Bu ülkede bu mesleği yapıyorsanız, hangi dönemde olursa olsun öğrenirsiniz hemen klişeleri:
“Müfettiş görevlendirildi”, “Operasyon başlatıldı”, “Gerekenler yapılıyor” ve “Toprağa verildi.”
Sokak ortasında katledilmiş, mutlaka bir selam vermişliğiniz olan kişinin cenazesinde bakarsınız çevrenize:
Sıra kimde?
Bu kez Tahir’de.
Tahir Elçi durmadan koşturdu; bir cenazeden diğerine, bir insan hakları eğitimden boşaltılmış bir köye, bir işkence mağdurunun itibar edilmeyen ifadesinin eksiksiz tutanağa geçmesi için mahkemeye, oradan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, gözyaşının aktığı her bir göze.
Bir gün sıra geleceği belliydi de onca yıl, 90’lar geçildikten sonra 2015’te…
* * *
Dün sosyal medyaya çoktan düştüğünde haberi yoktu henüz ailesinin.
Elbette alışıktır da Diyarbakır’da yaşayanlar hastanelere umutsuz gitmeye.
1991’de Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Diyarbakır’da çalışmaya başladığını anlatıyordu bültenler.
Tam değil öyle.
Cizreli Tahir Elçi, bitirdikten sonra fakülteyi döndü memleketine.
Genç bir avukattı, Cizre’de, “beyaz Toroslar” vardı, herkesin bildiği JİTEM’i Ankara reddediyordu bıyık altından güle güle.
Tahir Elçi, hızlı başladı.
Köylerinden alınıp geri getirilmeyenlerin, kuyulara atılan bedenlerin, işkenceden geçirilenlerin avukatıydı.
Elbette kolay değildi böyle çalışmak Cizre’de.
Geçtiğimiz günlerde, “JİTEM’ci değil” denilerek beraat ettirilen sanıklardan biri ifade verdi:
“Örgüte çalışıyor.”
İşaret verildi, sürek avı başladı, Elçi’nin bürosu hemen basıldı.
Gözaltında işkenceyle tanıştı.
Ofisi talan edildi, bin bir zorlukla elde ettiği evrakları dağıtıldı.
Çıktığında, çıktığına sevinmemesi gerektiğini fısıldayanlar dört yandaydı.
Öldürülebileceğini anladı.
Evini, ofisini derledi topladı, daha güvenli diyerek Diyarbakır’a taşındı.
Ama vazgeçmedi.
Bir eli Cizre’deydi, bir eli Kuşkonar köyünde, bir eli Diyarbakır’daydı, bir eli Lice’de.
Tehditlere aldırmadı, beyaz Toros sürekli ofisinin önünde.
İnsan Hakları Derneği ile çalıştı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’yla, faili meçhul cinayetlerini aydınlatmaya çalıştı ve korumaya çalıştı yakılmış köy topraklarını.
Bir dilin peşindeydi, bütün iklimi değiştirecek bir dilin.
Birbirinin ne konuştuğunu anlayabilmek, birbirini dinleyebilmek için bir dil gerekliydi.
Dışarıdan kim gelirse gelsin Diyarbakır’ı sevdirdi.
Diyarbakır’a gidenlerin ilk adresiydi.
Hızlı konuşur, hızlı hareket eder, her yere yetişmek için dört dönerdi.
Belki aldırmazlıktı bütünüyle o tez canlı hareketleri.
* * *
Eskişehir’e nakledilip beraatle biten JİTEM davasında, yaşamını cehenneme çevirenlerle yüzleşti.
Bir bir sıraladı öldürülen gençlerin isimlerini.
Cesaret, hamasetle değil, sokakta, mahkemede, köyde, kentte gösterilebilecek bir şeydi.
Geride bıraktığımız o kederli yazın bir bölümünü Cizre’de geçirdi.
Sokağa çıkma yasağından kalan ölümleri araştıran ilk heyetteydi.
Diyarbakır Barosu’nun raporunu açıkladı, elbette rapor da “tepki” çekti.
Mühim değildi.
1993’te Lice’de Tuğgeneral Bahtiyar Aydın dahil 16 kişinin öldürüldüğü dosyası, Roboski’yi, Kuşkonar köyüne uçaklardan bomba atılması davasını, JİTEM’i ısrarla takip ettiğinde de çekmişti.
AİHM’de ardı ardına kazandığı davalar, Türkiye’de adaleti getirmese de hakikaten kalple çalışanları da bütün o sahte kahramanları da deşifre etti.
Televizyonda kimseyi şiddete davet etmeden, kimse için şiddet çağrısında bulunmadan radikal bulunan fikirlerini söyledi.
Tam da kendisine uygun biçimde, AİHM kriterlerini bütün ülkeye öğretmek ister gibiydi.
Tutuklanmak istendi.
Çağırsalar gideceği ikinci adresi adliyeye, polis nezaretinde, “davet edildi.”
Tutuklansa belki dün öldürülmeyecekti.
Ama elbette tutuklanınca öldürülmemek seçeneği sadece dün için geçerliydi.
O cennet dilini bulabilmek uğruna, tutuklanma ile ölüm arasında tercihe zorlayan bir hayat geçirdi.
* * *
Fail kim olursa olsun, mutlu olanlar çok belirgin şimdi.
Daha da huzurlu bir hayat yaşayacaklarını düşünüyor birileri Tahir Elçi gittiğinde.
“Unutulmayacak”, “Tarihe geçti” sözlerinin anlamı yok, evet. Yeni ve eski mukayeselerinin de.
Karanlık da aydınlanmıyor birileri öldüğünde ama durmuyor bir avuç da kalsalar cesur insanlar, sıkça buluşsalar da cenazelerde.
Zira yok edilemiyor cesaret, soruşturma, dava, işkence, yakıp yıkma ya da faili meçhulle…