Suç mahalli öyle bir hale getirildi ki, o mekândan kullanılabilecek delil bulmak mümkün olmayacak. İşte, bu kasten, Tahir’i faili meçhule dönüştürmek için yapıldı.
Tahir Elçi, bu ülkenin bir değeriydi. Cizre’nin Hisar köyünden, 1960 Darbesi’nden altı yıl sonra, Türkiye’nin siyaseten çalkantılı, maddi olarak yoksul olduğu zamanlarda bölgelerin en yoksununda doğdu. Okumanın, meslek erbabı olmanın uzaya gitmekle eşdeğer olduğu yerlerde büyüdü. Kendi çabalarıyla Cizre’de okudu ve ardından eğitimini yine bölgede olabilecek en yüksek seviyeye kadar tamamladı, avukat çıktı.
Avukat olunca da, sadece kazanç sağlayacağı bir meslek olarak görmedi bunu. Başkalarının hakkını savunacağı bir meslek, bir zanaat olarak kullandı avukatlığı. Yoksulluk, imkânsızlık dışında, önüne yaşam umudunu kıracak başka dertler de çıktı. Hak ve adalet aramak için çabaları, dönemin devlet otoriteleri tarafından “düşman” bellenmesine yol açtı. Gözaltına alındı, tutuklandı, işkence gördü. Ağır işkence gördü.
Tahir, bir geleneğin çocuğudur. Diyarbakır’ın başını çektiği, zulüm ve eziyetin en ağırını yaşayan coğrafyanın evrensel insan haklarını kendilerine ahlaki ve ilkesel pusula alan avukatlar, hukukçular, hak savunucuları geleneğinin çocuğudur. Bu nedenle de, Tahir’e sıkılan ve onun ensesini, hayatını delip geçen kurşun, koskoca bir insan hakları ailesine sıkılan kurşundur. Ayrıca, Diyarbakır Barosu’na da yapılan bir saldırıdır bu. Türkiye’nin her yerindeki hukukçulara, “can güvenliğiniz yok” demektir.
Diyarbakır’ın ortasında vuruldu
Tahir’i kaybettik. Onu artık ne yapılsa geri getiremeyiz. Çok erken yaşta, en verimli çağında yitirdik. Yetiştirebileceği nice insan vardı, paylaşabileceği nice bilgisi…
Tahir, son derece güvensiz hale getirilen Diyarbakır gibi koskoca bir şehir merkezinin ortasında vurulabildi ve hükümet bunda da zerre kadar sorumluluk üstlenmeye yanaşmıyor… Bari, olay sonrası, Tahir’in anısına saygı gösterip, onu bu ülkenin bir değeri olarak hak ettiği gibi onurlandırıp, canını alan vahşetin soruşturmasını doğru düzgün yürütülebilseydi. Suç mahalli öyle bir hale getirildi ki, oradan kullanılabilecek delil bulmak mümkün olmayacak. İşte, bu kasten yapıldı. Tahir’i faili meçhule dönüştürmek için yapıldı. Hepimize gözdağı vermek, “ayağınızı denk alın” demek için yapıldı.
Tahir öldürülmeden, takip ettiği davalar cezasızlıkla öldürüldü. Onun ve genç insan hakları avukatlarının yürüttüğü, büyük emek ve titizlikle hazırladıkları dosyalar, birer birer kapatıldı, sürüncemeye bırakıldı. Ancak, tüm bunları yapanlar, bindikleri dalı kestiklerinin farkında değiller. Ne yaparsanız yapın, Diyarbakır’dan, İzmir’den, İstanbul’dan, Van’dan, Türkiye’nin dört bir yanından yeni Tahir’ler yetişecek. Bizler, yetişmesini sağlayacağız. Bizler ve bizden sonra gelen “insan hakları nesli” de, üzerimize örtülmeye çalışılan bu karanlığı yırtıp atacak. Yargı sizin yanınızda olabilir, ama hukukun evrensel kuralları bizim yanımızda. İnsanlığın doğruları bizim yanımızda. Yanlışlar da sizi boğacak.
Tahir’in çocuklarının sırtına yüklenen acı da, sadece faillerin değil, güvenliği sağlayamayanların da alnının ortasına, ömür billah çıkmayacak biçimde kazınan “utanç” olsun.