Resmi Hafıza
Hangi gerçeğe inanmak istediğinin bir tercih meselesi olması fantastik bir şey. Düşünün yani önünüzde bir gerçekler kataloğu. Tarzına göre seç beğen.
Polis tutanağı diliyle olay şöyle ki bu 1. öne sürülen gerçek:
22.10.1993 günü saat 09.00 sıralarında ilçe emniyet amirliğine ait resmi plakalı bir minibüs yakıt ikmali için petrol istasyonuna giderken PKK terör örgütü mensupları tarafından ateş altına alınır. Olay yerine zırhlı araçlar sevk edilir. Çevrede araştırma yapılırken seri silah sesleri devam ediyordur. Akabinde ilçede özellikle Emniyet Amirliği Jandarma Bölük Komutanlığı ve Piyade Tabur Komutanlığı’na doğru taciz ateşleri başlamış, çatışma bir saatten fazla sürmüştür ve takviye kuvvet istenilmiştir. Saat 11.00 sıralarında Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın yaralanmış, hastaneye sevk edilirken şehit olmuştur. Çatışma devam ederken birkaç saat sonra da Uzman Çavuş Yüksel Bayar şehit olmuş, 1 Uzman Çavuş ile 1 er de yaralanmıştır.
Çatışma saat 16.00’ya kadar aralıksız devam etmiş, saat 19.00 sıralarında hafifleyerek sona ermiştir. Bu esnalarda bazı evlerin ve işyerlerinin yanmakta oldukları gözlenmiştir. Yaralanan vatandaşlar ve cesetler sağlık ocağına taşınmıştır. 11 vatandaşın cesedi otopsi işleminden sonra yakınlarına teslim edilmiş, kimliği tespit edilemeyen 2 erkek cesedi ise belediyeye teslim edilerek definleri sağlanmıştır. Olayda 13 vatandaş ölmüş, 32 vatandaş ise yaralanmıştır. Bu dili, ayraçla bölmek istemem ama ölenler arasında çocuklar da vardır.
‘Çamur atıyorlar’
Resmi hafızada hikayenin seyri aşağı yukarı böyle. Tanıkların anlattıklarına gelince, bir tek tarih ve ölenlerin isimleri değişmemekle birlikte hikaye başka bir yere taşınıyor. O gün bir çatışma olmuş? “Hayır,” diyor çoğu Liceli, Lice’de görev yapan öğretmen ve hatta asker. Tatbikata kaptırıp, kendi kendine mi çatışmış askerler? Evler, iş yerleri yani bütün bir ilçe o arada mı yanmış?
İnanırsın, inanmazsın ilginçtir ki memleket sorunlarına baktığın yere göre değişiyor. Hakikat bir taneyse nasıl olur da hikayeler farklı öğrenilebiliyor? Şöyle de denilebilir: “Bir kısım vatandaşın” bildikleri, yine “bir kısım vatandaşın” bildikleriyle örtüşmemesi, devleti devlet yapan dinamiklerden biri. Sene 2016. Robotlarda acı duygusu olsun mu olmasın mı konuşuluyor. Gönül isterdi ki düşman hukukuna muhtaç bir devlet gerilerde kalsın ama sanki savaş yeni başlıyor.
“Geçmişle yüzleşme” denilen şey, sanırım, ikna olmak. Bildiğinin yerine başka bir bilgiyi koymama inadını kırmak.
Uzman Çavuş Yüksel Bayar’ın abisi İlhami Bayar’la ayaküstü konuşuyoruz. “Yazmıyorlar söylediklerimi,” diyor. “Hoşlarına gitmiyor.” Nedir onlar? “Ben onlardan değilim,” diyor. “Onlar” dediği bekleme salonunda hemen karşımızda olan Liceli tanıklar, o iki günü yaşayanlar, yakınlarını kaybedenler, evleri, iş yerleri yakılanlar. “Çamur atıyorlar,” diyor. Kime, devlete mi? Pek açık açık konuşası yok. İmtina ederek konuşan bir insanın her söylediğini buraya aktarmak da ne kadar doğru olabilir. Özet söyledikleri bunlar diyelim. Abisinin katilinin bulunamayacağını düşünüyor. Aynı “karşımızda”ki yakınların söylediği gibi. Dava başladığında, Liceli mağdurlarla aynı tabureyi paylaşacak. Seyirci olarak arkalardan gözüken, devletin karşısında eşitlendikleri. Yüksel Bayar’ın diğer abisi salona geç geliyor. Devlete olan hürmetini belli edecek yavaşlıkta, çekine çekine. Nasıl diyeyim, insanın içi cız ediyor. Devlet ve biz. Evet, taraflar o dakikalarda ortadan bir sis bulutu gibi geri çekiliyor. Geriye kalan, biz.
Kabul edilen gerçekte ortaklaşmak
Lice Adalet Arıyor Platformu sözcüsü, Şiyar Kaymaz, 23 yıl önce yaşanmış bir katliama, 20 yıl sonra dava açılmasını bir umut olarak görüyor. Nasıl bir umut verebilir ki bu? “Adalet arayışı için faillerin ortaya çıkartılması gerekiyor. Kamuoyunun bilgilendirilmesi gerekiyor. Bu davanın sadece bir tarafı yok, üç taraflı bir dava bu. Bir tarafında Liceliler, bir tarafından asker, bir tarafında görev yapan öğretmenler var. Türkiye’de birçok davadan öte bir davadır diyebilirim. Yani eğer Türkiye’de bir barış süreci yaşanırsa, bu dava bu yönde kilometre taşı olabilecek bir davadır.”
Özelliği nedir bu davanın? Taraflar, gerçekler konusunda ortaklaştığında, barış sürecine düz ayak o zaman mı başlanabilir?
“20 yıl boyunca Bahtiyar Aydın’ı PKK’nin katlettiği söylendi ama 20 yıl sonra bunun böyle olmadığı anlaşıldı. Önemlidir bu,” diyor.
Asker yakınlarıyla diyalogunuz nasıl? Neye inanıyorlar? Az evvel “karşı mağdur”la görüştüğümü de biliyor Şiyar Kaymaz. Gülüyoruz. Ondan aldım buraya geldim gibi olmasın ama “mesafe” varmış aranızda?
“Biz ilk Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın ailesiyle görüştük. İlkin çok ciddi sıkıntılar yaşadık. Kendilerinin inandığı bir gerçeklik vardı. 20 yıl sonra bunun gerçek olmadığını kabullenmek istemiyorlardı. Dava açıldıktan sonra daha fazla görüşmeye başladık. Bahtiyar Aydın’ın kızı Handan, kafasındaki gerçekliğin olmadığını farkına vardığını bizle paylaştı ama bir yandan davadan beklentisi olmadığını, babasının katilinin bulunamayacağını da söyledi. Başlarda, bölge insanını düşman görüyorlardı. Doğaldır. Babaları, eşleri öldürülmüş. Kim yapmış? Liceliler yapmış ama gerçek bu değil. Dava İzmir’e taşındığında, 2015 yılında, çözüm süreci günleriydi, Yüksel Bayar’ın ailesiyle karşılaştık. Kendilerinin, Lice’ye gelme istekleri vardı. Annesi, oğlunun öldüğü yeri görmek istiyordu. Sizi ağırlayabiliriz dedik. Ortam koşulları uygun olduğu vakit, onları karşılayabilceğimizi onlara söyledik.”
‘Hesabı sorulmayan her şeyin bir üst versiyonu gelir’
Türkiye’den bir kesit, mikro bir örnekmiş gibi anlatılan. Taraflar bir arada. Bir gerçeklikte mutabık olunabilse, yüzleşme denilen şey olacakmış gibi.
“Evet. Aynen öyle. Onlar değil, biz diye bakıyoruz,” diyor Şiyar Kaymaz. “Mesafe var aramızda doğrudur. Koca mesafeydi. Mağdur sandalyelerinde yan yana oturuyoruz. Dava sonuçlanırsa bu yakınlaşma kucaklaşmaya dönüşecek. Fail bulunduğunda bu travma aşılacak, birbirimizin yüzüne bakar hale gelebileceğiz. Hedefimiz aynı. Faillerin açığa çıkması.”
Şerh koymak yok. Her şeye rağmen, kim yapmışsa mı?
“Eğer PKK yapmışsa, ortaya çıksın. Devletin içindeki bir yapılanma yapmışsa da veyahut devletin kendisi yapmışsa da ortaya çıksın. Bunu yapan Türkiye halklarına zarar vermiştir. Lice Katliamı siyaseti belirledi. İlçe yakıldı. İnsanlar öldü. Düşün, bir tuğgeneral öldürüldü ve hesap sorulmuyor. Hesabı sorulmayan her şeyin bir üst versiyonu gelir. O günü yaşayan herkesin korkusu da bu. Hesabı sorulmamışsa, olay kapatılmaya çalışılmışsa bu ne demektir? Tekrar yaşanabilir.”
‘Duman çıkması için evin etrafındaki çalı çırpı yakıldı’
Devletin içindeki bir yapılanma derken kastın nedir? Hükümete göre, uzak gelecekte kullanılmaya yetecek kadar paralel yapılanma stoğumuz var. Yani, bu devlet nerde? Ondan habersiz ne çok şey olabiliyor.
“90’lar boyunca gerçekleştirilen bir konsept vardı. Darbe diyelim buna, iç darbe diyelim. Bu cinayetlerle ya da katliamlarla siyaseti yönlendiren, bürokrasi içinde kendine yer arayan bir yapılanma vardı devletin içinde. Aynı dönemde Sivas Katliamı gerçekleşiyor, Cizre Katliamı, Kulp, Lice, 33 asker katlediliyor. Bunlar tesadüf değil. Bunların hepsi beraber gerçekleşen olaylar. Lice Adalet Arıyor Platformu’nun inisiyatif almasının nedeni, bunların birbiriyle bağlantılı olduğunu göstermek.”
Lice’ye dışardan gelen bir ekip mi vardı demek istiyorsun?
“13 yaşındaydım. O gün Lice Lisesi’nde 450 öğrenciydik. 22 Ekim sabah 8’den, 23 ekim sabah 6’sına kadar okuldaydık. Sabah öğretmenlerimizin öncülüğünde çıkmak zorunda kaldık. Evimize doğru giderken önümüz tarandı. İlçede görev yapan bir emniyet mensubu, ateş atanlara, onlara ‘Karışmayın’ diye bağırdı. ‘Git işine’ dediler. Altlarında askeri pantolon, üzerlerinde fanila gibi bir şey vardı. Sakallıydı bazıları. İlçede görev yapan askerler değildi onlar. Eve ulaştığımızda ev sağlamdı. 2 saat sonra askerler eve geldi. Teğmen geldi, ‘Bu eve bir şey yapmayın,’ dedi. ‘Emir aldık, yapacağız,’ dediler. ‘Çalı çırpıyı yakın, duman çıksın,’ dedi teğmen. Asker de evin etrafındaki çalı çırpıyı yaktı. 242 iş yeri yakıldı. İster istemez bir ticaret vardı, esnafla asker arasında. Tanışıklık vardı.”
‘Mersinli olduğunu söyle evini yakmasınlar’
Duruşmada mahkeme başkanının söylediği bir şey var. Helikopterlerle ilçe taranıyor. Havan topları atılıyor. Tablo böyle olunca, ölü sayısı daha fazla nasıl olmamış? Mağdur avukatlarından Sidar Avşar, bu sorunun manidarlığına tersi yönden katıldı. “Daha çok asker nasıl ölmemiş?” Aynı soruya yanıtın ne olur?
“Olay olduğu yıllarda, Mahmut Cantekin, Demir Çelik İlkokulu’nda öğretmenlik yapıyor. İfadesinde anlatmıştı. Öğrencilerinden birine, askerlerden biri ‘Gidin buradan, çatışma çıkacak,’ demiş. Çocuk diye inanmamış. Sonra silah sesleri gelmeye başlamış. Ve hatta bu öğretmen, evinin yakılmaması için kendisinin Mersinli olduğunu söylemiş. Askerler de, ‘Biz gidiyoruz, bizden sonraki askerlere de söyle Mersinli olduğunu, evini yakmasınlar,’ demiş. Bunları anlattı Mahmut Cantekin. Nöbet kulübesindeki asker, çarşıdaki insanları uyardı. Önlem o şekil alındı. Ahırlara sığınıldı.”
Anadolu’dan Görünüm Programında Gösterilen Mermi
Davanın müdahil avukatlarından biri olan Sidar Avşar’a, ortalama bir T. C. vatandaşına, bir hukukçu olarak, Lice’yi PKK’nin yapmadığı nasıl anlatılabilir, diye soruyorum. Resmi iddiayı çürüten aksi bilgiler neler?
“Bunu anlatabilmem için aynı zamanda karşımdaki insanın olayın olduğu dönemin şartlarını bilmesi gerek. Yani sanık Eşref Hatipoğlu kimdir, Tünay Yanardağ kimdir? Nasıl tanınıyorlar bu insanlar, JİTEM yapısı ile ilişkileri nedir? Bunlara bakmak lazım. Keza aynı şekilde Bahtiyar Aydın kimdir, nasıl bilinir?
Zira tanık ifadelerinden ve o dönem hakkında yazılanlardan anlıyoruz ki, Bahtiyar Aydın, Tünay Yanardağ ve Eşref Hatipoğlu iyi anlaşamıyorlar. Yanardağ ve Hatipoğlu, JİTEM yapılanması içinde yer alırken Aydın, bu yapılanmaya karşı halkın yanında olan bir yaklaşım içerisinde. Zaten Aydın’ın içinde bulunduğu JİTEM yapılanmasına karşı duran askeri grubun çoğu, şüpheli bir şekilde hayatını kaybetmiştir. Kazım Çillioğlu, Bahtiyar Aydın, Eşref Bitlis bu grup içerisindeki kişilerden bazıları. Bu başka bir konu.”
“Davaya dönecek olursak Bahtiyar Aydın Lice Jandarma Komutanlığı’nın bahçesinde öldürülmüştür. Daha iyi anlaşılması için dosyadaki krokiye de bakalım. Şimdi olayın gerçekleştiği yer ve krokiye bakılacak olursa, Lice Komando Bölüğü Lice’nin kuzeyinde yer almaktadır ve onun üst kısmında, tamamen dağlık bir bölge vardır. Sanık Eşref Hatipoğlu’nun iddiasına göre, Bahtiyar Aydın bahçede, kapının önünde vuruluyor. Yine Eşref Hatipoğlu’nun ifadesine göre, dağ tarafından oraya kanas silahıyla ateş edilerek vurulmuştur. Devamında Lice’ye hiçbir basın mensubu sokulmazken sadece TRT 1’den Anadolu’dan Görünüm programına izin veriliyor ve bir basın açıklaması yapılıyor. Hatta bu basın açıklamasında Aydın’a isabet eden merminin duvardaki izini ve hatta kurşunu da çıkarıp gösteriyor. Kuzey tarafından yapılan bir atıştan bahsediliyor. Oysa o tarafta bir bina var. Bu bina, Komando Birliği’nin binası ve U şeklinde bir bina. Kapı tarafı ilçeye bakıyor, kuzeyi ise dağa bakıyor. Silah kuzeyden geliyor. Oysa bu krokiye göre, kuzeyden sıkılan bir kurşunun avluda bulunan birine isabet etmesi mümkün değil. Çünkü bina buna engeldir. Binanın kuzeyinde çok dik bir dağ var. Hadi diyelim ki bir şekilde dağın tepesinden ateş edildi ve Bahtiyar Aydın vuruldu. O açıdan kurşun sıkılırsa mağdurun vücudundaki kurşun giriş ve çıkış yerlerinin farklı olması gerekir. Yani bu durum fizik kurallarına aykırıdır. Bu kurşunun o açıyla çıkabilmesi için mesafenin karşıdan ve kısa bir mesafe olması gerekiyor. İşte biz bunun için sürekli olarak keşif yapılması talebinde bulunuyoruz. Ancak bu talebimiz bir türlü kabul edilmiyor. Keza artık gelişen teknoloji ile birlikte, bu bahsettiğim olayların hepsi araştırılıp tespit edilebilir. Olayın bir de mahkeme boyutu var. Sanık Eşref Hatipoğlu, TRT’de yapılan Anadoludan Görünüm adlı programda, elinde bir tüfek ve mermi çekirdeği ile o günü anlatıyor. Açıklamasında olayın elindeki silahla gerçekleştirildiğini ve mermi çekirdeğini de Bahtiyar Aydın’a isabet eden mermi çekirdeği olduğunu belirtiyor.
“Ancak daha sonra dosyaya baktığımızda, dosya içeriğinde ne silahla ne de mermi çekirdeğiyle ilgili tek bir evrak veya bilgi var. Bu durumun sebebini mahkemede kendisine sorduğumuzda ise, sanık silahın Genelkurmay Başkanlığı tarafından kendisine verildiğini ve mermi çekirdeğine de ne olduğunu bilmediğini söyledi. Bunun sebebini sorduğumuzda ise, ‘Ne olacak ki bir mermi çekirdeği önemsemedim,’ dedi. Sizce o dönemde Diyarbakır Jandarma Alay Komutanlığı’na kadar yükselmiş, çok önemli ve büyük operasyonlar yürüten Eşref Hatipoğlu, olayda bulunan mermi çekirdeğinin önemli bir delil olduğunu ve saklanması gerektiğini bilmiyor mudur?”
‘Çatışmanın olduğuna ilişkin deliller ileri sürülsün, inanalım’
“Ölü olarak ele geçirilen” PKK’li yok örneğin ya da “çatışma” esnasında görülen “terörist”? Bunlar nasıl açıklanabilir?
“İddianameye değinmek lazım. Zira iddianamede de, savcı demek ki olayın bir çatışma olmadığına ilişkin delil elde etmiş ki, Eşref Hatipoğlu ve Tünay Yanardağ’ı sanık olarak göstermiş. Olayda, aradan geçen 20 seneye rağmen saldırıya katıldığı tespit edilen örgüt mensubu olmamıştır deniliyor. Devamında, hiçbir örgüt üyesinin ölü ya da yaralı olarak ele geçirilememesi, bütün gün süren çatışmada, sadece bir polisin yaralanması, çatışmanın ortasında kaldığı iddia edilen zırhlı aracın aslında zarara uğramaması, hasar gören ev ve araçların nasıl hasar gördükleriyle ilgili tespitin yapılmamış olması, askerlerin evlerden aldıkları silahların örgüte ait silah olduğunu ileri sürmesine rağmen daha sonra bu silahların ruhsatı bulunan kişilere ait olmasının ortaya çıkması ve daha hatırlayamadığım ama uzun uzun sayabileceğim çok fazla ayrıntı var. Bence bütün bu saydıklarıma bakılarak, tüm olay örgüsü mantık silsilesi içerisinde değerlendirildiğinde, halen çatışma olduğunu iddia edenler var ise; çatışmanın olduğuna ilişkin delilleri ileri sürsünler, biz onlara inanalım.”
Dönüp dolaşılan sözcük, “inanmak.” Eşref Hatipoğlu müdafii avukat Mehmet Eren Turan’la da konuşmak istedim. Müvekkilinin izni olmadan konuşmak istemediğini söyleyip, nezaketle reddetti. Lice Katliamı’nın faili PKK ise, davanın süreci niye bu halde, diye basit bir soru sormaktı niyetim ve müvekkilinin yargılandığı başka bir dava hakkında bilgi almak. Nedir dava? Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen başka bir soruşturmada Hatipoğlu, 1995 yılının Mayıs ayında, PKK’li olduğu gerekçesiyle yakalanan Memduh Demir ve Şeyhmus Kaban’ı helikoptere bindirip aşağı atma iddiasıyla sanık olarak yargılanıyor. Buradaki bilgi, o dönem için her şeyin yapılabileceğinin bir göstergesi sayılabilir mi? Yine aynı dağ ve yine duman. Konuşamadık.
Başa dönecek olursak, PKK mi yaptı, devlet mi sorusu ortada kaldığı sürece, benzer soruları ortaya çıkaracak olaylar hep yaşanacak. Hemen her dava dosyasında adını okuduğum, insan hakları mücadelesinde adı baki kalacak, isminin sevgiyle ve vefayla anıldığı Tahir Elçi’yi kim öldürdü örneğin?
“Peki, PKK içindeki infazlara ne demeli?” diyecek kimi okur. Gönül ister ki bir gün, konuşalım. Kol kırılıp, yen içinde kalmasın.
Yazıyı bitirdikten sonra Şiyar Kaymaz’a gönderdim. Var mıdır itirazı, eklemek istediği diye. “Belki bir gün üçümüzün fotoğrafını birden çekersin,” dedi. Güzel olur. Umarız öyle olur.