Bingöl’de toprağa basamayan anne, faili meçhul evladı o toprağın neresinde bilemediği için…
Güneydoğu’da çocuklar dahil tüm aile içerideyken yakılan “ev”…Hiç olmazsa o kurtulsun diye dışarı atılan bebeğin tekrar içeri ateşe atılması …
Kulağımda kulaklıklar TESEV’in internet sitesinden, vakfın “Ergenekon’un Öteki Yüzü: Faili Meçhuller ve Kayıplar” adlı çalışmasının tanıtım toplantısını canlı izliyorum.
Yukarıdaki iki alıntı toplantının katılımcılarından Doğu Anadolu Bölgesi Âkil İnsanlar Heyeti’nde Mehmet Uçum’un cümlelerinden…
Raporda ortaya çıkan bulguların tartışıldığı panelde Uçum’un dışında Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, gazeteci Oral Çalışlar, yaptığı çalışma ile TBMM’de önemli bir misyon üstlenmiş Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanı, AK Parti Milletvekili Nimet Baş da var.
Baş konuşmasında bir yandan Genelkurmay Başkanlığı’nın statüsünün yeni anayasa çerçevesinde yeniden belirlenmesi gerektiğini, bir yandan da “gerçekleri araştırma komisyonu” kurulması gerektiğini söyledi:
“12 Eylül döneminden kalmış böyle bir anayasa ile Türkiye’nin idare edilemeyeceği ortadadır. Yeniden yüzleşme ve demokratikleşme sürecine gireceksek bunun en önemli anahtarı sivil anayasanın yapılabilmesidir. Aynı zamanda gerçekleri araştırma komisyonları kurulmasıdır. Yargı boyutunun dışında da bir yüzleşme için gerçekleri araştırma komisyonunun kurulması gerekir çünkü…”
Nimet Baş, kurulmasını önerdiği “gerçekleri araştırma komisyonu”nun devlet sırrı denilerek kimi bilgilerden mahrum bırakılmaması gerektiğini de anlattı.
Tahir Elçi “PKK’lılarla silahlı çatışmada, askerin o bölgede örgüte yardım ettiğinden şüphelendiği köylüleri infaz ettiği, bölgede Renault arabalarda sivil giyimli kişilerin, şehirlerin ana caddelerinde rahatça gezdiği, jandarma binalarına rahatça girip çıktığı, yargısız infazlarda hukuk devletinin hiçbir güvencesi bulunmadığı” günlerden örnekler verdi.
“Kürt siyasi hareketi Ergenekon’un hedefiydi”
TESEV raporunu hazırlayan Gülçin Avşar da geçmişin aydınlatılması konusunda en büyük engelin devlet sırrı olduğuna dikkat çekti: “Arif Doğan’ın Beykoz’daki evinde yapılan aramada 9 çuval belge soruşturma kapsamında ele geçirilmiş, JİTEM arşivi denilen belge devlet sırrı gerekçesiyle kamuoyu ile paylaşılmamış, incelenemeyen bu dosyalar hak ihlallerinin ortaya çıkmasını engellemiştir” diye konuştu.
Konuşmaları dinledikten sonra TESEV’den 195 sayfalık raporu istedim. Ve okudum. Beni çarpan bölümlerin başında Ergenekon’un “hedeflediği kesimin sadece hükümet değil, Kürtlerin siyasi hareketi olduğunun bir kez daha altının çizilmesi” oldu:
“Ergenekon Davası, ‘derin devlet’ bileşenlerini açığa çıkarma konusunda öncülü sayılabilecek Susurluk Davası’na nazaran daha fazla ilerleme sağladı. Fakat raporun bulgular kısmında da açıkça ortaya konduğu üzere, davaya konu olan gevşek bağlarla örgütlenmiş çok merkezli bu suç ağının hedef aldığı tek sivil aktörün hükümet olmadığı, başta Kürtlerin siyasi hareketi olmak üzere toplumdaki muhalif hareketleri bastırmaya ve sivil siyaset alanını kontrol altında tutmaya çalıştığını da görmekteyiz. Bu kesimlere karşı işlenen ağır hak ihlallerinin yargılama dışında tutulmasında siyasi bir tercihin yanı sıra altyapıyla bağlantılı fiziki ve zamansal sınırlar olabilmektedir. Ayrıca davanın mevcut kapsamı bile kamuoyunda izlenebilirliği açısından oldukça uzun ve karışıktı. Bunun yanı sıra uzun süren yargılama sürecinin de olası sanık hakları ihlallerine sebebiyet verebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.”
“Ergenekon davasında yargılanmayan eylemler”
“Ergenekon Davası’nın sonunda mahkeme heyetinin, sanıklardan bazılarının ilişkili olduğu Susurluk Çetesi, Yüksekova Çetesi, JİTEM ve Özel Kuvvetler Komutanlığı gibi yapıların ağır insan hakları ihlallerine zemin sağlayan eylem biçimlerini açığa çıkartacak bir yargılama tercihinde bulunmadıkları görülmüştür. Bazı sanıklara ithaf edilen bu suçların arkasındaki kurumsal yapı ve siyasi kararlar, özellikle 1990’lı yıllarda Olağanüstü Hal (OHAL) bölgelerinde Kürt vatandaşlara karşı yoğun olarak uygulanan faili meçhul cinayetler ve zorla kaybetmelerde başlıca rolü oynamıştır. Yerel adli makamların, OHAL koşullarında etkili ve bağımsız soruşturma yürütememesinden dolayı gerçekte failleri bilinen bu yargısız infazlar hakkında hukuki süreçler başlatılamamıştır. O dönemde ancak bölgedeki avukatlar aracılığıyla AİHM’ye başvuru yaparak adalet arayabilen mağdurlar, ilk kez Ergenekon soruşturmasıyla birlikte bu infazların yerel bir mahkemede soruşturulabileceğine ilişkin bir beklenti sahibi olmuşlardır.”
“Aşağıdaki hikâyeyi utanarak aktarıyorum”
TESEV raporunda bölüm bölüm; Ergenekon dosyalarının çarpıcı kısımlarının incelemesine yer veriliyor. Birinci, ikinci ve üçüncü Ergenekon iddianameleri, ek klasörleri, gizli tanık ifadeleri yer alıyor. Rapor özellikle “devlet sırrı”nın gerçeklerin aydınlatılmasında nasıl bir “örtü” olduğunu da vurgulayarak yeni süreçler için “önerilerde” bulunuyor.
Onlarca örneğin yer aldığı çalışmada benim tüylerimi diken diken eden üçüncü Ergenekon İddianamesi’nden Gizli Tanık İlk Adım’ın anlattığı olay. Utanarak aktarıyorum. (Aşağıdaki olaydaki kişilerin ikisinin soyadı ifadelerde, raporda var. Ben baş harfini verip kısalttım. M.S.):
“Silopi İlçe Jandarma Komutanlığı ve Grand Otel’in karşısında evi bulunan Ayşe… isimli bir kadın vardı. Bu kadının kocası çobanlık yapmaktaydı ancak ismini bilmiyorum. Bu kadının Hacı isimli bir oğlu vardı ve PKK terör örgütüne katılarak dağa çıkmıştı. Ayşe isimli kadın oğlunu dağdan indirmek için araştırma yapıp oğlunun yerini öğrenmiş ve yanına gitmiş. Kadın oğlunun yanına gittiğinde kar ve yağmur nedeniyle orada iki gün kalmış. Kadın oradaki yaklaşık (15) kişiye kaldığı iki gün boyunca ekmek yapmış. Oradaki terör örgütü üyeleri kadını oğluyla bir an olsun baş başa bırakmamışlar. Hatta kadın oradakilerden bir tanesine oğlunu kendisine teslim etmelerini istemiş ancak kabul ettirememiş. Bunun üzerine kadın tekrar evine dönmüş. Kadın evine döndükten yaklaşık 15 gün sonra oğlunun yanındaki terör örgütü üyelerinden bir tanesi devlete teslim olmuş. Sorgusunda Ayşe isimli kadının dağda yanlarına gelmesi olayından da bahsetmiş. Yapılan araştırmalarda kadının kim olduğu tespit edilmiş. Bunun üzerine Uzman Çavuş Cengiz S. teslim olan örgüt üyesini kadına göndermiş. Örgüt üyesi kadına oğlundan selam getirdiğini ve tekrar yanına gideceğini söylemiş. Bunun üzerine kadın da bu örgüt üyesine iki çorap ve iki eldiven vermiş. Bunlardan birer tanesini kendisinin almasını, birer tanesini de oğluna götürmesini istemiş. Teslim olan örgüt üyesi aldığı bu malzemeleri getirip Cengiz S.’a teslim etmiş.
Bunun üzerine Uzman Çavuş Cengiz S., Uzman Çavuş Öcal… ?, Hasan S., Sadık D., İsmet T. ve Doğan….? kadının kocasını koyun otlatmadan dönerken alıp İlçe Jandarmaya getirip sorgu odasına almışlar. Sorgu odası kapının girişinden bir metre sonra projektörler vardı. Bu projektörler sorgulanan kişinin yüzüne tutulurdu. Girişe göre sağda sorgulanan kişileri asmak amacıyla hazırlanmış demirler vardı. Odanın diğer ucunda çeşme vardı. Sol tarafında ise üzerine elektrik düzeneği konulan bir tane masa vardı. Sorgu odasının kapısı tamamen kapalıydı ve dışarıya hiçbir şekilde ses gitmiyordu. Ben sorgu odasına girdiğimde adam tamamen çıplak bir vaziyette köşeye sinmiş bir şekildeydi. Cengiz uzman şahsa sürekli oğlunun örgütte olduğunu ve kendisinin de neden örgüte yardım yataklık yaptığını soruyordu. Adam ise oğlunun örgütte olduğunu her defasında söylediğini, hanımının ise kendisinden habersiz gittiğini, hem gittiyse bile oğlunu getirmek için gittiğini söylüyordu. Sürekli olarak evde iki çocuğu daha olduğunu, tek derdinin bu çocukların geçimini sağlamak olduğunu, kendisinin maddi durumu olmadığını, bu nedenle de örgüte yardım yapacak hiçbir şeyinin olmadığını söylüyordu. Adam sürekli Uzman Çavuş Cengiz S.’a yalvarıyordu. Cengiz S. daha sonra adamın üzerine yürüdü ve adama ayağa kalkması için bağırdı. Adam bu sırada ayağa kalktı ve iki eliyle apış arasını kapatıyordu.
Cengiz S. adamın sağ kolunu kaldırmaya çalıştı. Adam cinsel organını göstermemek amacıyla direndi. Bunun üzerine Cengiz kollarını kaldırmasını söyleyerek bağırdı. Adam kollarını kaldırınca Cengiz adamın bacak arasına sert bir tekme attı. Adam yere yıkıldı. Cengiz S. elinde bulunan esnek bir sopayı adamın sağ kol dirseği ve eli boyunca paralel olarak ön kolunun üstüne sopayı yasladı ve Cengiz S. sol eliyle adamın sağ bileği ve sopayı, sağ eliyle de dirseği ve sopayı tutarak sert bir diz hamlesiyle adamın sağ ön kolunu iç tarafından kırdı. Adam bağırarak tekrar yere düştü. Akabinde Cengiz adamı yerden kaldırdı. Adamın kırık olan sağ elini sorgu odasında bulunan masanın üstüne koydu ve elinde bulunan esnek sopayla adamın parmaklarına, elinin üst tarafına ve koluna sert şekilde vurmaya başladı. Adamın kolu aldığı darbelerle paramparça oldu. Adam kolunu, elini ve parmaklarını kıpırdatamaz hale geldi.”
“Beni öldür ama karıma dokunma…”
“Daha sonra Cengiz adama elini çevirmesini söyledi. Ancak adam elini çeviremiyordu. Cengiz adamın elini avuç içi tavana bakacak şekilde zorla çevirdi. Bu esnada kırık kemiklerin sesini hepimiz duyduk. Adamın kolu tamamen kullanılmaz hale gelmişti. Cengiz adamın ellerini üst üste avuç içleri tavana bakacak şekilde koyduktan sonra bir süre daha elindeki sopayla adamın eline ve parmaklarına vurmaya devam etti. Şahsın iki eli de tamamen parçalanmıştı. Adam bir şey bilmediğini yalvararak söylüyordu. Cengiz S. adama ‘Sen bir şey söylemiyorsun. Birazdan senin karını da buraya getirip s…’ dedi. Adam yine aynı şekilde oğlunun dağda olduğunu, karısının yanına gittiğini ancak kendisinin hiçbir yardımda bulunmadığını, evde iki çocuğu olduğunu, karısına dokunmamasını, isterse kendisini öldürebileceğini, ‘Allah’ını Peygamberini seviyorsan yapma’ şeklinde ağlayarak beyanlarda bulundu. Bunun üzerine Cengiz S. ‘senin karını da getirip s…, seni de s…, burada Allah tezkere almış, Peygamber izinlidir’ şeklinde beyanlarda bulundu. Akşama doğru havanın kararmaya başladığı bir zamanda ben, Uzman Çavuş Cengiz S., Hasan S., Sadık D. ve Doğan…? Ayşe isimli kadını almak üzere evine gittik.
Kadın muhtemelen kocası yanında olmadığı için hayvanları otlamaktan yeni dönmüş yemek hazırlığı yapıyordu.
Biz evin avlusuna girdiğimizde kadın önce kocasının cesedini getirdiğimizi zannederek bir şok geçirdi ve donakaldı. Kadın bize Kürtçe ‘Kocamın cesedini mi getirdiniz?’ diye sordu. Biz hayır dedik. Cengiz bu sırada kadına ‘Bin lan arabaya o…’ şeklinde hitap ederek tokat attı. Bu esnada annesinin sesini duyan çocuklar avluya geldiler ve ağlamaya başladılar. Çocuklar 8-9 yaşlarındaydılar. Ayşe isimli kadının boynunda asılı tek bir altın vardı. İtişme esnasında boynundan kopardığı altını çocuklarına doğru attı ve sabah komşulara bu altını verin size ekmek alsınlar şeklinde Kürtçe beyanlarda bulundu. Kadını zorla 34 ASK 34 plakalı İlçe Jandarma Komutanlığına ait arabaya bindirip İlçe Jandarma Komutanlığına getirip sorgu odasına koyduk. Kocası bu esnada aynı odada çırılçıplak duruyordu. Kadın kocasını bu halde görünce hem Cengiz’e, hem de devlete ağır biçimde Kürtçe küfür etmeye başladı ve ‘Ben bundan sonra oğlumu dağdan getirmem. Oğlum Hacı her gün inşallah 50 tane asker vurur. Kocamı bu hale düşürenlere Allah bir daha güç vermesin’ dedi. Bunun üzerine Cengiz, Ayşe isimli şahsın sırtına sert bir tekme attı. Kadın beton duvara çarptıktan sonra yere düştü.”
“Kadına tecavüz ettiğini anladık!…”
“Sonra Cengiz kadına oğlunun yerini sordu. Kadın da ‘Oğlum Cudi ile Gabar arasındadır. Ben almaya gittim. Yalvardım bana vermediler. Erkeksen sen git al’ dedi. Bunun üzerine Cengiz ‘Sen benim erkekliğimi birazdan göreceksin’ dedi. Biz kadınla kocasını sorgu odasında bırakıp oturma odasına geçtik. Biz çay içtiğimiz sırada bir polis olmuş ancak er olarak askerlik yaptığını bildiğim kişi yanımıza geldi ve kadınla kocasının ağladıklarını söyledi. Bunun üzerine Cengiz o erden sorgu odasının kapısını açmasını istedi. Kapı açıldığından kadının ve kocasının ağlama seslerini duyduk. Cengiz adama ‘Ses çıkarmayın. Gelirsem seni de karını da s…’ dedi. Yaklaşık 15-20 dakika kadar oturduktan sonra Cengiz tek başına sorgu odasına girdi. Ancak sorgu odasının kapısı tamamen kapalı değil yani aralıklıydı. Cengiz kadına Türkçe elbiselerini çıkarmasını söyledi. Ancak kadın Cengiz’in söylediklerini anlamayınca kocasından, karısına elbiselerini çıkarmasını söylemesini istedi. Adam ise ‘Beni öldür, karıma bunu yapma’ dedi. İçeriden gelen seslerden anladığım kadarıyla Cengiz kadına saldırdı. Kadının Kürtçe ‘O… çocuğu, senin anan da karın da o… Benim elbiselerimi çıkarma’ dediğini duydum. Daha sonra kadının sesi kesildi. Sesi kesildi derken; sanki ağzı bir şeyle kapatıldığından zorla konuşmaya çalışır şekilde sesler geliyordu. Bu seslerden Cengiz’in kadına tecavüz ettiğini anladım. Cengiz’in içeriye girmesinden sonra anlattığım olaylar yaklaşık olarak 30-45 dakika kadar sürdü. Cengiz dışarı çıktıktan sonra bize ‘O.. doğru söylemiyor’ dedi. Cengiz dışarı çıktıktan sonra yarım saat kadar daha oturduk.”
“Adamla kadını çukur bir yere götürüp Keleş’le öldürdü!”
“Biz otururken bir telefon geldi. Bu telefondan sonra Cengiz; Uzman Çavuş Öcal..?, Sadık D., İsmet T., Hasan S.’ye silahlarını alıp Birlik Köye gitmelerini söyledi. Bu şahıslar ayrıldıktan sonra biz saat 21-22’ye kadar orada kaldık. Daha sonra telsiz anonsundan terör örgütü grubunun geçiş yapacağı anonsu gelmesi üzerine biz de oraya gittik. Daha sonra saat 03.30 sıralarında ilçe jandarmaya döndük. Biz İlçe Jandarmaya girdiğimizde sabah ezanı okunmaya başladı. Cengiz geç kaldığımızı söyleyerek adam ve kadını arabaya bindirmemizi söyledi. Ben, Doğan… ?, Cengiz S. ve birkaç askerle birlikte adam ve kadını arabaya bindirdik. Biz adam ve kadını Birlik köyünün 500 metre yukarısındaki çukur gibi bir yere götürdük. Adam ve karısını arabadan indirdik. Orada aracın farlarını söndürdük. Cengiz S. arabadan indi ve keleşle kadına ve adama keleşle ateş ederek öldürdü. Ben o sırada arabanın direksiyonundaydım. O esnada orada koyun otlatan Ali A. isimli çoban silah seslerini duymuş. Biz oradan geçerken de arabayı ve Cengiz S.’ı görmüş. Biz giderken çobanın bizi gördüğünü fark eden Cengiz bize ‘Durmamızı, çobanın bizi gördüğünü, bu çobanın da öldürülmesi gerektiğini’ söyledi. Ancak biz durmadık ve devam ettik. Daha sonra çoban silah seslerinin geldiği yere doğru gittiğinde adamın ve kadının cesetlerini görüp köy muhtarına haber vermiş. Sabah hava aydınlanınca köy muhtarı adam ve kadının cesetlerini aldırıp Silopi’ye getirtmiş ve ailelerine haber vermiş. Daha sonra bu cesetler Silopi mezarlığına gömüldü. Bu şahıslara ait mezarları bilirim ve gösterebilirim. Ben Ayşe isimli kadın ve kocasının hangi köyden olduğunu bilmiyorum. Biz kadını Silopi merkezindeki şu an Grant Otel’in karşındaki mahalleden aldık. Mahallenin Kürtçe ismi SİNDİ’dir. Resmiyetteki adını bilmiyorum. İlerleyen dönemde Ayşe isimli kadının oğlu Hacı… ? Annesi ve babasını terör örgütünün öldürdüğünü duymuş. Bunun üzerine teslim olup itirafçı olmuş. Hatta terör örgütüne karşı savaşarak ağır zayiat verilmesine yardımcı olmuş. Ancak daha sonra devletin öldürdüğünü öğrenince geri çekilmiş ve hâlâ Silopi ilçesinde şoförlük yapmakta..”
Ergenekon’u sadece hükümeti devirmek için bir örgüt diye nitelendirmek nereden baksanız bu ülkenin Kürt vatandaşlarına haksızlık. Köy yakmalardan faili meçhullere, yargısız infazlara bu ülkenin en ayıplı günleriyle sonuna kadar yüzleşilmeli… Yeni Türkiye için bu şart …
“Ergenekon’un Öteki Yüzü: Faili Meçhuller ve Kayıplar” raporuna bu linkten ulaşabilirsiniz:
http://tesev.org.tr/wp-content/uploads/2015/11/Ergenekonun_Oteki_Yuzu_Faili_Mechuller_Ve_Kayiplar.pdf