Esra Kılıç – 25 Eylül 2019
Mahkeme: Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi
Dosya No: 2015/64
JİTEM örgütüne ilişkin 1999 yılında hazırlanan 11 sanıklı iddianame ile 2005 yılında hazırlanan 5 sanıklı iddianamenin 2010 yılında birleştirilmesiyle JİTEM Ana Davası olarak anılmaya başlayan ve Musa Anter’in öldürülmesine ilişkin 2013 yılında başlatılan davayla birleştirilen Musa Anter ve JİTEM Ana Davası’nın 25 Eylül 2019 tarihli 22. duruşması, Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde gerçekleşti.
Duruşma Öncesi
Duruşma öncesi saat 13.30 civarı, duruşma salonunun önünde geçen celse birleşen davanın maktulü Ayten Öztürk’ün babası Hıdır Öztürk, avukatı Av. Hüseyin Aygün, Anter ailesi avukatı Av. Selim Okçuoğlu, Dicle Anter ve yanlarında daha sonradan tanıklık yapacağı öğrenilen Selami Sağdıç; sanık Savaş Gevrekçi, sanıklar avukatları Av. Kaya Yelek ve Av. Hikmet İşler; tanık olarak gelen dönemin OHAL valisi Ünal Erkan ve üç koruması; duruşmayı izlemeye gelen HDP Milletvekilleri Abdullah Koç, Mehmet Rüştü Tiryaki ve önceki dönem milletvekili Nazmi Gür; İHD Başkanı Öztürk Türkdoğan, Özgürlük için Hukukçular Derneği’nden Av. Kenan Maçoğlu, Kronos Gazetesi muhabiri Eylem Yılmaz, Cumhuriyet Gazetesi muhabiri Alican Uludağ beklemekteydi.
Saat tam 14.00’da mübaşir tarafları duruşma salonuna çağırdı. Yukarıda sayılanlarla birlikte duruşmayı 16 kişi izlemekteydi. Bir resmi giyimli polis memuru duruşma salonunda ayakta beklemekteydi. Mahkeme heyeti başkanının mevcut olmadığı, başkanlığı üyelerden birinin üstlendiği görüldü. Diğer iki üyenin ise yaşça çok genç oldukları gözlemlendi.
Mahkeme heyeti; Durmuş Ali Erbil başkanlığında, üyeler Duygu Sarıaslan ve Ömer Burakhan Polat’tan oluşmaktaydı. Cumhuriyet Savcısı Zafer Salan da mahkeme heyeti ile birlikte geldi.
Hıdır Öztürk ve Av. Hüseyin Aygün’ün katılan mahfilinde oturacak yer bulunmaması nedeniyle sanık müdafilerine ayrılan bölümde oturduğu, sanık Hamit Yıldırım vekili Av. Kaya Yelek’in Av. Hüseyin Aygün ile bu konuda konuştuğu görüldü. SEGBİS sistemi ile dinlenecek üç tanığın Bakırköy Adliyesi, Karşıyaka Adliyesi ve Karaburun Adliyesinde hazır oldukları görüldü.
Duruşmaya Dair
Mahkeme Başkanı Erbil, duruşmayı Hıdır Öztürk’ün beyanıyla başlatmadan önce Hıdır Öztürk’e hitaben “Tunceli’ye talimat yazılmış. Ben mahkemede beyanda bulunmak istiyorum demişsiniz. Buyurun” dedi.
Maktul Ayten Öztürk’ün babası Hıdır Öztürk, ‘Arz edeyim efendim’ diyerek elindeki kağıttan yazılı beyanını okumaya başladı:
“Sayın Başkanım, 84 yaşındayım. 27.07.1992 tarihinde kızı derin devlet tarafından kaçırılarak, işkence edilerek, kulakları kesilmiş, gözleri çıkarılmış, acılı ve dertli bir baba olarak huzurunuzdayım. Yüce Tanrımın hikmeti ile size nasip ettiği kıymetli cübbenizin altındaki merhametli ve şefkatli vicdanlarınıza sığınarak ifademe başlamak istiyorum. Değerli mahkeme heyeti, sayın başkanım; ben 27 yıldır yani çeyrek asırdan fazladır durmadan, bıkmadan, yorulmadan adalet arıyorum. Uzun bir süre adaleti bulmak için çaldığım bütün kapılar yüzüme kapandı. Kızımı kaçırıp öldürenler hakkında savcılar dava açmaya bile gerek görmedi. Aradan yıllar geçti. 2011 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinin kapısı bana açıldı. Derdimi orada anlatabildim ve bütün Türkiye feryadımı duydu. Bu tarihten sonra mahkemelerin kapıları bana açıldı. Ama bugüne kadar mahkemelerden de bir sonuç çıkmadı. Davanın dosyasındaki otopsi raporu kızımın katillerini bulunması için değil, bulunmaması için yazıldı. Zira 27 Temmuz 1992 tarihinde öğleden sonra kaçırılan kızımın cesedi 8 Ağustos günü bulundu ve davanın sanık konumundaki Abdülkadir Aygan kızımın 2 gün Diyarbakır’daki JITEM binalarında alıkonulduğunu söyledi. 27 Temmuz ile 8 Ağustos arasında 11 gün vardır. JITEM binalarında kaldığı 2 günü çıkarırsak geriye 8 gün kalmaktadır. Kızımın kayıp olma süresi sekiz gündür. Otopsi raporunu hazırlayan savcı ve iki doktor, “Ceset bir buçuk veya iki ay toprak altında kaldığından, kulaklar burun ve gözler çürümüştür” diye yazdılar. Oysa o otopsi raporunu yazan savcı kızımın 11 gündür kaçırıldığını biliyordu. Kızımın burnunun kesildiğini, saç derisinin yüzüldüğünü, gözlerinin çıkarıldığını, kulaklarını koparıldığını biliyordu. Katilleri aramamak için kızımın cesedini bir buçuk veya iki ay yer altında kaldığı için çürüdü” diyerek katilleri gizliyordu. Ya ben bu gerçeği mahkemeye anlatamadım ya da mahkemeler benim anlattığım gerçeği anlamak istemedi. Sayın başkan, benim kızımı, Ayten’imi katile gösteren adresini, telefon bilgilerini, çalıştığı iş yerini katile veren Tunceli alay komutanıydı. Ben, kızım Yeter ve kızım Makbule bu olayın şahitleriyiz. Bunu defalarca mahkemelere anlattık. Ama mahkemeler biz bu üç kişinin söylediklerine kulak asmadı. Tunceli alay komutanının “Görmedim bilmiyorum duymadım Yeşil’i tanımıyorum” yalanına inandı. Yeşil’i (Mahmut Yıldırım) o tarihte Tunceli’de tanımayan kimse yoktur. Ayten’in kaçırılıp öldürüldüğünü Tunceli’de duymayan kimse yoktur. Yeşil’i en fazla tanıması gereken alay komutanının onu hiç tanımıyorum demesi, ben Ayten’in öldürüldüğünü hiç duymadım demesi, bizimle ve adaletli alay etmesinden başka bir şey değildir kanısındayım. Kızımın kaçırılıp öldürüldüğü tarihlerde ben Tunceli Özel idare de yetkili bir kişiydim ve valiye bağlı olarak çalışıyordum. Kızımın öldürüldüğü anlaşılınca, valinin bana baş sağlığı dilemesi gerekirken, 20 yıldır oturduğum özel Özel idare lojmanlarını terk etmem için kendi imzası ile yazı yazmasını ve iş yerinde bana karşı düşmanca tavır takınıp istifa etmek mecburiyetinde bırakmasını mahkeme heyetlerini defalarca anlatmama rağmen dikkate alınmadı. Kızımın öldürülmesinin ardından 27 yıl geçti, dosyadaki belgelere bakarsanız, kızımın katili Yeşil ile Tunceli alay Komutanı arasındaki ilişkinin belgelerini bulursunuz. Yine dosyaya bakarsanız, otopsi raporunu yazan Savcı ile Yeşil’in aynı zihniyete mensup olduğunu savcının çok sonraları yazdığı şiirden anlarsınız. Yine dosyayı iyi tetkik ederseniz dönemin Tunceli alay komutanı ile Tunceli valisinin kızımın öldürülmesinde paylarının olduğunu görürsünüz. 27 yıl sonra burada Mahkemenizin huzurunda ve bütün insanlığın karşısında, bir gerçeği itiraf edeceğim. Benim kızım Aysel Çürükkaya, 1986 tarihinde Diyarbakır cezaevinden tahliye oldu. Hastaydı. Bingöl’de ameliyat oldu. Hasta haliyle gözaltına alındı, tehdit edildi. O da dağa çıktı. Oradan PKK aracılığıyla Avrupa’ya gönderildi. Avrupa’da kalan kızımın dağda olduğunu sanan Tunceli’deki devlet yetkilileri, intikamlarını bir un fabrikasında çalışan, hiçbir örgütle yakından ve uzaktan ilişkisi olmayan kızım Ayten’den aldılar. Kızımı bilinçli olarak kurban seçtiler, topluma göz dağı vermek maksadıyla burnunu kestiler, kafa derisini yüzdüler, kulaklarını kopardılar, gözlerini çıkardılar, cesedinin bulunması için bir eli dışarıda kalacak şekilde toprağa gömdüler. Ve böylece topluma korku saldılar. Sayın mahkeme heyeti, kanunlarda ‘suç şahsidir’ diye yazılıdır. Büyük kız kardeşin cezası, küçük kız kardeşe kesilmez bilirdik. ‘Ali’nin hakkı Veli’den alınmaz’ derdik. Hadi katiller görevlerini yaptı, savcı, vali, alay komutanı katilleri korudu, gizledi. Peki bu duruma müdahale etmesi gereken biz vatandaşları koruması için var olduğuna inandığımız adalet ne yaptı? Sustu! Bir daha diyorum altını çizerek söylüyorum, adeta bağırıyorum SUSTU! Benim eşim dini bütün bir kadındır. O katillerin bulunması için hep ziyaretlere, ermişlere gitti. Kızımın katillerinin bulunması ve cezalandırılması için onlara yalvardı. Ben de mahkeme kapılarında adalet aradım. Ama benim mahkeme heyetlerim, eşimin yalvardığı ziyaretler, ermişler gibi hep sustu. Siz bana bir yol gösteriniz. Eğer sizler de susacaksınız, Pir Sultan Abdal’ın deyimi ile; “Kalsın benim davam divana kalsın, Muhammet Ali benim vekilim kalsın benim davam.”
Bu beyanlar Hıdır Öztürk’ün mahkeme huzurunda verdiği ilk beyanlardı, yıllardır bu anı bekliyor gibi heyecanla ve bir o kadar da istekle okudu tüm yazıklarını. Beyanlarını okurken vücudu titriyor, ellerine hâkim olamıyordu. Özellikle Ayten Öztürk’e yapılan işkenceleri ayrıntılı vurguladığı cümleleri okurken ağlıyor, adaletin işlemediğini anlattığı cümlelerde sesi sertleşiyordu. Salondaki izleyiciler ve katılan vekilleri de gözleri dolarak dinlediler. Mahkeme başkanının da oldukça etkilendiği, yüzünün ifadesinden anlaşılıyordu.
Başkan sordu: “Kanundan dolayı sormak zorundayım. Şikayetçi misiniz, katılmak istiyor musunuz?”
Hıdır Öztürk: “Şikayetçiyim, katılmak istiyorum” dedi.
Hıdır Öztürk vekili Av. Hüseyin Aygün oturduğu yerden söz aldı: “Bazı yaralar hep açık kalıyor. Bu salonda müştekiler var. Sanıklar yok. Tunceli valisi ve Tunceli alay komutanı da sanık olmalıydı. Tanık Yeter Öztürk’ün beyanları dikkate alınarak bu iki kişi artık tanık değil, şüpheli konumundadır. Mahkemenin suç duyurusu ile ek iddianame tanzim edilmelidir. Bu kişiler kendi ifadelerinde de ilgili olduklarını itiraf etmişlerdir. Sadece itirafçı ya da teşhir olmuş kişileri yargılayan gerçekçi bir iddianame değil bu. Tunceli valisi ve alay komutanının planlama ve hazırlık safhasında Yeşil’e yardımları vardır. JİTEM olgusu çok eski, uzun bir literatürü var. Yeşil deyince dönemin CHP Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya’nın bu konuda bilgisi çoktur. Tanık olarak dinlenmesini istiyoruz. Elazığ’da açılan soruşturma Ayten Öztürk hakkındaki AYM kararının gereklerini yerine getirmedi. Etkili soruşturma yapılmadı. Cesedin yanında üzerinde kan damlaları olan bir erkek mendili vardı. Savcı tutanak ile 20.08.1992 tarihinde Emniyete göndermiştir. Bu erkek mendilindeki kanın araştırılması gerekir. Astsubay Hüseyin Oğuz’un ifadelerinde1994’te askeri yetkili Mustafa Başol’un haberi olduğunu söylemiştir. Bu kişinin de dinlenmesi gerekir. Ahmet Cem Ersever’den sonra yerine gelen Cahit Aydın’ın da Ayten Öztürk cinayeti yönünden yeniden dinlenmesi gerekir. Gözaltında kayıp olgusu günümüzde de devam ediyor. Ankara’da kayıp kişiler var. Örneğin Mustafa Yılmaz yedi aydır kayıp. Diğer dört kişi emniyete teslim edilmişti” dedi. Son olarak Javier Marias’ın ‘Berta İsla’ adlı kitabından bir bölüm okuyarak var olduğu besbelli olan ama varlığı ispatlanamayan bir gerçek olarak JİTEM’i tarif etti. Ve bu acıların dağılması için heyeti göreve davet ettiğini belirtti.
Av. Hüseyin Aygün’ün beyanından sonra katibin başkana sessizce bir şeyler söylediği görüldü. Daha sonradan anlaşılan Hıdır Öztürk ve Av. Hüseyin Aygün’ün beyanlarının SEGBİS sistemindeki arıza nedeniyle kayıt altına alınmamış olduğuydu. SEGBİS’le ilgili yaşanan sorun giderilmeye çalışıldıysa da Hıdır Öztürk ve Av. Hüseyin Aygün’ün beyanları kayıt edilmemişti.
Başkan Hıdır Öztürk’ten elindeki kağıdı imzalayarak mahkemeye sunmasını istedi. Mübaşir Hıdır Öztürk’ün beyanlarının fotokopisini çektirip geldi ve dosyaya sunuldu. Av. Hüseyin Aygün’ün beyanlarını ise özet olarak tekrar aldı.
Savaş Gevrekçi’nin avukatı Av. Hikmet İşler’in duruşma salonundan çıktığı, on dakika sonra geri geldiği, elinde poşette su şişeleri olduğu, müvekkiline, Av. Kaya Yelek’e, Av. Hüseyin Aygün’e ve Hıdır Öztürk’e su verdiği görüldü.
Tanık ifadelerine geçildiği anda öncelikle Ünal Erkan’ı çağırmak isteyen Başkanı durdurarak Av. Selim Okçuoğlu söz aldı: “Ünal Erkan’dan önce Nedret Ersanel’in dinlenmesi gerekiyor. Biliyorsunuz onun beyanı yüzünden Ünal Erkan çağrıldı. Hatta belki yüzleştirme yapılması gerekebilir” dedi.
Dönemin OHAL Valisi Ünal Erkan’ın Beyanı
Bunun üzerine öncelikle SEGBİS sistemi ile bağlanmış olan gazeteci tanık Nedret Ersanel’in dinlenmesine başlanıldı:
“Musa Anter cinayetinden bir gün sonra bölgeye gittim. Kaçırılan Söz Gazetesi muhabirleri ile röportaj yaptım. Muhabirleri 21 SV 004 plakalı Beyaz Toros marka bir arabanın kaçırdığını söylediler. Dişlerini kırmışlardı. Bu röportajım 27.09.1992 tarihinde Nokta Dergisinde yayınlandı. Dönüşte uçakta OHAL valisi Ünal Erkan ile karşılaştık. Uçakta yanına gittim. Görüşmek istediğimi söyledim. Kendisi uçakta olmaz, havaalanında inince konuşalım dedi. Havaalanında bir odada görüştük. Musa Anter cinayetini sordum. MGK toplantısına geldiğini söyledi. “Araştırıyoruz. Yasa dışı örgütün meselesi olduğu anlaşılıyor. Örgüt propagandasını devletin üstünden yapıyor. Bu kişi de örgütten biridir. Kod adı da bellidir” dedi.
Av. Selim Okçuoğlu “Röportaj metnini talimat dosyasına sunsun” dedi. Başkan da tanığa dosyaya sunmasını söyledi. Tanığın beyanı bittikten sonra SEGBİS bağlantısı kapatılmayıp Ünal Erkan’ın beyanından sonra yüzleştirme yapılacaktı.
Ünal Erkan, tanık olarak dinlenmek üzere duruşma salonuna çağrıldı. İki koruması ile birlikte geldi. Çok yaşlı olduğu ve yürürken zorlandığı görüldü. Kâtibin telefon numarası ve adres bilgilerini sorması üzerine kâtibe yaklaşarak kimsenin duymayacağı bir şekilde beyan etti.
Başkan, “Abdülkadir Aygan, Mahmut Yıldırım bunları tanımazsınız herhalde?” şeklindeki yönlendirici sorusuna “Tanımam. Aygan ile yurt dışında bir mülakat yapıldığını biliyorum sadece”, diye cevapladı. Başkan’ın, “Gazeteci Nedret Ersenal ile uçakta karşılaşmışsınız. Bir şeyler söylemişsiniz” demesi üzerine Ünal Erkan şunları söyledi: “Tanımıyorum vallahi. Ne demiş tanımıyorum, yemin ederim. Benim bildiğim Musa Anter’in öldürüldüğü olay günü gecesi silah sesleri gelmiş, çevreden insanlar olayı bildirmiş, iki kişi vuruldu demişler. Biri yaralı demişler. O aralar pek böyle olaylar yoktu. Ne olduğunu öğrenin dedik. Bunlar iki gün üst üste otelde kalmışlar. Rahmetli Anter ile akrabası. İki gün biri gelip gidiyor otele. Olay gecesi de bu gelen kişiyle birlikte üç kişi biniyor arabaya. Polisler soruşturdu o zaman. Otel personeline de sormuşlar. Otelden çıktıkları gün taksiyle bir yere gidecekken otele gelen kişi durduruyor bunları. Çıkmaz bir sokakta rahmetli Anter’i vurmuşlar. Ben de üniversitenin rektörünü aradım. Önemli bir hasta var dedim. Elden ne geliyorsa hizmet etsinler diye söyledim. Yaralının kurtarılması için yaptım. Bu olayla ilgili bilgim budur” dedi.
Başkan SEGBİS ekranındaki Nedret Ersenal’i göstererek tanıyıp tanımadığını sordu.
Ünal Erkan, “Tanımıyorum vallahi. Zannediyorum ki Birgün gazetesinin TV kanalı var. Orada çıkan biri, ama tanıyorsam gâvur olayım. Ben yıllardır devlete hizmet eden bir memurum. Bir gazeteciye böyle bir şey söylemem mümkün değil. Böyle konuları ben niye konuşayım. Ben hiç röportaj bile yapmadım ömrümde. Haftalık basını bilgilendirme yapardık o zaman. Bunun dışında hiçbir şey demedim. Dediysem gâvur olayım. Aygan da yazıyor. Onunla da mülakat yaptılar. Taraf Gazetesi yayınladı. Bölge valisi bilir mi diyorlar. O da bilmez mi diyor. Hâlbuki jandarmanın komutanı var. Her ilde vilayet valisi var. Ben birimlere karışma durumunda değilim. Benim hiçbir bilgim yok. Vallahi tanımıyorum. Kimse ile ahbaplığım yok. Ben bilseydim hemen yakalatırdım zaten” dedi.
Orhan Miroğlu vekili Av. Serhat Menzilcioğlu araya girerek “Dilerseniz ben Nedret Ersenal’ın beyanını okuyayım ve hatırlatmış olayım” dedi ve okudu. Ünal Erkan, “Yemin ediyorum ben böyle bir konuşma yapmadım. Benim koskoca bir devlet memurluğu hayatım var. Tertemiz. Ben bir gazeteciye yayınlanacağını bile bile böyle bir laf eder miyim? Şerefimle temin ederim” dedi.
Av. Selim Okçuoğlu, “Ünal bey, 92-95 arası OHAL valisi idiniz. Daha sonra Doğru Yol partisinden milletvekili oldunuz. Ve bakanlık yaptınız. O döneme dair bilginiz yok muydu?” diye sordu. Ünal Erkan, “Ben gittiğimde orada insanlar sokağa çıkamıyorlardı. Fakat 93’ten itibaren bölgede asayiş on numara sağlanmıştı. Artık olağanüstü dönem yoktu” diye cevapladı.
Başkan, Savaş Gevrekçi’ye “Kendini tanıt” dedi. “Tanıyor musunuz?” diye sordu.Ünal Erkan, “Bir defa gördüysem gavur olayım. Yeşil ile bir defa karşılaştıysam, konuştuysam gavur olayım” dedi. Savaş Gevrekçi ise “Beni tanımaz. Nereden tanısın” dedi. Bu esnada başkan devamlı gülüyordu.
Av. Selim Okçuoğlu o dönemde yaşanan cinayetleri anlattı. “Bilginiz, merakınız yok muydu, bir OHAL valisi olarak” diye sordu. Fakat Ünal Erkan “Ben bilmem” dedi. Sürekli ben bilmiyorum diyerek soruları kesiyordu. Av. Selim Okçuoğlu, “OHAL valisinin çok yüksek yetkileri var. Özel bir kanunu var. Hatta süper vali deriz biz ona.” Ünal Erkan, “Sokağa çıkma yasağı koymak, yol kesmek, memuriyetten ihraç etmek bunlardı benim yetkilerim.”Av Selim Okçuoğlu, “Peki cinayetle ilgili çalışma yapmadınız mı?” Ünal Erkan, “Yapılmıştır ama ben hatırlamıyorum.” Av. Selim Okçuoğlu, “Bölgede çok faili meçhul cinayet oldu. Milletvekili Mehmet Sincar sizin döneminizde öldürüldü. Ohal valisi olarak hiç merak etmediniz mi?” Ünal Erkan, “Bunları niye merak etmeyeyim. Benden önce de vardı, sonra da oldu. Ben OHal valisi olarak ne yapmam gerekiyorsa yaptım. Ben 92 başında geldim. O zaman Diyarbakır’dan Elazığ’a gidilemiyordu. Fakat 94’ten sonra yürüyerek bile gidilirdi. Tertemiz oldu. Ben bölge valisiydim. Ben her konunun soruşturmasını yapamam. Soruşturma makamları var” dedi.
Başkan, “Bitirelim artık, sosyolojik boyutunu bırakalım” dedi.
Av. Selim Okçuoğlu, “Sayın Başkan buraya gelen üç maymunu oynuyor. MGK’da sizden bilgi istendi mi?” diye sordu. Ünal Erkan, “Benden bilgi istenmez. Ben anlatırım. Anlatmışsam anlattım mı ne oldu hatırlamıyorum. Her gittiğimde bir ay içinde olan olayları talepleri, bütçe taleplerini arz ederdim. Ben valilerin amiriydim. Aynı zamanda ben o ahalinin dertlerini çözmek için de belli bir zaman ayırırdım. Örneğin devletin silah gücü PKK’den düşük idi. Ben arttırdım. Mayından ayağı kopanlar vardı. Göç edenler vardı. Hepsi ile ben ilgilendim. O sizin faili meçhul dediklerinizin bulunması için her şeyi yaptım. Arşiv var mı bilmem ben. Fakat bu gazeteciye ben öyle bir şey demedim. Zaten bilsem de demezdim. Sizler JİTEM ilgili bilgi almak için yanlış isim seçmişsiniz. Ben bilmem”, dedi.
Tanık, beyanları boyunca kendisine soru soran avukatlara cevap vermek yerine kendi söylemek istediklerini söyledi. Avukatların soru sormasına dahi izin vermeyerek sözlerini kesti. Avukatlar doğrudan soru soramayacaklarını anladıktan sonra başkandan soruları kendisi kanalıyla sormayı teklif ettiler. Fakat bu yöntem de aynı nedenlerle işe yaramadı. Bu esnada Hıdır Öztürk ayağa kalkıp “biliyor ama söylemiyor, söylemeyecek” diye bağırdı. Ünal Erkan “biliyorsam gâvur olayım” dedi. Hıdır Öztürk “Allah’ınızdan bulun” dedi.
Ünal Erkan, “Benim gizlediğim bir tek şey varsa ben buradan çıkamayayım. Anlattım kardeşim işte. İki kişi otelde kalıyor. İki gün bir adamla görüşüyor. Ben mi bileceğim. Görüşenler bilecek. Biri öldü Allah rahmet eylesin. Diğeri yaşıyor. Bildiğini saklayan da gâvur olsun” dedi.
Dicle Anter, “O dönem cinayetler beyaz Toroslarla işlendi. Bunlar suç aletidir. 95, 96’da ne yaptınız Beyaz Toroslarla” derken tanık özünü kesti ve “Siz hep konuşuyorsunuz. Habire gazetelere çıkıyorsunuz. Biraz susun. Ben Beyaz Toros dediklerini izah edeyim. Bölge valisi, il valisinin araç ihtiyacı var mı diye sorar. O sene de araç ihtiyacı vardı. Her şehre beyaz Toros marka araç verildi. Bunun altında bir şey mi arayacağız illaki? Bu araçlarla suç da işlenmiş olabilir. Ben nereden bileyim. Olayların aydınlatılmasından iller sorumludur” dedi.
Av. Hüseyin Aygün sordu: “JİTEM ile ilgili ne biliyorsunuz?” Ünal Erkan, “Jandarma istihbaratı diye bir şey var. Buna JİTEM mi denir, ne denir ben bilmem. Ama illegal diyemezsiniz, buna yargı karar verir. JİTEM yasaldır” dedi.
Av. Hüseyin Aygün, Ayten Öztürk ile ilgili ne bildiğini sordu. Tanık cevaben “Vallahi ben bilmem. Allah rahmet eylesin. Bu cinayetlerde örgütün de dahli vardır. Kamunun bazı kesimlerinin de. Biliyorsam şerefsizim. Fakat hiçbiriniz şu ana kadar otele gelen adam kimdi diye sormadınız. O adam çözer bu işi. Ben bütün doktorları seferber ettim. Yaralıyı kurtardım. Başka şey bilmem. JİTEM mi yaptı, PKK mı yaptı biliyorsam gâvur olayım” dedi.
Nedret Ersanel söz istedi: “Valinin beni hatırlamaması normaldir. Otuz yıl oldu. Sonra da görmedim. Bu görüşmeyi de hatırlamaması normaldir. Ama asla görüşmediğini söylemesi yanlış oldu. Çünkü görüşmemizi ispatlayabilirim. Uçak rötar yaptı zannetmiştik. Meğer Sayın Valiyi bekliyormuşuz. Uçağın sol arka tarafına oturdu. Görüşme yaptığımız odada da yalnız değildik. Koruma polisi vardı. Ayrıca bizim foto muhabirimiz vardı. Bu röportaj da otuz yıl önce yayınlandı. Ben meslek şerefimle temin ederim ki, bu metin gerçektir. O dönem bölgede geceleri uyunmuyordu. Burada yazılanlar da maalesef doğrudur. Benim elimden gelen bu kadar, söyleyeceklerim bu kadar” dedi.
Ünal Erkan, “Olay doğru olabilir. Bana soru sormuş da olabilir. Fakat ben bu devletin bu kadar sene hizmetini yapmış biri olarak böyle bir cevap vermem” dedi.
Diğer Tanık Beyanları
Orhan Miroğlu’nun bildirdiği tanıklardan Arif İpekoğlu çağrıldı. Beyanında, “Ben emekli emniyet müdürüyüm. Musa Anter’in öldürüldüğü zaman asayiş şube müdürü yardımcısıydım ve o gün nöbetçiydim. 27 yıl geçti. Neden ancak şimdi geldim bilmiyorum. O gün haber merkezi olayı anons etti. Ben cinayetten sorumlu olduğum için olay yerine gittim. Yerde iki kişi yatıyordu. Önce tanımadım. Tesadüfen Musa Anter’in kitabını 15 gün önce okumuştum. Sonradan tanıdım. Yaralının Orhan Miroğlu olduğunu anladım. Kendisi yaşıyordu. Amacım bir an önce kimin vurduğunu ona söyletmekti. Fakat konuşmadı, cevap vermedi. Hastaneye sevk ettik. Bir kamyonet bulduk. Yaralıyı attık. Üniversiteye götürdük. Orhan Miroğlu yıllar sonra beni buldu, teşekkür etti. Ben TEM’de değildim. Asayişteydim. Gerisini bilmem. Musa Anter’i tanıyınca zaten TEM’e haber verdik. Olay yeri tertibatını delil tedbirini karakol almıştır. Benim görevim yaralıyı konuşturmaktı. Ama konuşmadı. Sanırım çok korkmuştu. Sonra görevim hayatını kurtarmaktı” dedi.
Av. Selim Okçuoğlu, “Delil araştırması ne yapıldı?” diye sordu. Arif İpeklioğlu, “Tabii ki tüm ekip yaptı. Kapılar çalındı. Silah, kovan arandı.” Av. Selim Okçuoğlu: “Abdülkadir Aygan diyor ki, tetikçi umman marka silahını çöpe atmış. Siz amirdiniz. Silah bulamadınız mı, sormadınız mı, olay yerinde ne yaptınız?” Arif İpeklioğlu, “Ben yaralıyı götürdüm. Silah bulunamamıştı sanırım” dedi.
SEGBİS’le tanık Hüseyin Oğuz’a bağlanıldı. Beyanında, “Ben TEM’de çalıştım. JİTEM’de görev almadım. İstihbarat şube müdürü olarak emekli oldum. Kıdemli başçavuştum. Biz devleti zor durumda bırakan hadiseleri kendi aramızda konuşurduk. Bilirdik. Ayten Öztürk olayında karakol komutanının bilmemesi mümkün değil. Türk Solunun ilk çözülen kişisinin yer göstermesini ben yaptım. Ayten Öztürk olayından çok etkilendim, yaralandım. Çünkü PKK ile ilgisi yoktu. Benim ne kızım var ne anam var ne de karım. O cinsle hiçbir ilgim yok. Ama çok korumacıyım. Ayten Öztürk JİTEM’de sorgulandı bunu biliyorum. Elazığ JİTEM komutanlığına gittim ben. Vatan hainliği ile mücadele edilir. Edilir elbet ama masum kişilere işkence yapıldı. Ben karşıyım, bana ters” dedi.
Dicle Anter ve Av. Kaya Yelek Başkana hitaben “daha önce dinlenmişti bu tanık. Aynı şeyleri söylemişti. Lütfen sadece Ayten Öztürk’ü sorun. Yoksa susmaz” dediler. Başkan “yorum yapmadan sadece bildiklerini anlat” dedi.
Hüseyin Oğuz devam etti: “Bildiklerim, Elazığ JİTEM’de infaz edildi. Ben sıradan istihbaratçı değildim. Çok istihbarat gelirdi bize. En ince teferruatına kadar bilirdik. Bu olayla da insani olarak ilgilendim.” Başkan, “Bana kariyerini anlatma. Biliyoruz artık. Net bilgi ver” dedi.
Hüseyin Oğuz, “JİTEM’de gözaltı yoktur. İnfaz vardır. Ben Mesut Mehmetoğlu ve Abdülkadir Aygan ile telefonda konuştum. Ayten Öztürk’ü aldık dediler. Abdülkadir Aygan, “Ben PKK itirafçısıydım. Şimdi kendimi kabul ettirmek için bunu yaptım. Ama pişmanım. Elazığ JİTEM’e götürdüm sorguladım” dedi bana. “Her biri ayrı ayrı işkence yaparak öldürdüler. Tamamen işkenceden geçirildi. Bir kişi öldürmedi yani. Yüzbaşı Zeki’nin gerçek kimliği bulunsa bu olay çözülür. Orada avukat Metin Can ve doktor Hasan Kaya işkence edilerek öldürüldü. Ayten bunlara tanık olmasaydı belki öldürülmezdi” dedi.
Av. Hüseyin Aygün: “Tunceli valisi ve alay komutanının dahili var mıdır? Hüseyin Oğuz: “Tunceli çok karışık bir coğrafya. Karakol komutanının kesin haberi vardır. Mazgirt ilçe jandarmaya bağlı karakol komutanının.”Av. Hüseyin Aygün: “Sizden beklentimiz isim vermenizdi. Aynı isimleri söyleyip duruyorsunuz. Bize isim vermiyorsunuz”, dedi. Hüseyin Oğuz, “Ama beni koruyan yok” dedi.
Orhan Miroğlu tanığı Söz Gazetesi sahibi Halit Tunç ile SEGBİS bağlantısı açıldı. Beyanında: “Musa Anter’in öldürüldüğü gece gazetemizin muhabirleri kaçırıldı ve darp edildi. Arkadaşlarımızı darp edenler ve Musa Anter’i öldürenlerin aynı kişiler olduğunu polise söyledik. Muhabirlerimiz ile karakola ben de gittim. Kişilerin robot resmini çizdirdik. Ama ne hikmetse defalarca anlatmalarına rağmen eşkali uygun çizmediler. Biz yine de gazetemizde yayınladık. Ben o dönem yetkililerle görüştüm. OHAL valisi Ünal Erkan ile de görüştüm. Bana PKK işledi bu cinayeti dedi. Görüşmelerimiz sonuçsuz kaldı. Olaydan önce Musa Anter “ben Kürtlerin amcasıyım” diyerek PKK’ye parmak sallamıştı. Bu nedenle öldürülmüş olabilir. Muhabirlerimizin ismi Ferit Aslan, Hüseyin Çilek ve Zeki soyadını hatırlamıyorum. Üçü de şu anda Diyarbakır’da aktif gazetecilik yapıyor” dedi.
Av Kaya Yelek sordu: “Kaçıranlar kaç kişiydi ve Musa Anter ile nasıl bağlantı kurdunuz?”
Halit Tunç: “Muhabirlerimiz üç kişi dediler. Telefonda ilk görüşmemizde JİTEM kaçırdı bizi dediler. Araçta telsiz telefonu olduğunu ve ağır silahlar olduğunu söylediler. O dönem siyasi cinayetler yaygındı. Onun için anladık biz de. Zaten Musa Anter cinayetine çok yakın bir yerde bizimkilerle karşılaşmışlar. Cinayetten yaklaşık üç dakika falan. O panikle arkadaşlarımızı kaçırmışlar. Sorgulayıp darp etmişler. Robot resimlerden birisi kısmen Hamit Yıldırım’a benziyordu. O dönem hava çok sisliydi bölgede. Cinayet merkezleri oluşmuştu. Cinayetleri Hizbullah, JİTEM ve PKK yapıyordu. Mesela sendika başkanı, öğretmen, aydın ve PKK sempatizanı kişileri JİTEM öldürüyordu. İslami bir dil ya da yapıyı oluşturan kişileri Hizbullah öldürüyordu. Kendilerine zıt olan Kürt entelektüellerini PKK öldürüyordu. PKK bana karşı da bir eylem gerçekleştirdi” dedi.
Av Serhat Menzilcioğlu, “Siz sonradan internetten vs fotoğraflarını görüp kişileri eşleştirdiniz mi?” Halit Tunç, “Ben bilmiyorum ama Ferit bey yıllar sonra Yeşil’i TV’de görünce kendisini kaçıranlardan biri olduğunu anlamış” dedi.
Tanık anlatımları bittiğinde heyet ara kararlara geçmeden Av. Selim Okçuoğlu heyete hitaben, “Sayın Başkan, benim şahsi mail adresime bir mail geldi. Tanıklık yapmak isteyen biri var. Şu anda duruşma salonunun önünde. Dinlenmesini istiyoruz” dedi ve mailine gelen yazının çıktısını heyete verdi. Hâkimler ve Savcı yazıyı tek tek okuduktan sonra Savcı olayla ilgisi bulunması nedeniyle tanığın dinlenmesini mütalaa etti. Ve ara kararda da tanığın dinlenmesine karar verildi. Tanık çağrıldı. Başkan tanığa sen kimsin, neden buradasın diye sordu.
Selami Sağdıç: “Ben mühendisim. 1998-2010 yılları arasında Eskişehir Hava İkmal’de görev yaptım. Yüzbaşı Mehmet Erdi ile 2010 yılının Mart ayında Ankara’ya bir iş için geldik. Otele gelmeden Mehmet Erdi telefonda konuşmalar yaptı. Otele gittiğimizde bir adam bizi bekliyordu. Üzerinde avcı yeleği, ayağında asker postalı, parmağında kalın bir yüzük vardı. Kendisini Namık Kemal Özcan diye tanıttı. Bana nerelisin diye sordu. Ben Eskişehirliyim deyince, ona nerelisin diye sordum. Türkiyeliyim dedi. Ankara’ya neden geldin dedim. 35 yıldır Türkiye’ye hizmet ediyorum. Şimdi hasta oldum. Tedavi için geldim dedi. Ne iş yapıyorsun dedim. Önce mezar kazıyorum dedi. Sonra Türkiye’ye karşı olan Ermenilerin mezarını kazıyorum dedi. Gece geç saatlere kadar konuştu, hiç susmadı. Mehmet Eymür ve FETÖ hakkında konuşuyordu. Benim tepkilerimi gözlemliyordu. Gece ayağında botları ile uyudu. Ben şüphelendim ve korktum. Aynı odada kalıyorduk. Gece kalkıp resepsiyona indim. Kaldığımız otel Beşevlerde Anadolu Turizm Meslek Yüksekokulunun uygulama oteliydi. Resepsiyondan başka bir oda istedim. Başka oda yok dediler. Değiştirmediler. Ben gece aşağıda uyudum. Sabah odaya döndüm. Bana kartvizitini verdi. Kartvizitte üç tane numara vardı. Ben telefon numaramı gizleyerek bu numaraları aradım. İkisine ulaşılamıyordu. Birinde yaşlı bir kadın çıktı. Burada böyle biri yok dedi. Daha sonra beni gizli bir numara aradı. Ben korktum açmadım. Sonra oteli aradım. Odamda birlikte kaldığım kişinin adını sordum. Sizin yalnız kaldığınız görünüyor dediler. Nasıl olur dedim. Kızdım. Şikayetçi olacağım sizden dedim. Sorumlu biri ile konuşturdular beni. Ben çok ısrarcı olunca 15 dakika sonra Namık Kemal Özcan diye biriyle kaldınız dediler. Ben sonra fotoğraflarından bu kişinin Yeşil olduğunu anladım. Eskişehir’de karakola gidip şikayetçi oldum. Fakat hiçbir şey olmadı. Ankara’ya geldiğimde de Beşevler Polis Karakolu’na yönlendirildim. Görevli polis bana dedi ki “O istihbaratçı bir polistir. Bana bir fotoğraf gösterdi. Bu kişiydi” dedi. Fakat benim gördüğüm kişi fotoğraftaki kişi değildi. Ben internetten araştırdım. Mahmut Yıldırım’ın el yazısını buldum. Bana verilen kartvizitteki el yazısı ile karşılaştırdım. Aynıydı. O kişi Mahmut Yıldırım’dı. 2 ay önce Ankara’ya geldiğimde, şikayetçi olduğum dosyayı sordum. Takipsizlik kararı verilmiş. Dosyanın içeriğine bakmak istedim. Baktırmadılar.”, dedi.
Başkan, “Anlattıklarının dosya ile alakası yok. Bu sizin şahsi bir meseleniz gibi görünüyor. Gidip Emniyete söyleyebilirdiniz. Bu dosyaya bir katkısı yok” dedi. Selami Sağdıç, “Ben Yeşil kırmızı bülten ile aranıyor duyunca buraya geldim. Emniyete şikâyet ettim tabi. Ama kapatıldı. Ve savcısı da FETÖ’den ihraç edildi.”
Av Selim Okçuoğlu, “Tanık kendisi mahkemeye geldi. Ben şahsen tanımam. Bana mail olarak önceden bildirmişti. Tabii ki her ‘Yeşil yaşıyor’ diyene itibar etmiyoruz. Fakat çok somut şeyler söylüyor. Otel kayıtları, hastane kayıtları, soruşturma dosyası bunların araştırılmasını istiyoruz. Öncelikle şikâyetin akıbeti sorulsun” dedi.
Av. Serhat Menzilcioğlu, “Başkanım biz Hasan Kaya’yı tanık olarak göstermiştik. Ama tanıklık yapmak istemiyor. Vazgeçiyoruz. Fakat Hasan Kaya’nın Feridun Yazar adlı kitabından bir bölüm okumak istiyorum. Musa Anter’in PKK tarafından tehdit edildiğini yazmış. Bunu okuyacağım. Her ne kadar Dicle Anter rahatsız olsa da” dedi. Dicle Anter, “Ben ne rahatsız olacağım. Biz bunu zaten kabul ediyoruz. Ama siz bunu temcit pilavı gibi önümüze koyup duruyorsunuz” diye bağırdı.
Av Serhat Menzilcioğlu, Medeni Ayhan’ın ‘Öcalan’ın avukatı olmam ve çekilmem’ başlıklı yazısından bir bölüm okudu. Yazının okunan kısmında Musa Anter’i PKK’nin öldürdüğüne ilişkin çeşitli cümleler dikkat çekti. Ayrıca Orhan Miroğlu’nun davayı ayakta tutmaya çalıştığını fakat bazı radikal basın mensubu grubunun faili ortaya çıkarmak değil, müvekkilini küçük düşürmeye çalıştığını beyan etti.
Av Hüseyin Aygün araya girerek “Burada basın yargılanmıyor, lütfen avukat bey” dedi.
Av Selim Okçuoğlu, “Biz 20 yıldır davayı takip ediyoruz. Mahkemeye yardımcı olmaya çalışıyoruz. Basınla olan probleminizi ayrıca konuşursunuz. Burası kimsenin kariyer planlama alanı değildir”, dedi.
Av Serhat Menzilcioğlu ile Av Selim Okçuoğlu bir süre tartıştılar. Meslek etiğine saygı duymak ve Av Serhat Menzilcioğlu’nun kendisinin tehdit edildiği iddiaları ile tartışma sürdü. Başkanın dışarıda tartışırsınız diyerek tartışmayı sona erdirmesi ile Av Selim Okçuoğlu’nun taleplerine geçildi:
- “Dosyada eksiklikler var. Örneğin Neriman Ekingen bir türlü dinlenemedi. Kendisi mahkemeden kaçıyor. Huzura zorla getirilmesini talep ediyoruz. Ve Orhan Miroğlu’nun tanıklarının görgüye dayalı bilgisi yok. Usul ekonomisi gereği bu dikkate alınsın, -derken Av Serhat Menzilcioğlu yine araya girerek bir takım itirazlarda bulundu. Hıdır Öztürk ayağa kalkıp “ayıp oluyor gençliğinden utan. Tartışmayın hakkımızı arayın”
- Kaçırılan Söz Gazetesi muhabirlerinden Ferit Aslan’ın tanık olarak dinlenmesini istiyoruz.
- MİT’e yazılan yazı dahil, eksikliklerin tamamlanmasını istiyoruz.
- Selami Sağdıç’ın şikayeti üzerine ne gibi işlemler yapıldığı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına sorulsun. Ayrıca bizim bu dosya ile ilgili zaman aşımı sorunumuz var. Lütfen taleplerimiz imtina ile yerine getirilsin.” dedi.
Av Hikmet İşler, “Selim bey, dosyayı uzatan sizsiniz. Meclis araştırma komisyonu gibi çalışıyorsunuz. Başından beri size zaman aşımını hatırlatan biziz. Şimdi kalkmış zaman aşımı diyorsunuz. Siz bu hale getirdiniz bu davayı.”, dedi.
Av Hüseyin Aygün, Mehmet Mesutoğlu’nun tutuklanmasını talep etti.
Av Kaya Yelek müvekkili Hamit Yıldırım’ın her hafta imza atmak suretiyle uygulanan adli kontrolünün hafifletilmesini, en azından on beş günde bir imza atmak şeklinde değiştirilmesini talep etti. Ayrıca Bedran Akdağ’ın tanık olarak dinlenmesini talep etti.
Av Serhat Menzilcioğlu, Ahmet Türk ve Şükrü Gümüş’ün tanıklığından da vazgeçtiklerini beyan etti.
Ara kararlar için heyet ara vermeden yazdırmaya başladı. Fakat duruşma salonu boşaltıldığı için ve ayrıca SEGBİS kaydı da alındığından Başkanın hızlıca söylemesi nedenleri ile ara kararlar kimse tarafından duyulamadı. 14.00’te başlayan duruşma saat 17.30’da sona erdi. Taraflar hızlıca duruşma salonunu terk etti. Ara kararlar daha sonra duruşma tutanağından öğrenilecekti.
ARA KARARLAR
- Hıdır Öztürk ve eşi Dilif Öztürk’ün katılan olarak davaya kabullerine,
- Sanık Hamit Yıldırım vekilinin adli kontrol uygulamasının hafifletilmesi talebinin reddine,
- Mehmet Mesutoğlu’nun tutuklanması talebinin kaçma şüphesi bulunmaması nedeniyle reddine,
- Abdülkadir Aygan hakkında uluslararası istinabe işlemi için Adalet Bakanlığına yazının beklenmesine, ayrıca Ayten Öztürk’ün öldürülmesi dosyası bakımından da savunması için aynı işlemin tekrarlanmasına,
- Muhsin Gül, Mehmet Zahit Karadeniz, Feti Çetin ve Mahmut Yıldırım hakkında yakalama emirlerinin infazının beklenmesine, Mahmut Yıldırım hakkında kırmızı bülten ile aramanın devamına,
- Abdülkadir Aygan ve Mahmut Yıldırım hakkında Ayten Öztürk’ün öldürülmesi suçlamasından dolayı kırmızı bülten düzenlenerek Adalet Bakanlığına gönderilmesine,
- Ahmet Türk, Hasan Kaya, Şükrü Gümüş’ün tanık olarak dinlenmelerinden Orhan Miroğlu vekilinin talebi nedeniyle vazgeçilmesine,
- Bedirhan Esenlik hakkında bilgilerin Sözcü Gazetesine sorulmasına,
- Nuri Sınır, Celal Yeltekin, Ömer Özüyılmaz, Neriman Ekingen, Ferit Aslan, Bedran Akdağ isimli tanıkların dinlenmeleri için gerekli işlemlerin yapılmasına,
- Hogir kod Cemil Işık’ın Almanya’da öldürülmesi olayına ilişkin soruşturma dosyalarının dosyaya dahil edilmesi için Adalet Bakanlığına yazı yazılmasına,
- Selami Sağdıç’ın Mahmut Yıldırım ile ilgili beyanları hakkında yapılan soruşturmanın akıbeti için Ankara Cumhuriyet Baş Savcılığı’na müzekkere yazılmasına,
- Beyaz Tv’de çalışan Latif Şimşek ile ilgili işlemlerin beklenmesine,
- Ana dava avukatlarından Av. Barış Yavuz ve Abdülkadir Aygan müdafii Av. Ece Çamyiğit’in mazeretlerinin kabulüne,
- Tanık Süphan Mete’nin soruşturma aşamasındaki beyanının gelecek celsede okunmasına,
- Musa Anter cinayeti sonrası OHAL Valisi Ünal Erkan’ın katıldığı iddia edilen MGK üyelerinin dinlenmesinin celse arasında değerlendirilmesine,
- Duruşmanın Sebgis sistemi ile kaydının çözümü için bilirkişiye gönderilmesine,
- Hıdır Öztürk vekili Av. Hüseyin Aygün’ün taleplerini yazılı sunması halinde ilgili yerlere müzekkere yazılmasına, karar verildi.
Bir sonraki duruşma 25 Aralık 2019 günü saat 14.00’da gerçekleşecek.