’78 Maraş dava dosyası ‘devlet sırrı’ denilerek avukata verilmedi. Avukatın tespiti, doğru ve isabetlidir: “Devlet bir şekilde bu dosyalara ulaşılmasına izin vermiyor. Bu yalnızca bürokratik bir aksaklık değil, tamamen devletin bir kararı.” Maraş, Madımak, Hrant Dink cinayeti… ‘Yerli ve milli’ adaletsizlik/imha zincirinin üç halkasıydı. Zinciri kopartamadığımız için yeni halkalar eklenerek, bugüne gelindi!
Tahrik olmak… Açılan gazoz gibi köpürmek. TC vatandaşının bir kesiminin aynen böyle tahrik olma hakkı var.
30 yıldır sönmeyen Madımak ateşi. Aziz Nesin tahrik etmişmiş. Buydu, devlet zevatının dilindeki. Bu, Sivas sokaklarındaki dinci-faşist çetelereyeşil ışıktı: “Elbette tahrik olanlar otel yakacak ve gün boyu ‘Şeriat isteriz’ diye bağıracaktır…”
Bunlar, Erdal İnönü’nün açıklamasındaki MİT’çinin beyanına göre, ‘tahrik olanların’ gaz çıkarmasıymış… Başbakan Yardımcısı’sın, dinliyorsun ve “Ne diyorsun?” diye sormuyorsun.
Bülent Ecevit de Başbakan, ’78 Maraş Pogromu’nda. O da sormuyor; MİT’in raporunu okuyor ve dosyasına koyuyor.
Hrant Dink Cinayeti Davası’nda, Trabzon MİT’ten biri, “kırıntı yok mu?” diye soran Başbakanlık müfettişine, kırıntıyla fırının bulunacağını açıkça söylüyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, müfettişine, bilgi vermeyen için “Bu ne diyor?” demiyor, soruşturmayı yapan savcı da es geçiyor.
Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner de İsmailağa ve Fethullah Gülen teşkilatları soruşturmasında MİT’ten niye bilgi alamadığını ancak yıllar sonra eski Müsteşar Emre Taner’den öğreniyordu. Verilmek istenmemişti, çünkü.
Ecevit’e ‘Maraş, MİT Planlamasıydı’ Raporu
19-24 Aralık 1978’de Maraş’ta devletin ilgili birimlerinin yön vermesiyle ve faşistlerin planlı saldırısıyla Alevi-Kızılbaşların ve devrimcilerin yaşadığı Yörükselim Mahallesine saldırıda (resmi verilere göre) 111 kişi öldü. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e MİT’teki kendi kaynaklarından gelen 3 Ocak 1979 tarihli rapor “MİT Hakkında Özel Not…” notuyla verildi. Ecevit, “Ekli bilgi çok ciddi bir kaynaktan verilmiştir. Değerlendirilmesinde yarar vardır” notunu düşerek güvendiği kişilere dağıttı ve arşivinde sakladı. Ecevit, 27 yıl sonra arşivindeki 15 No’lu belgeyi paylaştı. MİT’in kadro yapısını analizle başlayan ve Psikolojik Savunma Başkanı’nın ‘Nakşibendi’ olduğu belirtilen raporun haberini özetle aktarıyorum:
“1972’de Ecevit’in otosunu sabote etmeyi planlayan ve uygulaması için emir veren kişi… İstanbul’da işkencelerinde başarılı olduğundan Ankara’ya atanmıştır. Olaylarda MİT gerekli bilgiyi hükümete iletmemiştir… Bugün MİT, MHP ve kontrgerilla ile müşterek bir çalışma içerisine girmiş, asıl görevini yapmayıp tamamıyla MHP yanlısı bir kuruluş haline gelmiştir… MİT Hukuk Müşaviri ve Psikolojik Savunma Başkanı, Türkeş’in talimatıyla hareket eder… CHP iktidarı devraldıktan sonra vuku bulan büyük olayların (Malatya, Sivas ve Kahramanmaraş) çıkacağına dair 1-2 ay evvelinden haber verilmediğinden yüzlerce vatandaşımızın can ve mal kaybına sebebiyet vermişlerdir. Önceden haber vermek bir tarafa, olayın yaratılmasında en etkin rol oynamışlardır. Nitekim Kahramanmaraş olayı MİT’ten (..) (..) (..) (..)’in (isimler yazarlarca gizlendi, RA [Rıdvan Akar]. CD [Can Dündar]) müşterek planlamaları ile çıkarılmıştır. (..) Türkeş, oraya …’in tavassutuyla …’u tayin ettirerek Güney Bölgesi’ni ele geçirmiş ve Kahramanmaraş olayını rahatlıkla tertip ettirmiştir. Eğer MİT olayın içinde olmasaydı, Kahramanmaraş’tan her türlü istihbaratı aylar evvel alır ve olayın zuhur etmesine meydan vermezdi. MHP’nin bir organı haline gelen MİT, CHP zamanında meydana gelen büyük olayları yapan ve yaptıran MHP’lilere ait hiçbir istihbarat ve bilgiyi vermeyip saklamış, sadece sola ait bilgiler aktarmak suretiyle olayları sola mal etmiştir. Kurulan sıkıyönetim mahkemelerine sağa ait raporların verilmemesi, sadece sola ait raporların verilmesi hususunda Türkeş, MİT’teki elemanlarına talimat vermiştir.”
Erdal İnönü’ye MİT’ten ‘Madımak, Gaz Almaktı’ Cevabı
Madımak yangını davası avukatlarından Şenal Sarıhan’ın sıraladığı soruşturma ve yargılamada eksikliklerden anlıyoruz ki sokaktakilere yol verilmiştir.
Dikkat çekici bir hususu da Sedat Bozkurt yazdı. Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’ye MİT yetkilisinin verdiği cevabı aktardı: “Bir MİT yetkilisine ben de neden geç kalındı sorusunu sordum. Bana, ‘bazen, bazı hareketlerin gazını almak için olayların gelişmesi kendi haline bırakılır’ şeklinde bir cevap vermişti.”
İnönü, bunu Oral Çalışlar’la yaptığı bir söyleşisinde anlatmıştı.
Madımak’ta devletin ne tarafta olduğunun itirafıydı.
Sivas sokaklarında saatlerce “Şeriat isteriz” diye gösteri yapılmış ve insanlarımız yakılmıştı.
Meğerse gaz almakmış, bütün bunlar…
Oysa o yıllarda Sünni İslam ve laiklik çelişkisi üzerine ne analizler yapılıyordu… Sünni İslamcıların ağzından dökülen de “mağdurum da mağdurum” vesaire…
MİT yetkilisinin beyanı, devletin tepe protokolü ile ağız birliği etmişçesine uygundu, Sedat Bozkurt onları da aktardı.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel: “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş.”
Başbakanı Tansu Çiller: “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir.”
Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü: “Ne yapayım, yetkim yoktu.”
İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu: “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir.”
Demirel boşa konuşmuyordu, deneyimliydi; faşistlerin sokağa salındığı 1970’lerde Milliyetçi Cephe hükümetinin Başbakanı olarak söylediği asla unutulmaz: “Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz…”
Susurluk kazasında devletin kontra ilişkisinin ortaya çıkmasına da “Devlet, bazen rutinin dışına çıkabilir” demiştir.
Bunlara rağmen Demirel’in demokratlığından kelam edenler, hafızasızlardır.
Dink Cinayetinde Trabzon MİT: Kırıntı Sizi Fırına Götürür
Hrant Dink Cinayeti, TC vatandaşının can güvenliği olmadığının örnek vakasıdır. Trabzon polisi ve jandarması (JİTEM) “öldürülecek” istihbaratını aldığı halde Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de gazetesi AGOS’un kapısı önünde öldürüldü.
JİTEM, muhbirin ifadesiyle Trabzon jandarmasıydı. 2006’da (Yasin Hayal’in halasının kocası) Coşkun İğci, Yasin Hayal’in Hrant Dink’i öldüreceği istihbaratını cinayetten altı ay önce Temmuz 2006’da JİTEM görevlilerine söylediğini ifade eden elemandır. Trabzon jandarmasından ilişkide olduğu kişiyi, “Engin isimli JİTEM görevlisi” olarak tanımlayan Coşkun İğci, verilen iki telefon numarasıyla ilişkiyi sürdürdüğünü anlatmıştır.(1)
18 yaşında bile olmayan bir çocuğun “kafam bozuldu” deyip Trabzon-Pelitli’den kalkıp İstanbul’a gelmesi ve katil olması, bu kadar kolay mı? Ne tesadüf ki, 2006’da Trabzon’da Rahip Santoro’yu öldüren Oğuzhan Akdin de 16 yaşındaydı.
Hrant Dink Cinayeti Davası’nın ilk aşamasında katil ve birlikte olanlar cezalandırıldı. Hrant Dink ailesi avukatlarının soruşturmanın genişletilmesi talepleri dikkate alınmadı.
Fakat iktidarda, AKP ile Fethullah koalisyonundaki çatlağa ve devlette kanatlar kavgasına göre soruşturma derinleştirildi.
Trabzon, İstanbul ve Samsun’dan 2014’te polislerden, 2016’da 15 Temmuz sonrasında jandarmadan bazıları yargılandı. Dosya Yargıtay’daydı, bazı mahkûmiyet ve beraat kararları onandı.
Cinayetle ilgili üç iddianame hazırlanmış ve davası görüşülmüş olsa da halen “vur” emrini veren ve teşkilatı ortaya çıkartılmadı.
Soruşturma ve yargılama, Hrant Dink’i 21-26 Şubat 2004 tarihleri arasında hedef gösteren Genelkurmay Başkanı’nı, İstanbul Valiliği’nde görüşen MİT’çisini, çanak tutan gazetecisini, ihbarcısını ve AGOS’un kapısında “ayağını denk al” diyen faşistini kapsarsa ancak ‘meçhul’ kalmayacaktır. Bütün bu aşamalar cinayet zincirinin birer halkasıdır!
16 yıldır süren dava dosyasında MİT’ten gönderilen hiçbir bilgi-belge yok! Trabzon’da yaşanan görüşme, ne demek istediğimi anlaşılır kılacaktır. Başbakanlık müfettişlerinin, Trabzon MİT Bölge Başkanlığı’ndaki yemek sırasında Hrant Dink cinayetiyle ilgili bilgi alamayınca, “Hiç olmazsa [bize] bir kırıntı verin” demesi üzerine muhatap MİT’çi, “Kırıntı, sizi fırına götürür” demiştir.(2)
Dink ailesinin avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu, 2008’deki raporda olmayan, ama Nedim Şener’in kitabındaki bu diyaloğu, 13 Nisan 2017’deki duruşmada tanık olarak dinlenen müfettişlere sordu. Yasemin Tuğçe (İnan) Babaoğlu, “Aynen bu şekilde oldu” dedi ve beyanı, diğer iki müfettiş Mehmet Akın’la Ayşegül Genç de doğruladı.(3)
Avukat Hakan Bakırcıoğlu, yüzlerce klasörlük dosyaya hakimdi. Kamu görevlilerinin yargılandığı davanın (Nisan 2016-Mart 2021 dönemi) duruşmalarını (zorunlu olarak birkaçı hariç) izledim. Hakan, hayatının en verimli yaşında maalesef aramızdan ayrıldı. Çok erkendi. Hakan, sırt sırta verilecek bir dosttu. Saygıyla…
Müfettişlerin kırıntı alamadıkları beyanına, o gün mahkemede bulunan gazeteci arkadaşlarımızla birlikte Bülent Aydın ve ben de şahidiz (ismini hatırlamadığım dostlardan özür dilerim).
Peki bir savcı, bu beyana rağmen, o MİT görevlisine “Neymiş bu kırıntı?” diye sorabildi mi?
Hrant Dink Cinayeti davasında bugüne kadar olduğu gibi ‘kırıntı-fırın’ beyanı dâhil soruşturma derinleştirilmediği sürece dava bitmiş olmayacaktır!
Başsavcı İlhan Cihaner’e De MİT’ten Bilgi Verilmemiş
İlhan Cihaner de 2007’de atandığı Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı’yken, İsmailağa ve Fethullah Gülen teşkilatları hakkında yaptığı soruşturmada da MİT’ten bilgi alamamış. Yıllar sonra müsteşara niye bilgi verilmediğini hatırlattı.
9 Kasım 2016’da ‘TBMM FETÖ/PDY 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi Araştırma Komisyonu’na bilgi veren MİT eski Müsteşarı Emre Taner’di.
Hatırlıyoruz değil mi? AKP iktidarı, Fethullahçı teşkilatla o kadar ‘keskin’ mücadele etti ki, TBMM komisyonu raporunu dahi yazamadı.
Komisyonda milletvekili İlhan Cihaner, MİT eski Müsteşarı Emre Taner’e sordu: “2004 yılında Millî Güvenlik Kurulu’na basbayağı çok güzel bir rapor sunmuşsunuz. Bunu benden niye sakladınız? Birisi ilgi duymuş, soruşturmaya başlamış, niçin ‘Böyle bir şey yok’ dediniz?”
MİT eski Müsteşarı Emre Taner’in cevabı: “Şimdi, tabii, MİT’in o dönemde bazı böyle Ortodoks kararları vardı. Yani Başbakanın dışında, kanunda yer alan hususların dışında, doğrudan doğruya, adalet mekanizması da olsa Adalet Bakanlığı üzerinden gelmeyen bazı taleplerin cevaplanmaması veya işte bu şekilde cevaplanması tarzında bir anlayış hâkimdi, başka bir art niyet yoktur, inanınız ki bir şeyi örtmek, saklamak vesaire değildir, daha sonra 2004’te bu herkesin önünde ifade edildiğine göre zaten bunu siz de gördünüz, biliyorsunuz. […] Yani, MİT müsteşarları Başbakanın müsaadesi olmadan böyle bir şey yapmaz, yapmamalıdır, Başbakan müsaade ederse ki Erzincan olayında Başbakan oradaki iki arkadaşımız için bu müsaadeyi vermiştir yoksa onlar da alınamazdı.”
Komisyon tutanağında ilgili kısmı aynen aktarıyorum:
“İlhan Cihaner: Bakın, ben bu yapıyı soruşturmak için müsaade istediğimde verilmiyor ama o yapının kurguladığı ve sizce kumpas olduğu bilinen kişilere yönelik bu izin veriliyor.
Emre Taner: Haklısınız… Yani bir çelişki var, kabul ediyorum, ama bunu, tabii…
İlhan Cihaner: Çelişki, ama Türkiye’yi bu noktaya getirdi bu çelişki.”(4)
Emre Taner’e MİT’in orduda Fethullah teşkilatı hakkında ne tür çalışma yaptığı da soruldu. İzmir Milletvekili Aytun Çıray Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ adına sordu: “MİT Yasasına göre Türkiye’de üç kişi MİT Müsteşarı’ndan bilgi talep ediyor, biri de Genelkurmay Başkanı’dır. […] 2002-2010 döneminde MİT’ten bize -aynen onun ifadeleriyle söylüyorum- Türk Silahlı Kuvvetlerine ‘Ahmet, Mehmet, Hüseyin -neyse işte- Fetullah Gülen Cemaati’ne mensuptu’ diye tek bir rapor gelmedi.”
MİT eski Müsteşarı Emre Taner, “Evet, söylenen söz yanlış değildir” dedikten sonra Aytun Çıray’ın ısrarı üzerine cevabındaki iki cümle dikkat çekiciydi: “Evet efendim, orada biraz evvel ben de ifade ettim onu. Tabii, o noktada siyasi iktidarın düşüncesine uymak mecburiyetindeyiz.”(5)
Yani istihbarı bilgi var mı yok mu? Varsa niye verilmedi?
Komisyon tutanağı çok bilgilendiricidir. Eski Müsteşar Emre Taner komisyona önce Oslo süreci hakkında bilgi vermişti. Politik süreci, Kürt meselesinin belirlemeye devam ettiği günümüzde Emre Taner’in anlatımından güncelliğini koruyan kısmı aktarıyorum:
“Liceli değilim Diyarbakırlıyım. Babam zavallı ikinci askerliğini yaparken orada doğmuşuz diye, biz bir anda olduk Kürt. Kürtlere karşı değilim,Kürt meselesinde çözüm sürecine giriş sebebim de budur. Kan dursun istedik. Hâlâ durmuyor, sıkıntı devam ediyor, devreye girişimizin sebebi budur. […] Biz Oslo sürecine yabancılar Kürt meselesini oyuncak yapmasın diye girdik. Şöyle bir baktık, ne kadar yabancı servis varsa hepsi PKK’yla iç içe, istedikleri gibi konuyu alıyorlar, veriyorlar, zavallı Türkiye kenardan seyrediyor. ‘Olmaz’ dedim, dönemin Başbakanlarına ve diğerlerine, devreye girmemiz lazım, müdahale etmemiz lazım, biz baş başa kalmalıyız bu grupla, problemi kendimiz çözmeliyiz, başkalarına bırakmayalım. Onların niyeti başkaydı, uluslararası bir konferansa götürmek istiyorlardı konuyu, çok taraflı, çok yanlı bir konferansa götürmek, Kürt meselesini orada hallettirmek istiyorlardı, tabii ki aleyhimize. Oslo’ya bu yüzden gidildi. Oslo ihanet değildir, bunu söyleyenler yanılır. Her yerde sapına kadar konuşurum bunu, sonuna kadar konuşurum. Oslo ihanet değildir. Oslo, bir kanın durdurulması için yapılmış bir hadisedir. […] Dağda emeklilik yok, dağda ölüm var bunu biliyorlar, yanaşmak istediler fakat yapamadılar, olmadı çünkü önlerine doğru düzgün bir yol haritası koyamadık. Çözüm süreci belli bir yere geldi, Habur’da tıkandı. Habur ihanet değildir.”(6)
Dava Dosyasına ‘Devlet Sırrı’ Diyen Zihniyet
Ecevit’e verilen rapordaki itiraf öylesine bir beyan değildi ki, ’78 Maraş dava dosyasına ‘devlet sırrı’ denilerek Avukat Seyit Sönmez’e verilmedi.
Dosyanın 2012’den beri alınmasıyla uğraşılıyor.
Son olarak 2022 Ekim’de dosyayı deposunda tutan Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin kararını uygulamadı ve Avukat Seyit Sönmez’e dosyayı vermedi.
Avukatın tespiti, doğru ve isabetlidir: “Devlet bir şekilde bu dosyalara ulaşılmasına izin vermiyor. Bu yalnızca bürokratik bir aksaklık değil, tamamen devletin bir kararı.”
Maraş, Madımak, Hrant Dink Cinayeti… ‘Yerli ve milli’ adaletsizlik/imha zincirinin üç halkasıydı. Zinciri kopartamadığımız için yeni halkalar eklenerek, bugüne gelindi!
NOTLAR:
(1) Coşkun İğci’nin İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği’ne verdiği 8.2.2007 ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği 31.1.2007 tarihli (Soruşturma No: 2007/115) ifadesi, Birleşen-İstanbul 5. Ağır C. Mah. 2014-221, 11. Klasör Teftiş Kurulu Raporu, 14. ve 44. sırada (Ek-D), s. 207, 235.
(2) Nedim Şener, Kırmızı Cuma, 6. Baskı, Doğan Kitap, İstanbul-2011, s. 353.
(3) 13 Nisan 2017’de Hrant Dink Cinayeti Davasında, 10.10.2008 tarihli Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu’nu hazırlayan Başmüfettişler Mehmet Akın, Ayşegül Genç ve Yasemin Tuğçe (İnan) Babaoğlu, tanık olarak dinlendi, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 2016/32 Esas, 13.4.2017 tarihli duruşma 43. Celse Tutanağı, s. 37, 65, 84.
(4) TBMM FETÖ/PDY 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi Araştırma Komisyonu Tutanak Dergisi, 9.11.2016, Dönem: 26, Yasama Yılı: 2, s. 146-147.
(5) age, s. 122-123.
(6) age, s. 125.