi için yine MİT’e yazı yazılmış, bu yazıya da yanıt gelmeyince bu karardan da vazgeçilmiştir.
Bu açıkçası tuhaf bir tutum. Eğer mahkeme böylesi önemli bir cinayetin aydınlanması için davet kararı veriyorsa, MİT niçin bu yazılara yanıt vermiyor? MİT yanıt vermiyorsa mahkeme tutumundan niçin hızla vazgeçiyor?
Bu ve benzer sorularla mahkemenin sonuna yaklaşıyoruz. Beri yandan, cinayetin faili olduğu için hüküm giyen Ogün Samast’ın, cezaevinde gardiyanlara saldırmış olmasa bugünlerde tahliye olacağını hesaba kattığımızda, tablo daha da ilginç bir hâl alıyor. Samast hakkında verilen ‘örgüt üyeliği’ cezasının da yaklaşık bir yıldır Yargıtay’da beklediğini hatırlatalım.
Bu davayı takip ederken, yurtdışından birçok muhabir bize “Bu davadan umutlu musunuz?” sorusunu sordu. Onlara hep “Her şeye rağmen hukuk hâlâ bize bu imkânı tanıyor ve bir sonuç almak için süreçten umutlu olmamız gerekir” yanıtını veriyorduk. Çünkü biliyorduk ki Türkiye bu cinayetle yüzleşmezse yoluna devam edemez. Hâlâ böyle düşünmek istiyoruz.
Hrant Dink Cinayeti Davası’nda kamu görevlilerinin yargılanmaya başlaması hiç şüphesiz önemli bir adımdı. Gerçi bu adım da Dink ailesinin, ailenin avukatlarının, davayı başından beri takip eden Hrant’ın Arkadaşları grubunun ve hak savunucularının ısrarlı talepleriyle olabilmişti. Ancak yine de, cinayetten dokuz yıl sonra, 2016 yılında gelinen bu aşama önemliydi.
Davada ağırlıklı olarak Trabzon Emniyeti, İstanbul Emniyeti, İstihbarat Daire Başkanlığı, Trabzon ve İstanbul Jandarması üzerinde duruldu ve cinayete giden süreçte bu kurumların ve şahısların ihmalleri soruşturuldu. Ancak Hrant Dink’in hedef hâline getirilmesi süreci üzerinde durulmadı.
Gerek Dink’i hedef hâline getiren çevreler, gerek 2004 yılında Hrant Dink’le İstanbul Valiliği’ndeki o meşhur görüşmeyi yapan MİT görevlileri, tüm taleplere rağmen soruşturmaya, dosyaya dâhil edilmedi. Dolayısıyla eksik bir dosyayla bugünlere geldik.
Mahkemenin (bu süreçte mahkeme heyetinin de defalarca değiştiğini hatırlayalım) bu taleplere karşılık vermeyip, davayı mütalaa aşamasına getirmesi hayli kaygı verici.
Duruşmalar sınırlı bir çevrede tutuldu demiştik. Ancak mahkeme bu sınırlı duruşmalarda da, Dink’in hedef hâline getirilmesi ve cinayetin işlenmesi kararını kim ya da kimlerin verdiği meselesinin üzerine gitmedi.
Bu soruların cevapları için savcılığın 2016 yılında yazdığı iddianamede öne sürdüğü tezler, öyle görünüyor ki yeterli bulunmakta. Hatırlanacağı üzere, iddianamede cinayetin Gülen örgütü tarafından işlendiği savı ortaya konmuştu.
Bu da mümkündü, ancak duruşmalar boyunca bunun ne şekilde yapıldığı üzerinde de tam anlamıyla durulmadı. Üstelik cinayetin öncesi ve sonrasına bakıldığında iddianamedeki tezlerle çelişen olgular da göze çarpıyordu. En basitinden, Trabzon Jandarması’nın da cinayetten önceden haberdar olduğu ortaya çıkmıştı ve İstanbul Emniyeti’nin de, bir eylem olacağını bilmesine rağmen, Hrant Dink için koruma tedbiri almadığı besbelliydi.
Bunların hepsinin mahkeme aşamasında detaylı biçimde sorgulanması gerekirdi ve en önemlisi, Hrant Dink’in hedef hâline getirilmesi süreci kamuoyunu tatmin edecek biçimde ele alınmalıydı.
Mahkemenin MİT’in dinlenmesi konusundaki tutumu da kaygı verici. Yoğun talepler sonucunda, Valilik’teki görüşmeye katılan MİT görevlilerinin dinlenmesi için karar verilmiş, MİT’e yazı yazılmış, MİT’ten yanıt gelmeyince bu karardan vazgeçilmiş, sadece cinayet döneminde MİT’te görev yapan bir ismin dinlenmesi için yine MİT’e yazı yazılmış, bu yazıya da yanıt gelmeyince bu karardan da vazgeçilmiştir.
Bu açıkçası tuhaf bir tutum. Eğer mahkeme böylesi önemli bir cinayetin aydınlanması için davet kararı veriyorsa, MİT niçin bu yazılara yanıt vermiyor? MİT yanıt vermiyorsa mahkeme tutumundan niçin hızla vazgeçiyor?
Bu ve benzer sorularla mahkemenin sonuna yaklaşıyoruz. Beri yandan, cinayetin faili olduğu için hüküm giyen Ogün Samast’ın, cezaevinde gardiyanlara saldırmış olmasa bugünlerde tahliye olacağını hesaba kattığımızda, tablo daha da ilginç bir hâl alıyor. Samast hakkında verilen ‘örgüt üyeliği’ cezasının da yaklaşık bir yıldır Yargıtay’da beklediğini hatırlatalım.
Bu davayı takip ederken, yurtdışından birçok muhabir bize “Bu davadan umutlu musunuz?” sorusunu sordu. Onlara hep “Her şeye rağmen hukuk hâlâ bize bu imkânı tanıyor ve bir sonuç almak için süreçten umutlu olmamız gerekir” yanıtını veriyorduk. Çünkü biliyorduk ki Türkiye bu cinayetle yüzleşmezse yoluna devam edemez. Hâlâ böyle düşünmek istiyoruz.