BELMA AKÇURA
34 yıl önce… 12 Eylül sabahı…
Türkiye’nin siyasal, ekonomik ve sosyal bunalımına en kestirme “çözüm” yolu, apoletleri, postalları, tankları ve anayasasıyla askerden geldi.
Askerin kendi hukukuyla gelen darbeden hemen sonra siyaset yasaklandı, örgüt ve dernekler kapatıldı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 30 bin kişi sakıncalı bulundu, 9 bin 400 kamu görevlisi “1402”lik oldu. 650 bin kişi gözaltına alındı, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 210 bin dava açıldı, 517 kişiye idam cezası verildi. 49 kişi idam edildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde, 14 kişi açlık grevinde öldü.
12 Eylül zihniyeti konuşmayı, düşünmeyi, toplu gezmeyi, örgütlenmeyi, yazmayı yasakladı. Devletle vatandaşı arasındaki sözleşmede devleti önemsedi; Anayasa’da temel haklardan söz etti, ama insan haklarını unuttu, insanlık onurunu yok saydı.
1980’lerden itibaren darbelerin meşruluk kazanması, sayısız siyasi cinayet ve katliamlarla başlayan, Susurluk’tan Yüksekova’ya kadara uzanan olayların üstünün örtülmesine, ‘Her şey devlet için,’ diyerek suç işleme alışkanlığının sürdürülmesine neden oldu.
Tam da bu nedenlerle yüzlerce insan işkencede öldürüldü, faili meçhul cinayetlere kurban gitti.
34 yıl sonra…
Türkiye’de ilk kez “askeri bir darbe” yargı karşısına çıkartıldı.
Sanıldı ki, her on yılda bir darbelerle adını duyuran Türkiye bu kez bu davayla demokrasi tarihinde de yerini alacak…
Hiç öyle olmadı…
Davanın iki sanığı oldu.
Dönemin Genelkurmay Başkanı olan, 7. Cumhurbaşkanı Evren ile dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı ve Milli Güvenlik Konseyi üyesi Tahsin Şahinkaya…
Evren ve Şahinkaya çay kahve eşliğinde dinlenerek, gülerek, hastane köşelerinden telekonferansla hiçbir soruya ‘yanıt’ vermeden yargılandılar.
Çünkü, inanılmaz işkenceler, faili meçhul cinayetler, tecavüzler, çocuk yaşta asılan gençler, on binlerce tutukluya karşı işlenmiş, hesabı sorulmamış, yargı kararlarıyla kirletilmiş bir arşiv açılmadı.
Açmamakta direndiler…
Davaya müdahil olmak isteyenler oldu, kabul etmediler.
İşkencecileri yargı karşısına çıkartmadılar.
Mağdurları işkencecileriyle yüzleştirmediler.
İşkence yapan askerleri, polisleri, gardiyanları yok saydılar.
İşkenceye göz yuman doktorların, işkenceyi kayıt altına almayan savcıların, adaletsiz kararlarla insanların hayatını, özgürlüğünü yok sayan mahkemelerin hiçbirini dikkate almadılar.
Sonunda, Anayasal düzeni alaşağı etmek ve hükümeti cebren yıkmak suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldılar.
Sembolik olarak sorgulandılar, sembolik bir şekilde de cezalandırıldılar.
Türkiye’de hukuk hep “devleti yıkacaklar, ülkeyi bölecekler ve rejimi değiştirecekler” üzerinden varlık gösterdiği içindir ki mahkeme sanıkları anayasayı ve TBMM’yi ortadan kaldırmaya, görevini yapmaya engellemeye teşebbüs suçunu işledikleri gibi bir gerekçeyle yargılarken, insanlık onurunu hiçe sayan yok edenleri hatırlamadı bile.
Basın böyle bir konuda bile ikiye bölündü.
Bir kısmı, sanki Türkiye askeri darbelerden ve askeri vesayet bu davayla sona ermiş gibi davranırken bir kısmı da bu davanın göstermelik bir dava olduğunu, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin varlığını hala koruduğunu söyleyip, 1983’te çıkarılan Millî Güvenlik Kurulu Kanunu’nun hala yürürlükte olduğunu hatırlatmakla yetindi.
Mahkeme heyeti 12 Eylül 1980’de sanıkların aynı suçu işledikleri belirterek, Evren ve Tahsinkaya’yı önce suç tarihinde lehlerine olan Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 146/1 maddesi gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm etti.
Zincirleme suç maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar veren mahkeme, sanıkların duruşmadaki tavır ve hareketleri ile sağlık durumları ve yaşlarını dikkate alarak, takdiri indirimle birlikte cezaları müebbet hapse çevirdi.
Bir tek basın mensubu da mahkemeye hiç getirilemeyen iki kişinin duruşmadaki tavır ve hareketleriyle, neyi kast ettiği, neyin takdiri, neyin indirimi, diye sormadı, soramadı.
Evet, Türkiye’de darbe suçu ilk kez mahkûm edildi. 12 Eylül 1980 darbesini yaptıkları gerekçesiyle Evren ve Şahinkaya hakkında müebbet hapis cezası verildi. Karar Yargıtay tarafından onanırsa iki eski generalin tüm askeri rütbeleri alınacak, ama o kadar…
TSK’dan emekli olan Evren ve Şahinkaya’nın kazanılmış haklarına ise dokunulamayacak ve emekli maaşlarını almaya devam edecekler. Askeri general lojmanlarında oturamayacaklar. Ama karar kesinleşirse sanıkların yaş ve sağlık durumları nedeniyle cezalarının infazına hastanede devam edilebilecek.
12 Eylül Davası’nda Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın cezalandırılmasına giden süreç, 12 Eylül 2010’da yapılan referandumunun kabul edilmesiyle başladığında ‘yetmez ama evet’ diyenlerin tek dayanağıydı. Zannedildi ki gerçekten 12 Eylül ile hesaplaşılacak.
Referandumla birlikte, 12 Eylül 1980 askeri müdahalesini gerçekleştirenlerin yargılanamayacağını öngören anayasanın geçici 15. maddesi kaldırıldı. Geçici 15. maddenin yanı sıra darbe, muhtıra gibi demokrasi dışı müdahalelerin gerekçesi gösterilen Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesini de Meclis kaldırdı. Referandumun ardından, suç duyuruları üzerine savcılık, 2012’de davayı açtı. Ama o kadar…
Sorun şurada; iki general darbeden sonra hazırlattıkları anayasa hükümleri uyarınca mahkûm oldu. Yani Evren ve Şahinkaya, kendi hukuklarıyla suçlanıp, cezalandırılmış oldular. Darbe döneminin yasaları ise hala yürürlükte.
Türkiye medyası başında ilgi gösterdiği davayı zaman içerisinde takip etmeyi bırakmasaydı, davada müdahil avukatların savunmalarının ve sorularının peşine düşseydi sonuç değişir miydi bilmiyoruz; ama biliyoruz ki kamuoyu vicdanında aklanmayan bir davayı hiçbir hukuk kararı dindiremez.
Bu kararla da dinmedi. Çünkü hala, 12 Eylül döneminde yakınlarını kaybetmiş insanlar her cumartesi Galatasaray’da buluşuyor. Yine buluştular, yine buluşacaklar. Evren ve Şahinkaya’nın yitirdiği hafızalarına kesilen ceza, yakınlarını yitirenlerin hafızasına yapılan haksızlıktan başka bir şey değildir.
Basın bu davaların peşini tam da bu nedenle bırakmamak zorunda…